Kur’an’da Cihad kavramı: Radikal dönüşüm
Cahiliye toplumu, kabile asabiyetinin temelini oluşturduğu, soyla övünmenin, şanla öne çıkmanın ve gururlanmanın temel ahlaki ölçüyü teşkil ettiği; atalarından öğrendiklerinin kendileri için temel ahlaki çerçeveyi oluşturduğu bir toplum
Haber: Mehmet Kaplan
Şekercihan YouTube kanalındaki “Bir Bayramdır Ramazan” programının onaltıncı gün sohbeti “Kur’an’da Cihad” başlığı altında Fatih Sultan Mehmet Üniversitesi, İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler Bölümü öğretim üyesi Prof. Dr. Ahmet Yıldız ile gerçekleşti. Yıldız, “Kur’an, Cahiliye döneminde kullanılan kavramları dönüştürüp semantik anlamda yeni bir çerçeveye kavuşturuyor. O zaman şu soruyla başlamak anlamlı olur: Cahiliye kültüründe cihad kavramı nasıl bir anlama sahipti?” diyerek başladığı sohbetini şu açıklamalarla sürdürdü:
KUR’AN, CİHAD KAVRAMINININ ANLAMINI RADİKAL ŞEKİLDE DÖNÜŞTÜRÜYOR
“Cahiliye toplumu, kabile asabiyetinin temelini oluşturduğu, soyla övünmenin, şanla öne çıkmanın ve gururlanmanın temel ahlaki ölçüyü teşkil ettiği; atalarından öğrendiklerinin kendileri için temel ahlaki çerçeveyi oluşturduğu bir toplum. Kabilesi için çaba göstermek, gayret göstermek, mücadele etmek, gerekirse onun için savaşmak, öldürmek veya öldürülmek ve bu çabanın sonucunda da elbette ganimet elde etmek ve böylece şan ve şerefe katkıda bulunmak… Cahiliye toplumu içerisinde cihadın kullanılma biçimi esas itibarıyla bunlar. Aynı zamanda kahramanlık duygusu... Kabilesi için fedakarlıkta bulunma ve bu fedakarlığın en zirve noktası olarak da onun için kendisini feda etme, onun için savaşma... Buradan şunu çıkarıyoruz: Bedevi savaş kültürü içerisinde cihad çok önemli bir yere sahip. Çünkü bu toplum esas itibarıyla var olma kaygısı üzerinden karakterize edilmiş bir toplum, hiç kimse güvenlik içerisinde yaşamıyor. Güçlü olanın güçsüz olan üzerinde siyasi ve ekonomik tahakküm kurabildiği bir toplum içerisinde yaşanıyor. Bu toplum içerisinde siz ancak bir kabile mensubu olarak var olabiliyorsunuz. Kabile size bir hayat alanı açıyor. O hayat alanı içerisinde varlığınız anlam kazandığı için ve sadece bu dünyayla sınırlı da bir hayatınız olduğu için daha aşkın bir değer üzerinden hayata bakmanız mümkün değil. Güç gösterisi, şan, şeref, kendi mensup olduğu kabilenin adını yüceltme ve eğer mümkünse ganimet elde etme anlayışı üzerinden oluşmuş bir cihad kavramı var.
Kur’an ise cihad kavramını kullanırken, Cahiliyenin cihadı savaşla, güç gösterisiyle eşitleyen anlamını radikal şekilde dönüştürüyor. Şuradan da hatırlıyoruz: Uhud savaşında Medineli bir kişi olan Kuzman, Müslümanlar safında savaşa katılıyor, savaşta çok büyük işler de yapıyor ve en sonunda savaş meydanında can veriyor. Bu sebeple sahabeler ondan sitayişle bahsedince, Peygamber Efendimiz (asm) “O Allah için savaşmadı, ne güzel savaştı desinler diye, ganimet için ve kabilesi için savaştı” diyor. İslam’ın cihadın anlam çerçevesi içinde oluşturduğu sonuçlardan birisi olarak şehadet açısından bakarsak, o şehit olmadı. İnsanların cihad ile ilgili Cahiliye kültüründe ünsiyet ettiği bu anlamı Kur’an radikal şekilde dönüştürüyor ve cihadı çok anlamlı bir semantik üzerine oturtuyor.
CİHAD NEFİSLE BAŞLIYOR
O çok anlamlılık içerisinde cihadın kazandığı ilk ve en önemli anlam, insanın sahip olduğu mücadele kapasitesini sonuna kadar kullanmasıdır. Peki niçin kullanıyor? İnsanın Allah’la kurduğu ilişkiyi perdeleyen her şeyi ortadan kaldırmak için. Çünkü hayat artık sadece dünyadan ibaret değil. Tırnak içinde söylersek, Cahiliyenin efendisi ‘kabile’ iken, Kur’an onun yerine Allah’ı ikame ediyor. Kabilenin çıkarları, şanı değil, artık sadece Allah'ın rızasını talep etme ve sadece onun için mücadele etme. Cihad nefisle başlıyor. Kur’an öncelikle bu manayı dahil ederek, cihad kavramına içsel, manevi, deruni bir boyut katıyor; ki bu Cahiliye Araplarının tamamen yabancı olduğu, hiç aşina olmadığı bir şey. Nefisle ve dışsal olarak şeytanla mücadele ve bu iki unsurun vesveseler ve vehimlerle insanı doğrudan ve hakikatten alıkoymasının önüne geçmek için gösterilen irade ve çaba olarak cihad, en temel anlamını Kur’an’da kazanıyor. Bu son derece önemli bir şey. Zaten Mekke dönemi boyunca da bu anlamın hakim olarak devam ettiğini görüyoruz Çünkü zulüm altında inancını açığa vuramayan, açığa vurduğunda rahatça ifade edemeyen, ifade ettiğinde bunu pratiğe dökemeyen küçücük bir toplumun inancını yaşama çabası, zaten cihad halinin süreklileşme biçimidir. Kur’an cihada bu anlamı yükleyerek Müslümanların Müslüman olarak sürekli bir cihad faaliyeti içerisinde olduğunu ortaya koymuş oluyor.
Cihadın öne çıkan anlamı, Hicrete kadar ilk Müslüman toplumun sabır üzere, gizli veya aşikar biçimde manevi olarak gerçekleştirdiği bir gayret. Mekke’de inen bir sûre olarak Furkan sûresi 52. ayet, ‘Kâfirlere boyun eğme. Bu Kur’an ile, onlara karşı büyük bir gayretle cihad et’ buyuruyor. Burada öne çıkan şey manevi bir mücadeledir, dolayısıyla maddi kılıca dayanan silahlı bir mücadele değil, manevi bir mücadele olarak öne çıkıyor. Bu manevi mücadele de esas itibarıyla üç boyutta kendin gösteriyor: nefisle mücadele, şehvetle mücadele, öfke ile mücadele. Bu kuvveleri hadd-i vasata alma, istikamet üzere kullanma çabası en önlemli cihad olarak karşımıza çıkıyor.
KUR’AN SAVAŞI DA DÖNÜŞTÜRÜYOR
Kur’an tabii ki cihadın savaş anlamını yok saymıyor, reddetmiyor. Ama bu ne zaman ortaya çıkıyor? Bu esas itibarıyla Medine’ye hicret ettikten sonra başlıyor. Hicret kavramı da burada imanla ve cihadla ilişkilendirilmesi gereken bir kavram olarak öne çıkıyor. Çünkü hicret esas itibarıyla terk etmek anlamını taşıyor. Neyi terk ediyoruz? Bâtılı terk ediyoruz, hakka hicret ediyoruz, karanlıktan, zulmetten nura hicret ediyoruz. Dolayısıyla yaşadığımız mekânda inancımızı yaşama imkânımız kalmamışsa, hicret bize inancımızı yaşayabileceğimiz başka bir alan açıyor.
Müşrikler, Müslümanlar Medine’ye gittiğinde de Müslümanların hem inancına hem hayatına, canlarına ve mallarına düşmanlık yapmaya devam ediyorlar ve biliyoruz ki geliştirmeye çalıştıkları ittifaklar üzerinden yavaş yavaş Medine’yi de Müslümanlar için bir yaşama alanı olmaktan çıkarma çabası içerisine giriyorlar. Bedir sonuçta bu şekilde ilk savaş olarak ortaya çıkıyor. Süreç içerisinde Müslümanlara saldırıyorlar, işte bu saldırı durumu karşısında İslamiyet Cahiliye toplumunun cihadı savaş üzerinden anlama biçimini de tadil edip dönüştürdüğü gibi, Kur’an savaşı da dönüştürüyor. Öyle herhangi bir şey için savaşamazsın, saldıramazsın. Hangi durumda fiili güç kullanabilirsiniz? Ancak saldırıya maruz kalırsanız. Dolayısıyla savaş anlamında cihad Kur’an’da öncelikle kendinizi savunmaya dönük bir güç kullanmayla sınırlanır. Bedevi savaş kültüründe böyle bir şey söz konusu değildir, savaşın sınırı yoktur. Kur’an savaşa bir sınır ve ahlak getiriyor. Kadınlar, yaşlılar, engelliler, savaşa dahil olmayanlara ilişilmez, insanların temel ihtiyaçlarını karşıladığı su kaynakları dokunamazsınız. İslamiyet iki sınır getiriyor: 1. Saldırı savaşı yapamazsın, kendini savunmak için savaşabilirsiniz. 2. Çok daha önemli bir dönüşüm daha yapıyor ve insanlığın bugün ortak mirasını oluşturan uluslararası insani hukuk denen savaş hukukunu ortaya çıkarıyor: Tabiata zarar veremezsiniz. Savaş meydanında olmayan, sizinle doğrudan savaşmayan diğer insanlara zarar veremezsiniz, onların hayatlarına, canlarına kast edemezsiniz diyerek, hem kullanılan silahlar açısından hem de hedeflenen kişiler açısından ahlaki ve hukuki sınırlar koyuyor. Yine ganimet var, ama ganimet için savaşamazsın. Savaş cihad anlamını taşıdığı zaman ganimet meşru, esir alabilirsin yine ama onlara kötü davranamazsın.”
CİHADIN SAVAŞ ANLAMINDA BİR MEŞRUİYET ZEMİNİ VAR
Metin Karabaşoğlu şöyle bir katkıda bulundu: “Yani şöyle diyebilir miyiz buna göre. Ganimet meşru, ama ganimet için savaş meşru değil.”
Ahmet Yıldız: “Cihadın savaş anlamında bir meşruiyet zemini var, meşru olması gerekir bu savaşın. Savunmaya dayanma, yani kendinizi, haklarınızı koruma, zulme maruz kalmama, inancınızı serbestçe yaşayabilme amaçlarına dönük olması gerekir. En temel meşru gerekçe, tevhid ve adalete karşı şirkin dayatılması, insanların inanç hakkının serbestçe kullanılmasının ellerinden alınması ve onlara zulmedilmesi. Bu zulmetme sizin canınıza yönelebilir, malınıza yönelebilir. Dolayısıyla bunu ortadan kaldırmaya dönük olarak meşru bir şekilde silah kullanabilirsiniz.
Eğer savaş durumunda değilseniz, süreklilik arz eden cihad, sizin nefsinizle ve şeytanla yaptığınız cihaddır. Bunun ötesine geçtiğimizde, hakikati doğru bir şekilde, en güzel sözle, hikmetle anlatma anlamı devreye girer ki, bu manevi cihaddır. Tebliğ de bunun içerisine girer. İslam ümmetini diğer ümmetlerden ayırt eden, onları Kur’an’ın ifadesiyle en hayırlı ümmet haline getiren, insanlar arasından seçilmiş hayırlı bir ümmet kılan bir özelliği var: hayrı, iyiliği emretme ve kötülükten sakındırma. Bu da manevi cihadın fiilî boyutu olarak karşımıza çıkıyor. Bu, cihad için hangi araçları kullanırız sorusunu beraberinde getirir. El, ile dil ile, hal ile, ilim ile bu cihad yapılır. Yine bu anlamda en faziletli cihadlardan birisi de, bizzat Hz. Peygamberin ifadesiyle, zalim hükümdara karşı hakkı söylemektir.
Cihad kıyamete kadar sürecektir. Hak ile bâtılın mücadelesi bitmeyecek, iman ile küfür mücadelesi bitmeyecek, adalet ile zulüm mücadelesi bitmeyecek, tevhid ile şirk mücadelesi hiçbir zaman bitmeyecek. O zaman cihad bitmeyecek. Cihad Müslümanda bir sinerji oluşturuyor. Mücahid olma çerçevesi içerisinden onu Allah’la sürekli bağlayan, Allah’la bağlanan için hüznün, korkunun olmadığı, kaybedecek bir şeyin bulunmadığı ve karşılığında ebedi cennetin vaad edildiği bir süreç olarak algılanmasına yol açar.”
KUR’AN, CİHAD DİYE İÇ SAVAŞA İZİN VERMİYOR
Metin Karabaşoğlu: “İki husus arz etmek istiyorum: Birincisi, siz Cahiliye döneminde de cihad kavramı vardı ama o Kur’an’ın tarif ettiği cihaddan tamamen apayrı, bambaşka bir şeydi dediniz. Kur’an’ın cihad kelimesine yeni ve manevi boyut katttı, maddi boyutu, savaş boyutu da var ama ona da hukuk sınırları belirlenmiş bir format kazandırdı diye ifade ettiniz. Buna göre, cihadla ilgili ayetlere baktığımızda Mekki-Medeni farketmeksizin onun üzerinde ayette tekrar tekrar gördüğümüz üzere cihad kelimesinin yanına hemen ‘fî sebilillah’ kaydının eklenmesi cihadın Allah yolunda ve Allah’ın belirlediği ölçüler dahilinde olduğunu ve yanlış, arızalı, zulümlü bir mücahede ve mücadele anlayışına Cenab-ı Hakk’ın asla razı olmayacağını ve müsaade etmeyeceğini teyid ve te’kid anlamında mı acaba diye düşündüm.
İkinci nokta, çok güzel açıkladınız, sadece Medine dönemi ayetlerinde değil, Mekke şartlarında da, Mekki ayetlerde de cihad kelimesi geçiyor dediniz. Dolayısıyla müminler imanlarıyla ve yapılan zulüm ve baskılara karşı sabırlarıyla cihad edip mücahid oluyorlar orada da. Daha kıtâl ayeti, cihadın savaşa bakan boyutuna dair bir emir ve hüküm gelmediği halde... Yani şöyle bir yorumda bulunsam, aşırı bir yorumda mı bulunmuş olurum: Kur’an cihad diye iç savaşa izin vermiyor. Mekke’de kıtâl tarafına dair bir hüküm gelmemesinden böyle bir yorum çıkarabilir miyiz? Çünkü günümüzde zaman zaman iç çatışmalarda kendi pozisyonunu cihad üzerinden ifade edenlerin ortaya çıktığını görebiliyoruz.”
Ahmet Yıldız: “Müslümanın Müslümana karşı cihadı olmayacağı gibi, böyle bir araçsallaştırma asla mümkün değil, iç siyasi çatışmalarda bu kavramın kullanılması maalesef cihad kavramının tarihte gördüğümüz suiistimallerinden birisidir. Mekke şartları açısından düşündüğümüzde Müslümanlar son derece küçük bir topluluk. Dolayısıyla oradaki cihad esas itibarıyla Müslüman olarak var olabilme ve bunu ifade edebilme çabası var, bunun ötesinde bir cihad söz konusu olamaz zaten. Hatta bu yola başvurulsa muhtemelen müşrikler memnun olurdu, çünkü Müslüman topluluğunu maddi anlamda kolayca bertaraf edebilirlerdi. Müslümanlığın gücü o kılıç gücünden kaynaklanmıyor; insanların kalplerine nüfuz edebilmesinden, akıllarını ikna edebilmesinden, güzel söz ve hikmetle insanlara ulaşabilmesinden kaynaklanıyor.”
KUR’AN HER KAFİRİ SAVAŞILMASI GEREKEN KİŞİ OLARAK TARİF ETMİYOR
Metin Karabaşoğlu: “Genel olarak dindarların zihninde var olan, biraz da sanki tarihin yanlış, abartılı ve hamasi sunumuyla da irtibatlı olsa gerek diye düşündüğüm şöyle bir algı ve bir anlayış var: Kâfirle cihad edilir. Bir kişi kâfirse o her hâlükârda savaşılması gereken kişidir. Oysa Kur’an kâfirler arasında bir ayrım yapıyor. Mümtehine sûresi 8-9. ayetlerde bu ayrım net. Bir tarafta din konusunda sizinle savaşıp sizi yurdunuzdan çıkarmaya çalışanlar, bir de din konusunda sizinle savaşmayan ve sizi yurdunuzdan çıkarmaya çalışmayanlar... Bilakis bu ikinci gruba karşı adil olunmasını Allah emrediyor. Bu konu da herhalde çok gündeme getirmemiz gereken bir konu diye düşünüyorum.”
Ahmet Yıldız: “Kur’an her kâfiri savaşılması gereken kişi olarak tarif etmiyor. Yani inançsız her kişi dinî davetin muhatabıdır, ancak o anlamda cihadın konusudur diyebiliriz. Ama onun inançsız olması kıtâl, yani savaş konusu değildir. Ancak zulüm söz konusu olduğunda kıtâl/savaş durumu gündeme gelebilir. Kur’an’da karşımıza bu açıdan son derece önemli bir ayet çıkıyor: “Kâfirlerle ve münafıklarla cihad et” diyor ayet-i kerime (Tevbe, 73). Münafıklarla cihad nasıl olur? Münafık gizli kâfirdir. Küfür içinde olduğu halde bunu ifade etmeyen, kendisini Müslüman gibi ortaya koyan kişidir ve siz buna karşı kıtâl anlamında cihad yapamazsınız, ona Müslüman muamelesi yapmak zorundasınız. O zaman anlıyoruz ki, cihadın sebebi küfür değil, zulümdür. Dolayısıyla şirk ve zulüm cihadın temel motivasyonları olarak ortaya çıkar. ‘Küfür devam eder zulüm devam etmez.’ Zulüm âdetullaha aykırıdır, küfür imtihan vesilesidir, şirk ise en büyük zulümdür. Şirkte Allah’a ortak koşmanın dayatılması vardır, dolayısıyla da bunun izalesi şarttır.
Şimdi karşımıza çıkan şey; Müslüman olmayanlara sırf Müslüman olmadıkları için savaş açmak gibi bir durum asla meşru değildir, bu cihad değildir. Dinde zorlama olmadığı için, din bir imtihan olduğu için, küfürden dolayı cihad olamaz. Hakikaten dinin Allah’a has kılınması, ihlasla yaşanması anlamına geliyor. Allah’ın emrettiği dini, doğru İslamiyet’i, İslamiyete layık doğru bir şekilde, takva üzerinden hayata taşımamız gerekli kılıyor; ama biz bu ikisini de perdelersek, o zaman İslamiyet bizden uzaklaşır. Zulüm nasıl adalet külahını giyiyorsa, maalesef terör de cihad külahını giyebiliyor.”
DİNDE DERİNLEMESİNE BİR KAVRAYIŞ, İLİM SAHİBİ OLMAK DA ÇOK DEĞERLİ
Metin Karabaşoğlu: “Kur’an onun üzerinde ayetle cihadı emrederken, öbür tarafta Tevbe sûresi 122. ayette “Müminlerin hepsi toptan seferber olacak değillerdir. Öyleyse onların her kesiminden bir grup da, din konusunda köklü ve derin bilgi sahibi olmak ve döndükleri zaman kavimlerini uyarmak için geri kalsa ya!” diye buyuruyor. Hepiniz birden cihada gitmeyin. İçinizden bir grup geride kalsın, dinde tefakkuh etsin, derinlemesine bir kavrayış sahibi olsun. Ola ki uyarılmanız gerekir. Yani cihad çok değerli ama dinde tefakkuh etmek, dinde derinlemesine bir kavrayış, ilim sahibi olmak da çok değerli. Öyle ki, mücahidin de uyarılmaya ihtiyacı olabilir. Allah’ın dinini anlama yolundaki ilim çabalarının da bu kapsamda övüldüğü görüyoruz. İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin, Kur’an’daki bütün bu cihadla ilgili hükümlerden, özellikle kıtâl ile ilgili hükümlerden hareketle getirdiği bir yorum, izah var, onunla noktalayalım: ‘Mütecaviz kimselerle, saldırgan kimselerle, kâfir oldukları için değil, haddi aştıklarından, hadde tecavüz ettiğinden dolayı savaş! Adil topluluk ve adil yöneticiyle beraber ol!’”
Program günün duasıyla son buldu.
“Bir Bayramdır Ramazan” programını, Ramazan ayı boyunca her gün saat 18.00’de Şekercihan YouTube kanalından takip edebilirsiniz.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
teşkkkürler güzel yazı.
Yanıtla (0) (0)