Misafir Kalem
Kur’an’da savaş hukuku mucizesi
“Ele geçen her adamın gövdesi delik deşik edilecek ve tutulan her adam kılıçla düşecek. Yavruları da gözleri önünde yere çalınacak, evleri çapul edilecek ve karıları kirletilecek.” İşaya, Bab 13 / 15
“Onların herşeylerini tamamen yok et ve onları esirgeme; erkekten kadına…çocuktan, emzikte olana, öküzden koyuna, deveden eşğe kadar hepsini öldür...” I. Samuel, Bab 15 / 3
“Ve İsrail onun mirasının sıptıdır; ismi orduların Rabbidir. Sen Benim topuzum ve cenk silahımsın; ve seninle atı ve binicisini kıracağım; ve seninle erkeği ve kadını kıracağım; ve seninle genç adamı ve erer varmamış kızı kıracağım; ve seninle çobanı ve sürüsünü kıracağım ; ve seninle çiftçiyi ve çiftini kıracağım; ve seninle valiyi ve kaymakamı kıracağım.” Yeremya, bab 51 / 19-23
“Ancak Tanrınız Rabbin miras olarak size vereceği bu halkların şehirlerinde soluk alan hiçbir canlıyı yaşatmayacaksınız.” Tesniye; 20/16
“Şimdi git, Amelikalılara/Amaleklere saldır. Onlara ait her şeyi yok et, hiçbir şeyi esirgeme. Kadın, erkek, çoluk-çocuk, öküz, koyun, deve, eşek hepsini öldür.” 1. Samuel, 15/3
”Tanrınız Rab kenti elinize teslim edince, orada yaşayan bütün erkekleri kılıçtan geçirin. Kadınları, çocukları, hayvanları ve kentteki her şeyi yağmalayabilirsiniz. Tanrınızın size verdiği düşman malını kullanabilirsiniz . Yakınınızdaki milletlere ait olmayan sizden çok uzaktaki kentlerin tümüne böyle davranacaksınız.” Tesniye, 20; 13-15
Bu dehşet ifâdeleri duyunca sanırım birden irkildiniz ve bu adam bize ne demeye çalışıyor diye düşündünüz. Şunu demeye çalışıyorum kısaca:
Eski Ahid’deki şiddet içeren, muhtemelen insan yorumu karışmış bu gibi ifadeler yüzünden bütün Hıristiyan ve Yahudileri potansiyel suçlu ilan etmek imkansızdır.
Ancak dünyadaki şiddetin ve terörün kaynağını Kur’an’da aramaya çalışan kimi İslam karşıtlarının, Kur’an’daki adaletli emirleri abartarak dillerine dolamaları; yukarıda paylaştığım abartılı ifadeler karşısında oldukça sakin görünmelerini de anlamak imkansız.
“Çocukları, kadınları öldürün. Hayvanları bile öldürün. Hatta bütün canlıları öldürün.”
Bugünkü anlayışa göre “soykırım ve terör isteği” olarak nitelenebilecek bu emirler muharref Tevrat’ta açıkça bulunuyor. Şimdi birileri çıkıp da Eski Ahid’in bütün dünyada yasaklanmasını mı isteyecek? Mesela Amerikan askerleri ellerine Eski Ahid alıp yere atacaklar mı? Ya da ABD’li kimi papazlar bu ifadeleri delil gösterip Tevrat’ı yakacaklar mı?
Ben böyle bir şeyin olmasını asla istemem. Hatta bu gibi Tevrat karşıtı isteklere bütün gücümle karşı çıkarım. Çünkü Tevrat benim de iman etmem gereken Kutsal Kitaplardandır. İçindeki kimi tahrifler nedeniyle Tevrat’a hakaret edemem. Üstelik inandığım Kur’ân-ı Kerim’e göre bütün kitaplı dinler yaşamalıdır.
Hatta Kur’an bunun için, bu kitaplı dinleri korumak adına “Ehl-i Kitap” kavramını getirmiştir. Onların korunması gereken ayrı hukukları vardır. Hem de çoğu zaman Müslümanlar’dan daha fazla imtiyazları vardır. Binlerce yıldır Müslüman memleketlerde Yahudilerin, Hıristiyanların bir arada yaşadığı düşünülünce bu hakların varlığı daha iyi anlaşılabilir.
Bugün batı medeniyeti için düşman olarak nitelenen bazı İslam ülkelerinde bile pek çok Hıristiyan ve Yahudi tebaa yaşamaktadır. Onların canları, malları ve ırzları yasalar tarafından da korunmaktadır. Bu binlerce yıl önce de böyleydi, şimdi de böyledir.
Osmanlı Devletinin tek vârisi olan Türkiye’de halen pek çok Kilise ve Havra vardır. Yahudiler ve Hıristiyanlar özgürce ibâdetlerini yapabilmektedirler. Hatta bu konuda yerel din mensuplarından daha da özgürdür onlar. Binlerce yıl öncesinde de durum bugünkünden elbette daha iyiydi. O halde şu anlaşılmalıdır ki, İslamiyet anti-Semitizm ya da anti-Hıristiyanizm gibi genellemeci akımlara kesinlikle geçit vermemiştir.
Ancak şu da bir gerçektir ki Avrupa’da şimdi bile minarelerden ezan okunamamakta, halen Atina’da Müslümanlar için bir Cami dahi yapılamamaktadır. Bu da Batı’da Müslümanlara karşı genellemeci bir nefret dilinin halen hakim olduğunu göstermektedir.
Demek ki Kur’an merkezli bir Hıristiyanlık ya da Yahudilik düşmanlığı diye bir şey yoktur. Allah kendi gönderdiği dinlerin mensuplarına düşman olabilir mi? Allah önceki milletlere gönderdiği İslam dinindeki bozulmaları düzeltmek istemekte ve bu dinlerin tabilerini de sadece ikaz etmektedir.
Elbette Kur’an, genelleme yapmadan“bazı dini grupların planlarına karşı dikkat edin, uyanık olun” gibi emirlerde bulunuyor ama “şu din mensuplarını, şu milletin ferdlerini soykırıma uğratın, onları kadın çocuk demeden yok edin” gibi emirler asla bulunmuyor.
Kaldı ki Kur’an’ın adil hükümleriyle sık sık uyardığı Orta Çağ Kilisesinin uygulamalarına, kimi din mensuplarının menfaatçi bazı uygulamalarına, Hıristiyanların, Yahudilerin bizzat kendileri kanlı isyanlarla baş kaldırmamış mıydı?
Şimdi Kur’ân-ı Kerim’in şiddeti teşvik ettiği saçmalığına delil gösterilen âyetlere bakalım ve bu ayetlerin aslında mucize olduklarını anlayalım:
“Sizinle savaşanlarla, Allah yolunda savaşın, fakat haksız yere saldırmayın. Allah haksız yere saldıranları sevmez” Bakara-190
“Ey iman edenler savunma tedbirinizi alın da, bölük bölük savaşın ya da hep birlikte savaşın” Nisa-71
“Size ne oluyor ki, ‘ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’
Nisa Sûresi-75
“Sizinle toptan savaştıkları gibi siz de müşriklerle savaşın.” (Tevbe 36)
“..... Hem onlar Sizinle savaşmadıkça, siz de onlarla Mescid-i Haram yanında savaşmayın!..... Sonunda vaz geçerlerse artık muhakkak ki Allah Gafurdur (Bağışlayıcıdır), Rahimdir (çok merhamet edendir)O halde bir fitne kalmayıncaya ve din sâdece Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın. Fakat vaz geçerlerse, o takdirde zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur. Haram ay haram aya bedeldir ve hürmetler karşılıklıdır. Öyle ise size kim saldırsa siz de ona size saldırdığının misliyle saldırın; fakat Allah’tan sakının ve bilin ki Allah takva sahipleriyle beraberdir. Hem Allah yolunda sarf edin, kendinizi ellerinizle tehlikeye atmayın ve iyilik edin!Çünkü Allah iyilik edenleri sever.” (Bakara 191-195)
Ancak o kimselere dokunmayın ki, sizinle aralarında anlaşma olan bir kavme sığınmış bulunurlar. Yahut ne sizinle, ne de kendi kavimleriyle savaşmayı gönüllerine sığdıramayıp tarafsız olarak size gelmişlerdir. Eğer Allah dileseydi, onları size musallat kılardı, onlar da sizinle savaşırlardı. Eğer onlar sizden uzak dururlar, sizinle savaşmayıp size barış teklif ederlerse, Allah, sizin için onlar aleyhine bir yol vermemiştir. ( Nisa 90)
Örneklerden de anlaşılacağı gibi Batı medeniyetinin kaynaklarından birisi olan Eski Ahid’in muharref ayetlerindeki sınırsız şiddetle; Kur’ân-ı Kerim’in kurallı savaş ayetleri arasında hiçbir benzerlik yok. Kur’ân-ı Kerim ayetlerindeki hükümler bugünkü askeri hukuk kurallarına göre bile çok adâletli, merhametli savaş hükümleridir.
Şunu da hatırlamak gerekir. Kur’ân-ı Kerim’deki bu gibi ayetler “Medine Şehir Devletine” yönelik ayetlerdir. Dolayısıyla adil bir Medeniyeti inşa etmek için gerekli hükümleri de ihtiva ediyorlar. Yâni “Devlet Askeri Hukuku” çerçevesinde incelenmesi gereken âyetlerdir. Bu âyetlerin uygulanmasıyla ilgili kararları bireyler değil devletler verir. Zâten ayetlerdeki ifâdelerden de bu anlaşılmaktadır. Bu ayetlerin hükümleri döönük değil, siyasi otoriteye dönüktür. Yâni bir şahıs ya da bir cemaat kafasına göre “savaş” kararı alamaz. Buna göre bir devletin hangi durumlarda savaşabileceği bu Kur’an ayetleriyle açıkça ortaya konmuş olur.
Kur’an-ı Kerim, Eski Ahid’deki muharref kimi savaş hükümleriyle materyalist felsefenin acımasız yöntemleri arasında bir tercih yapmak zorunda bırakılan insanlığa bir başka kapıyı, Gerçek Adalet kapısını aralamıştır.
Bu arada Haçlı Savaşları dahi açıkça göstermektedir ki, İncil’in sevgi dolu görünen kimi ifadeleri devletler arasındaki hukuka yönelik değil, daha alt yapıda, toplum arasındaki ilişkileri düzenlemek için buyurulmuş hükümlerdir. “Tokat atana öbür yanağını çevirmek” gibi hükümlerin devletler arasındaki hukukta uygulanamayacağı ortadadır.
Peki, Kur’ân-ı Kerim’in Savaş Hukukundaki mucizevi inkılabı nedir? Kur’ân-ı Kerim devletler hukuku için 1400 yıl önce hangi yenilikleri getirmiştir?
1- Ayetlerde tekrarlanan “Sizinle savaşanlarla, sizinle savaşmadıkça” kayıtları açıkça bir saldırı olmadan savaş edilmemesi gerektiğini öğütlüyor. Bu da bugün bütün devletlerin kabul ettiği bir prensiptir.
2- “Savunma tedbirinizi alın” Kur’an’ın emrettiği savaş “savunma” amaçlı bir savaştır. Bunu bugünkü devletlerin askeri hukuklarında da görmek mümkündür.” Nisa-71
3- “Savaş zulme uğrayan çocuk, kadın ve yaşlıların, zâlimlerin elinden kurtarılması için yapılır” (Nisa Sûresi-75) İşte BM, NATO yokken Kur’ân-ı Kerim benzer ama daha adil bir misyonu bu âyetleri ile insanlığa emretmiş. Ancak Kur’ân-ı Kerim adaleti uygulamayı bir kaç güçlü devletin tekeline değil, bütün insanların ortak meşveretine bırakır.
4- “Savaşan taraflardan biri barış isterse, savaştan vaz geçerlerse onlarla savaşılmaz” Bakara 192 Bu ayetin ne derece adil açılımları olacağını siz düşünün.
5- “Zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur.” Yâni bir devletin sınırlarını ihlal ederek, o devletin mazlum halkına zulm etmek isteyenlerle elbette savaşılacaktır. Bu bugünkü savaş hukukunda da kabul edilmektedir.
6- “Savaşta aşırı gidilmemeli, Allah’tan sakınılmalı, insanlara zulm edilmemeli, soykırım yapılmamalı ve hatta iyilik edilmeli” Bakara 194-195 Görüldüğü gibi bu hükümler de savaşın gelişi güzel yapılamayacağını ortaya koyuyor. Savaşta bile olunsa Allah’tan korkmak gerektiği, esirlere iyilik yapmak gerektiği açıkça ifâde ediliyor.
7- “Barış daha hayırlıdır.” (Nisa 128, Fussilet 34) Barışı her zaman için daha hayırlı gören Kur’an, aile hayatından sosyal hayata kadar tüm dünyada kavgasız, barış dolu bir dünyayı hedef gösterir.
Şimdi Birleşmiş Milletlerin kuvvet kullanımıyla ilgili bâzı ilkelerine bakalım:
“Bu Antlaşma’nın hiçbir hükmü, Birleşmiş Milletler üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya hedef olması halinde, Güvenlik Konseyi uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan bireysel ya da ortak meşru savunma hakkına halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi'ne bildirilir ve Konsey'in işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez” (Madde 51)
(Hazırlanma Tarihi: Ekim 2005, s. L. USAK Uluslararası Hukuk Notları)
Günümüz dünyasında da ülkelerin herhangi bir saldırı sonucunda kendilerini silahlı olarak savunabileceği ifâde ediliyor. Bu durumda Kur’ân-ı Kerim’in “zâlimlerden başkasına düşmanlık yoktur” sözünün evrenselliği açıkça anlaşılıyor. Aşağıdaki ayetler meşru savunma hakkı için savaşmayı öngören âyetlerdir:
“Sizinle savaşanlarla, Allah yolunda savaşın, fakat haksız yere saldırmayın. Allah haksız yere saldıranları sevmez” Bakara-190
“Ey iman edenler savunma tedbirinizi alın da, bölük bölük savaşın ya da hep birlikte savaşın” Nisa-71
Ülkelerin barışı için savaşı destekleyen Birleşmiş Milletler Sözleşmesinin bir başka maddesine daha bakalım:
42. Madde
Güvenlik Konseyi, 4. Madde'de öngörülen önlemlerin yetersiz kalacağı ya da kaldığı kanısına varırsa, uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için, hava, deniz ya da kara kuvvetleri aracılığıyla, gerekli saydığı her türlü girişimde bulunabilir. Bu girişimler gösterileri, ablukayı ve Birleşmiş Milletler üyelerinin hava, deniz ya da kara kuvvetlerince yapılacak başka operasyonları içerebilir.
43. Madde
1. Birleşmiş Milletler'in tüm üyeleri, uluslararası barış ve güvenliğin korunmasına katkıda bulunmak üzere, Güvenlik Konseyi'nin çağrısı ile özel anlaşma ya da anlaşmalar uyarınca, uluslararası barış ve güvenliğin korunması için gerekli silahlı kuvvetleri ve geçit hakkını da içine almak üzere her türlü yardım ve kolaylığı Konsey'in hizmetine sunmayı yüklenirler.
2. Bu anlaşma ya da anlaşmalarda, sözkonusu kuvvetlerin sayısı, niteliği hazırlık derecesi ve genel mevkileri ile, sağlanacak kolaylık ve yardımın niteliği belirlenecektir.
3. Anlaşma ya da anlaşmalar, Güvenlik Konseyi'nin girişimi ile, mümkün olan en kısa zamanda görüşülecektir. Anlaşmalar, Güvenlik Konseyi ile örgüt üyeleri arasında ya da Güvenlik Konseyi ile ülke grupları arasında yapılacak ve imzalayan devletlerce, herbirinin anayasası gereğince, onaylanacaktır.
(Hazırlanma Tarihi: Ekim 2005, s. L. USAK Uluslararası Hukuk Notları)
Kur’ân-ı Kerim de erkek, kadın ve çocuklardan oluşan zulme uğramış topluluklar adına savaşma seçeneğini öneriyor:
“Size ne oluyor ki, ‘ey Rabbimiz, bizi halkı zalim olan şu memleketten çıkar. Bize, tarafından bir sahip gönder. Bize katından bir yardımcı gönder’ diyen erkek-kadın ve çocuklar için Allah yolunda savaşmıyorsunuz?’’
Nisa Sûresi-75
Aslında devletleri ilgilendiren bu mucizevi âyetler hakkındaki korku “Bireyler de bu âyetleri uygulamaya kalkarsa, o zaman ne yaparız?” düşüncesinden ileri geliyor.
Böyle bir korkuya gerek olmadığı dünyanın her tarafındaki binlerce yıllık uygulama ile ortaya konmuş durumdadır. İslam aleminde savaşları binlerce yıldır devletler başlatır, devletler bitirir. Devletten bağımsız yerel şiddet arayışları her zaman için “isyan”, “baş kaldırı” olarak algılanmış ve İslam devleti tarafından etkisizleştirilmiştir. En geri, en yoksul İslam ülkelerinde bile vakıada durum böyle olmuştur.
Yâni “hem İslam bilginlerine, hem de tüm Müslümanların ortak kabulüne göre savaş kararı ancak devlet kurumu tarafından alınmıştır.”
Günümüz dünyasında İslam adına, devleti yok sayarak gerçekleştirilen şiddet eylemleri, gerçekte materyalist felsefenin etkisiyle Avrupa’da doğmuş “terör, anarşi” vb. hareketlerin izdüşümünden ibarettir.
Hasan Sabbah’ın nokta atışla gerçekleştirdiği “tedhiş” daaliyetleri bile batı kaynaklı masumlara yönelik terör eylemleri yanında oldukça masum kalır. Üstelik Sabbah’ın İslam kaynaklı olmayan tedhiş metotları da o günlerde “fitne ve fesad” olarak görülmüş, İslam devletleri bu fitneyle mücadele için ciddi önlemler almışlardır.
İnsanlığa düşen; Kur’an’ın aydınlık hükümlerini anlamsız tarafkirlerin saikiyle karalamak değil, onun adil hükümlerinden azami derecede istifade etmeye çalışmaktır.
Bize düşense, Kur’an’ın hakikatlerini dilimiz döndüğünce anlatmak, insanlığı hakikatin sonsuz aydınlığına sabırla davet etmektir. (OD)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.