Köpekleri vurmak

"İslâmiyet, karıncaya bilerek ayak basmayın, dese, tazibinden menetse, nasıl benî âdemin hukûkunu ihmal eder?" Bediüzzaman

***

"-...köpekleri vuracağız.
-onlar size ateş açtı mı, Charles?" 

Batı için bazen sinema bir günah çıkarma odası, sinema perdesi gerçekle hesaplaşmada bir gizlenme enstrumanı olarak kullanılabiliyor. Kamera ise, görmek ve göstermek istediğini gösterecek yapay bir duyu organına dönüştürülüyor.  

2005 yılı yapımı 'Köpekleri vurmak' da böyle bir film...

Batı sömürgeciliği sonrası birbirine düşürülmüş iki halk, Ruanda'da iç savaşa seyirci Birleşmiş Milletler, vahşice katledilen çoluk çocuk, bir kadının cenazesinin çıplak bacağını kameranın içine sokan bir şehvet, birlikte, Batıyı ortaya koyan bir doktor ve bir öğretmenin vicdanında misyonerlik elbisesi giymiş hümanizm...

Batı'nın dışındakini reddeden, dışlayan ve aşağılayan bir tavrı vardır.

Batı, insanları ve hayvanları birbirine karıştırmayı seviyor. Bazı farklı ırktan insanları, kimi başka dinden olanları vurmayı, en çok da birbirine vurdurmayı seviyor. Kendi içinde olsa da bazılarını, hatta bazen kendini bile bunların arasında harcayabiliyor.

İsyanın, inkara karşı koymanın bir yolu da hayvanlarla tanımlamak şeklinde oluyor. 

Batı'nın bir günah filminden daha bahsetmek gerekir: Rezervuar köpekleri... Buna göre de Batı, içinde anlamsız iç hesaplaşmalar da yaşamaktadır, vicdanının kimliğini deşifre etme uğraşında kendi kendine silah çekmektedir. 

Ayrımcılık önce kendine çevrili bir silahtır, zaten. 

***

Batı bir yandan köpekleri vurmaya çalışırken, diğer taraftan insanla hayvan arasındaki farkın kapanmaya başladığını tartışan felsefeyle meşgul oluyor. Hayvanlar kendi yerlerinin üzerinde yüksek iskemlelerde ağırlanırken, insanlar ayaklar altında hizmet eder konuma getirilebiliyor. 

İnsaniyet olan vasıfların ayaklar altına alınmasıyla, insanlık ile hayvanlık kapı önünde dans ediyor. Yani: "...efendi itle oynuyor"... 

Fransa'da yine 2005 yılında yayınlanan bir dergi (Philosophie Magazine) bir sandalyede, bacak bacak üstüne atmış şekilde, gururla oturan bir köpek resmini kapak yaptı. Bu resimde, artık için dışa çevrilmenin iyice kolaylaştığını da anlıyorduk. (Bu medenîlerden çoğu, eğer içi dışına çevrilse, kurt, ayı, yılan, hınzır, maymun postu görülecek gibi hayale gelir. Bediüzzaman) 

Yani, insanın şeffaflaşması ile artık insanın içindeki hayvan, kendini resim olarak da açığa çıkarabiliyordu. 

Bediüzzaman'ın yıllar önce, farkı göstermek için: "Eğer istersen hayalinle... Sonra Paris'e git ve en büyük localarına gir, göreceksin ki, akrepler insan libası giymişler ve ifritler adam suretini almışlar ilâ âhir" (Mesnevi-i Nuriye) dediği resim canlı birer görüntüye dönüşebiliyor. Batı, sinemasıyla bunu da yapıyor. 

***

Peki köpekleri vurmakla, Batı, insaniyeti kurtarabilir mi?

Bediüzzaman insaniyet milleti diye bir tanım yapıyor. İnsanları bir millet olarak görüyor, sonra hayvanlığın insanlığın içinde bir unsur olduğunu da zikrediyor. Şiddeti ve zulmü hayvaniyetten kalma bir insanlık vasfı olarak görüyor. 

Adaleti ise hayvanlar dahil her nefis için bir zorunluluk olarak, şeriat-ı İlahi'nin bir emri olarak görüyor. Hatta kaplan gibi hayvanların helal rızıklarının ölmüş hayvanlar olduğunu söylüyor. Sağlıklı bir ceylanı haksız olarak parçalayan bir aslanın bir avcının kurşunlarına hedef olması arasındaki karşılıklılığı Kur'anî bir zihinle düşünüyor Üstad. 

İmansız bir insanın 'Allah'ın, dünyanın imarı için yarattığı bir tür hayvanları olarak da görüyor. İmar etmek insana mahsus bilinirken, arının, örümceğin, karıncanın insan için hem ibret hem de bir denge unsuru olabilmesi, rehber olabilmesi de Allah'ın ayetlerinden olduğu söyleniyor. 

Hayvan ve insan, hayvaniyet ve insaniyet ile hayvaniyetin içindeki insaniyete yol gösteren keyfiyet ile insaniyetin içine girmiş hayvaniyetin etkisi, medeniyeti bir 'insaniyet-i kübra'ya, hakikatin beyaz elinde bir mucizeye muhtaç bırakıyor. 

İşte bu, kainatın aklı olan işleyişin yazılı olduğu levhi mahfuzun ifade ettiği şeriat-ı garradır. 

***

Ve Batı'nın yeni sinemasının boy hedefi olarak Müslümanlar... 

Müslümanlar bundan önceki dönemlerinde (Endülüs Emevileri ve Osmanlılar) Avrupa'ya hâkim olarak geldiler, Yahudiler gibi esir ya da işçi olmadılar. 

Ancak yüzyıllık sürede Müslümanlar işçi olarak, Batı'ya mahkum ya da mülteci olarak gelmeye başladılar. Bu yeni durumda Batı, bir zamanlar Yahudilere yaptıkları ayrımcılığın aynısını Müslümanlara yapmak istiyor. (Bu kez Yahudilerin de kışkırtmasıyla...)

Evet, Batı, aklı içinde saklı adaleti hem arayıp bulmak ve hesap sormak, belki de tamamen yok etmek için vicdanına sürekli kurşun sıkıyor. 

Ancak, her kur'a kendine çıkıyor ve lanetli olanın bozulmuş benliği olduğunu kabul etmek zorunda kalıyor. Bediüzzaman'ın dediği gibi, karıncanın dahi hukunu koruyan ve her hükmünü akla ispat ettiren Kur'an ve şeriat-ı Ahmediye dışında bir yol çıkmıyor. 

Bu durumda İslamın muhatabı Batının zeka tarlalarıdır, medeniyetin akıl sahipleri için bir anlamı vardır. Hevesatının esiri olanlar için köpekleri vurmaktan başka bir anlam yoktur. 

Bu aklını kaybetmiş, divane bir insan bozulmasıdır. Allah, dünyayı insan milleti için bir bekleme salonu, akıl için bir ibret olması için yaratmıştır. Her insan Allah'ın bir kölesidir.  Sahibinden kaçmış her köle, yine Sahibine sığınıyor. O her yerdedir. 

***

Hz. Mevlâna, bu noktada, insaniyeti sorgulayan Batı aklındaki insan-hayvan sorunsalını şöyle çözüyor: “Eğer insanoğlu edepten mahrum ise insan değildir. İnsanın hayvandan farkı edeptir.. 
Gözünü aç ve Allah’ın bütün kelamına dikkat et. Âyet âyet bütün Kuran’ın manası edeptir.”

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
5 Yorum