Ahmet AY
Kur’an tefsirinde
(İhtiyarlar Risalesi Notları, 3. Yazı)
Madem bir önceki yazıda, Risale-i Nur’un tefsir tarzı üzerine bir miktar sarf-ı kelam ettik, o halde bu yazımızda da, arayı soğutmadan, birazcık daha aynı meseleye hasr-ı nazar edebiliriz. Zira birbirine açılan kapılar gibi önümüzde perdesinden soyunan bu hakikatler, eğer yazılmazlarsa, pek çabuk bize küsüp gidebiliyorlar. Bekletmeye, hürmetsizliğe hiç katlanamıyorlar; hemen unutma cezasına çarptırıyorlar…
Örneğin; İhtiyarlar Risalesi okumalarım sırasında kalbime damlatılan öyle güzel şeyler var ki, bunları bir kayıt altına almadığım ve cümleler içerisine hapsetmediğim için pek çabuk silinip gittiler zihin hanemden. Fikrimi, cehaletime terk ettiler. Kaçanlara üzülmek yerine, kalanları tutmak daha mantıklı olacağından, tefsir konusunda yazmaya devam edeceğim. Allah, bu ilham kapılarını, aczimize merhameten hiç kapatmasın, amin.
Bediüzzaman’ın, yazdığı eserleri tefsir diye nitelerken aldığı, en büyük eleştirilerden bir tanesi de, o eserlerin içeriğinde baskın bir öğe olarak kullandığı “hikaye” üslubudur. Çoğu muteriz okur; her biri, bir ayetle başlayan ilk Sekiz Söz’ü okurken; veyahut daha başka bir Risaleyi (mesela İhtiyarlar Risalesi’ni) temaşa ederken aynı şüpheli yaklaşımla şu cümleleri söyler: “Risale-i Nur’a tefsir diyorsunuz. Ama bakın lütfen, müellif nasıl da rahat hikaye anlatıyor içinde. Bu nasıl olur? Hem bakınız şu diğer esere, orada arkadaşlarının yaptıklarından bahsediyor. Aralarında geçen olaylar, sohbetler, dersler… Bu hiçbir tefsirde olabilir mi? Bakınız burada çocukluğuna dair bir şeyler de var. Buna ne diyeceksiniz? Veya şurada siyasete temas eden bir meseleyi yorumluyor, buna ne buyurmalı? Bunlara izahınız var mı?” vs…
İşte bu gibi itiraz cümleleriyle parmaklarını kaldırabilir, fikrinizin aksi yönünde iddialara girişebilirler.
Esasında Risale-i Nur’un tarz-ı beyanındaki sıradışılığa baktığınızda, bu tarz itirazlara bir hoşgörü hakkı vermemek elde değildir. Örneğin; bu zamana kadar hangi müfessir, bir tefsir eserinin içinde hayalî hikayeler anlatmıştır? Veyahut hangi müfessir, İhtiyarlar Risalesi gibi bir eserde, kendi hayat sahnelerinden bu denli ağırlıklı bir şekilde bahsetmiştir? Veya yine hangi müfessir, talebeleriyle aralarında geçen olayları eserine dahil etmiştir? Bunlar hakikaten tefsir ilmi için “garip” ve “çekinceli” bulunan şeylerdir. Çünkü onların tedris usulüne göre; bir müfessir, elinden geldiğince kendisini metinden çekmeye çalışır. Kur’an’la okurunun fehmini başbaşa bırakma telaşını taşır cümlelerinde… Mümkün mertebe, ayet-i kerimeyi, yalın cümlelerle, dallandırmadan, dolaştırmadan arzetmeye çaba sarf eder. Hele hele kendi hayatından sahneler anlatmak gibi bir yönteme, çok az müfessir, çok az yerde böyle cesaret edebilir. Çünkü müfessir, özünde, Kur’an’ın hakikatlerine perde olmak istemez. Tasavvuruyla dahi tir tir titrediği şey budur.
Biz bu, hassasiyet sahibi müfessir telaşını anlıyoruz elbette… Ve bir hoşgörü hakkı veriyoruz. Ama onlardan da bize bir adım gelmelerini ve aynı hoşgörü hakkını bize de vererek, iki dakika bizi dinlemelerini istiyoruz. Zira meramımızı anlatacağız. Daha evvel bir yorum vesilesiyle belirttiğim gibi; her meslekte sınırları, ilk yola çıkanlar belirler. Bu yüzden ilk kaynaklara inmek lazımdır, sınırları iyi belirleyebilmek için… Peki, acaba Kur’an-ı Kerim’in ilk tefsirini kim yapmıştır? Kim onun esasını izahla anlatmıştır? Kim, ümmete, Kur’an’ın mertebe-i âlisine çıkarken basamak kurmuştur?
Bu sorularıma belki pek çoğunuz Abdullah bin Abbas’ın (r.a.) ismiyle cevap verecektir. Hakikaten onun en büyük şöhreti de, bu yönüyledir. O, bilinen ilk Kur’an müfessiridir. Fakat ondan da önce, daha ilk geldiği yerde, ilk döküldüğü altın muslukta ve o baldan çeşmede bir izaha uğrar Kur’an… Bir pratik örnek kazanır. “Eğer Allah’ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah da sizi sevsin” semavî sözünün tecellisidir bu.
Evet, Kur’an’ı, ilk olarak Hz. Peygamber (a.s.m.) tefsir etmiştir… Fakat onun izah tarzı, bizim daha sonraki tefsir üslubunda karşılaşmadığımız “hayat metoduyla” yani birebir yaşamakladır. O, bir yeni ayet nüzul ettiği zaman, onun hükmünü bizzat kendi hayatında uygular ve yaşar. Böylece ümmetine teori değil, yaşanmış bir örnek, yani pratik aktarır. Tabir-i caizse, ümmetine, yaşanabilir kulluk paketi şeklinde sunar.
Mesela; Kur’an-ı Kerim’de namazı emreden ayetler vardır. Fakat o emredilen namaz, nasıl yapılacaktır? Nasıl kılınacaktır? Şartları nelerdir, hangi usullere uygun yapılmalıdır? Bunların tamamının cevabı Hz. Peygamber’in hayatıyla şekillenir. O, bu ayetleri hayatında yaşar ve hayatıyla yorumlar. Bu yönüyle o, en büyük müfessir ve ilm-i kelam âlimidir. Zira Bediüzzaman’ın ifadesiyle “Cenab-ı Hakkın marziyatını kelamından anlamak” olan ilm-i kelam, yani tefsir ilmi, en yüksek seviyesini onun yorumuyla bulmuştur. Hiç kimse Fahr-i Kainat Efendimiz’den (a.s.m.) daha iyi murad-ı ilahîyi bildiğini söyleyemez ve bu konuda Hatem olanı geçemez…
İşte bu saydığımız meziyetlere, özelliklere sahip İlk Müfessir’in (a.s.m.) bir ayeti nasıl yorumladığını beraber okuyalım. İbnu Mes’ud (radıyallahu anh) anlatıyor: “İmân edenler, bununla berâber imanlarına zulüm bulaştırmayanlar var ya, işte (ancak) onlardır ki korkudan emin olmak hakkı kendilerinindir. Onlar doğru yolu bulmuş kimselerdir” (En’âm: 6/82) âyeti indiği zaman, bu ayet Müslümanlara çok ağır geldi ve “Hangimiz nefsine zulmetmiyor? (mahvolduk)” dediler. Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm): “Hayır, burada kastedilen o değil, şirktir. Lokman’ın oğluna olan şu sözünü işitmediniz mi? “Oğulcuğum, Allah’a şirk koşma, zira şirk büyük zulümdür.” (Lokman: 31/13). (Tirmizî, Tefsir, En’âm: (3068); İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ Yayınları: 3/469.)
Görüldüğü gibi burada Hz. Peygamber de (a.s.m.) bir ayeti yorumlarken, başka bir peygamberin kıssasına işaret etmekte, ondan örnek vermektedir. Ayeti, başka bir ayetle, fakat kıssa da içeren bir ayetle izah etmektedir. Yine bunun dışında Fahr-i Kâinat’ın sahabilerine hikaye üslubu içerisinde hakikatleri anlattığı pek çok örnek vardır. Bu örnekleri; mağarada mahsur kalan üç arkadaşın o çok meşhur hikayesi (ki Ahmet Şahin Hoca, bunu “Üç Arkadaş” ismiyle kitaplaştırmıştır); beşikte konuşanların hikayesi; Ad kavmini yok eden rüzgârın hikâyesi; kel, alatenli ve âmânın hikâyesi gibi hikayelerle çoğaltabiliriz.
Bu gibi, hikayelerle Allah Resulü, Kur’an hakikatlerini insanlara aktarmış, “Kıssalarla bu iş olur mu?” dememiştir. Ciddiyete zarar vereceğini kesinlikle düşünmemiştir. Buna ilaveten genele hitap edebilme açısından kıssayı bir öğretme metodu olarak tercih ettiğini söyleyebiliriz Peygamber Efendimizin (a.s.m.). Yine Kur’an-ı Kerim’de de pek çok örneği, nümunesi, tekrarı bulunan kıssalar, böyle bir anlatımın bir zaaf değil, bir hüner olduğunu göstermektedir. Tefsir usulünde bunun garip görülmesi ise, bence daha sonradan gelişen hassasiyetlerin, endişelerin sonucudur.
Bu noktada, müellif-i muhteremin, tefsir usulüne bir nakise getirmediği; aksine, böylelikle, Kur’anî bir üslup takip ederek, İhtiyarlar Risalesi gibi eserlerinde özellikle böyle hünerli bir yol izlediği söylenebilir. Çünkü zaman olur, hal, kalden fazla ders verir. Bediüzzaman da ancak hal ile bilinebilecek sorunları, kaline hal katarak insanlara ders vermektedir. Ve ayetlerin hayatındaki tecellilerini böyle bir yöntemle tüm İhtiyarlar Risalesi boyunca izah etmektedir.
Ben, biraz da bu nedenle, Bediüzzaman’ın yazdıklarını tefsir usulünün dışında tutanları, mesleklerinde mutaassıbane davranan iyi niyetliler olarak görüyorum. Cenab-ı Hakk’ın ve Hz. Peygamber’in hiç çekinmeden irşat ekseninde kullandıkları hikayeli anlatımı, Bediüzzaman kendi tefsir usulünde tercih etmişse, bu kesinlikle bir hata değildir. Nakise olduğu düşünülemez. Aksine bu tefsir usulü adına meziyettir, hünerdir. Risale-i Nur’u bu yönüyle eleştirenler de varsa, ki vardırlar, onlar da bu noktadan meseleye bakarak zihinlerindeki problemleri giderebilirler. Hatta kıssaların önemini anlamak isteyenler, bu konuda yaptığı izahlarla dolu dolu bir kaynak oluşturan Yirminci Söz’ü de tetkik edebilirler. Kesinlikle faydası olacaktır. Hatta, kim bilir, belki yeni yeni açılımlar dahi yaptıracaktır.
Ne diyelim; Allah, bu hidayet nurlarından hissemizi ziyade eylesin amin…
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.