Kulluk, yokluktan bekaya çevirir
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
Ey nefis! Mükerreren söylediğimiz gibi, insan, şecere-i hilkatin meyvesi olduğundan, meyve gibi en uzak ve en câmi’ ve umuma bakar ve umumun cihetü’l-vahdetini içinde saklar bir kalb çekirdeğini taşıyan ve yüzü kesrete, fenâya, dünyaya bakan bir mahlûktur. Ubûdiyet ise, onun yüzünü fenâdan bekàya, halktan Hakka, kesretten vahdete, müntehâdan mebdee çeviren bir hayt-ı vuslat, yahut mebde’ ve müntehâ ortasında bir nokta-i ittisaldir.
Nasıl ki, tohum olacak kıymettar bir meyve-i zîşuur, ağacın altındaki zîruhlara baksa, güzelliğine güvense, kendini onların ellerine atsa veya gaflet edip düşse, onların ellerine düşecek, parçalanacak, âdi birtek meyve gibi zayi olacak. Eğer o meyve, nokta-i istinadını bulsa, içindeki çekirdek bütün ağacın cihetü’l-vahdetini tutmakla beraber, ağacın bekàsına ve hakikatinin devamına vasıta olacağını düşünebilse, o vakit o tek meyve içinde birtek çekirdek, bir hakikat-i külliye-i daimeye, bir ömr-ü bâki içinde mazhar oluyor.
Öyle de, insan, eğer kesrete dalıp, kâinat içinde boğulup, dünyanın muhabbetiyle sersem olarak fânilerin tebessümlerine aldansa, onların kucaklarına atılsa, elbette nihayetsiz bir hasârete düşer. Hem fenâ, hem fâni, hem ademe düşer. Hem mânen kendini idam eder. Eğer lisan-ı Kur’ân’dan kalb kulağıyla iman derslerini işitip başını kaldırsa, vahdete müteveccih olsa, ubûdiyetin miracıyla arş-ı kemâlâta çıkabilir, bâki bir insan olur.
Ey nefsim! Madem hakikat böyledir. Ve madem millet-i İbrahimiyedensin (a.s.). İbrahimvâri لاَ اُحِبُّ اْلاٰفِلِينَ de. Ve Mahbûb-u Bâkîye yüzünü çevir. Ve benim gibi şöyle ağla: (HAŞİYE)
(HAŞİYE) Buradaki Farisî beyitler, On Yedinci Sözün İkinci Makamında yazılmakla burada yazılmamıştır. (Sözler, Yirmi Dördüncü Söz, Beşinci Dal)
Said Nursî
SÖZLÜK:
adem : yokluk
âdi : basit, sıradan
arş-ı kemâlât : mükemmellikler, faziletler arşı
bâki : sürekli, devamlı
bekà : süreklilik, devamlılık
câmi’ : kapsamlı
cihetü’l-vahdet : birlik ciheti
fâni : gelip geçici, ölümlü
Farisî : Farsça
fenâ : gelip geçicilik
gaflet : dalgınlık, dikkatsizlik
Hak : varlığı hak olan ve her hakkın sahibi olan Allah
hakikat : gerçek, doğru
hakikat-i külliye-i daime : devam eden büyük ve geniş hakikat
hasaret : zarar, ziyan
hayt-ı vuslat : kavuşma bağı
İbrahimvâri : Hz. İbrahim gibi
kâinat : evren, yaratılmış herşey
kesret : çokluk
lisan-ı Kur’ân : Kur’ân dili
Mahbûb-u Bâkî : sonsuz sevgili olan Allah
mahlûk : yaratık
mazhar : sahip olma
mebde’ : başlangıç
meyve-i zîşuur : şuur sahibi, bilinçli meyve
millet-i İbrahimiye : İbrahim milleti, tevhid inancını benimseyenler
mirac : merdiven, yükseliş
muhabbet : sevgi
mükerreren : tekrar tekrar
müntehâ : en son nokta
müteveccih olma : yönelme
nefis : kişinin kendisi
nihayetsiz : sonsuz
nokta-i istinad : dayanak noktası
nokta-i ittisal : bağlantı noktası
ömr-ü bâki : devamlı ömür
sille-i tedib : edeplendirme tokadı
şecere-i hilkat : yaratılış ağacı
ubûdiyet : kulluk
umum : genel
vahdet : birlik
zayi olmak : kaybolup gitmek
zîruh : ruh sahibi