Emrullah BEYTAR
Nursi’ye göre ideal toplumun üç sabitesi/değeri
Özellikle günümüz dünyasında hayatın kuvvet/güç, para, çarpışma, menfaat ve nefsani arzuları tatmini üzerinden dizayn edildiği herkesin az/çok bundan etkilendiği bir dönemden geçmekteyiz.
İnsanları bu parametrelerle terbiye eden seküler dünyanın mimarlarına karşı farklı alternatifler ortaya çıkmışsa da bu alternatiflerin ortaklaştığı birçok nokta olduğundan dolayı nihai hedefleri aynı olduğu düşüncesindeyim.
Üstad Said Nursi’nin “Kendisine hikmet verilene gerçekten çok hayır verilmiştir” (Bakara 269) ayetinin tefsirini yaparken işte bu noktaya dikkat çekiyor.
Hikmet-i Kur’an’iyenin sosyal hayatta insanı nasıl terbiye ettiğini Kur’an aklı dışındaki (bugün insanlığa dayatılan sistem) oluşmuş mimsiz medeniyetin değer yargılarıyla karşılaştırmalı olarak yapar.
Kur’an’ı kendine Tevhid-i kıble yaparak çileli ve zor bir süreçte ortaya koyduğu eserlerde ve fedakar talebeleriyle yürüttüğü mücadelede Hikmet’i Kur’an’iyenin sosyal hayatta insanı nasıl terbiye edeceğinin teorisini ve pratiğini bizlere göstermiş ve manifestosunu da beş değer üzerinde inşa etmiştir. Biz bu değerlerden üçünü irdelemeye çalışacağız.
Nursi, evrensel mesajı kendine tevhid-i kıble yapmış bir toplum aklının/topluluğun istinad veya dayanak noktasının her zaman “hakk” olduğunu söyler. “Hakk”ı sosyal hayatta kendine dayanak noktası yapan bir toplumda “kuvvet” veya “güç” onlar için çok fazla bir anlam ifade etmez. Kuvvet o toplum için esasa ilişkin bir mesele olmayıp teferruat kabilinde bir mesele olarak addedilir.
Toplumu harekete geçiren veya topluma özgüven aşılayan asıl paradigma “hakk”tır ve o “hakk”a dayanarak ve güvenerek mücadele ederler. Hakk'ı kendine dayanak noktası kabul ederek mücadele eden bir toplumda hak ve hukuklara tecavüz yerine, hak ve hukukların teminat altına alınması ve korunması yönünde bir ittifak ortaya çıkar.
İşte asr-ı saadet. “Hakk”ı kendine dayanak noktası yapan Kur’an toplumunda mücadelenin amacı dünyevi bir “menfaat” elde etme yerine “fazilet ve riza-yı ilahi”yi elde etmek olur. Hedef ve amacına “fazilet ve riza-yı ilahi” koyan bir toplumda “boğuşma” yerine “tesanüd” hakim olur. Bu toplumda insanlar sadece nefsi nefsi demeyerek masum olmayan canavar bir hayvan olmaktan kendilerini kurtarabilmeleri kuvvetle muhtemeldir.
Hedefine “fazilet ve riza-yı ilahi”yi kazanmayı koymuş bu toplumu bir arada tutacak olan bağ “unsuriyet ve menfi milliyet” yerine “rabıta-ı dini, vatani ve sınıfi”dir. Farklı kimliklere sahip insanlar aynı dine sahip olduğu takdirde din onları bir arada tutmaya en uygun bağ olduğu şüphe götürmemektedir.
Eğer farklı kimliklere sahip bu toplumda farklı dinler hayat buluyorsa bu durumda bu toplumu bir arada tutacak olan en müsait bağ “vatandaşlık” bağıdır. Bu bağlarla bir arada yaşamayı başarabilmiş bir toplumda başka unsurları yutma, asimile etme ve haklarını yok sayma politikaları yerine kardeşliği pekiştiren ve o toplumu bir cazibe merkezi haline getirecek politikalar hayat bulur, insanlar kardeşçe, özgür ve huzurlu bir şekilde hayatlarını idame ettirirler.
“Hakk”ı kendine dayanak noktası yapmış, “fazilet ve riza-yı ilahi”yi kazanmayı kendine amaç edinmiş, “düstur-u teavün”ü kendine yöntem olarak kabul etmiş, ortak nokta olarak “rabıta-ı dini, vatani ve sınıfi” gören bir toplumdaki insanların “hevesat-ı nefasniyenin tecavüzatına sed çekip, ruhu ulvi şeylere teşvik edip, hissiyat-ı ulviyesini tatmin” etmesi kuvvetle muhtemeldir.
Evrensel mesajın indirildiği bu ayda Allah kusurlarımızı, hatalarımızı bize fark ettirerek insanlığın en büyük üstadı olan Muhammed-i Arabi (s.a.v)'ın ahlakıyla ahlaklanmamızı nasip etsin.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.