Kutsal ittifakların zevali ve Ergenekon
Doç. Dr. İhsan S. Yılmaz, Ergenekon etrafından cereyan eden gelişmeleri Risale Haber için kaleme aldı...
Doç. Dr. İhsan S. Yılmaz'ın yazısı:
Kutsal İttifakların (!) zevali mi?
Kökeni, İttihat ve Terakkiye kadar uzanan ve uzun süredir Türkiye gündemine oturan bir oluşum. DNA’sının kodu ihtilaller üzerine kurgulanmış bir oluşum. Her dönem farklı bir oyunun senaristi ve üstlendiği misyonun aktif aktörü olan bir oluşum. İsimleri zaman zaman değişse de, çıkış noktası değişmeyen bir oluşum.
Bu oluşumu, çok fazla gerilere değil de 80’li yıllardan alarak analiz etmeye çalışacağım. Malum bu yıl çoğulcu demokrasinin üçüncü kez askeri güçle halka rağmen kesintiye uğratıldığı çok hassas bir dönem. Dönemin askeri otoritesi kendince geliştirdiği kuramlarla, ihtilale meşruiyet kılıfı giydirip, dönemin siyasal idaresini hiçe saymış, tüm anayasal kurumları işlemez hale getirmiş, hatta kanunlar üzerinde ileride çözülemez derinlikte karmaşaya neden olan düzenlemelere gitmiştir.
Siyasi literatürde yaygın kullanılan bir ifade vardır; “orantısız güç kullanımı”. Görünürde masum ve ülkenin yüksek çıkarları gözetilmiş bir uygulama gibi vurgulansa da, aslında askeri otoritenin yaptığı bu manadan farklı bir durum değildi. Sözde ülke adına yapıldığı iddia edilen ancak meşru zeminde üretilemeyen çözüm askeri güç unsuru ile sağlanmaya çalışılıyordu. Uygulanan ihtilalin en etkili ürünü bugün pek çok hukukçunun tartıştığı 81 Anayasası ve bu dönemden üç yıl sonra bir kanun ile ülkemize kazandırılan etkili ve icraatları gündemden düşmeyecek bir kurum olan Yüksek Öğretim Kurumu olmuştur.
Özal döneminde aslında ileride kutsal ittifaka dönüşecek olan bu oluşumlar sezildi fakat dönemin siyasal temsilcileri gereken önlemleri almakta ve bertaraf etmekte yeterli performans sergileyemedi. Zaten şaibeli bir şekilde ömrü de iktifa etmedi.
Burada bir şeye dikkati çekmekte yarar görüyorum; 90’dan sonra gelen siyasal misyonların özellikle kendisini İslam çıkışıyla lanse etme gayretinde olan Siyasal İslamcı kesimi belki de zikrettiğimiz oluşumun aktivitesine neşv-ü nema bulmasına sebep olan uygulamalarıyla adeta meşhur 28 Şubat’ın mimarlarına zemin hazırlamış ve istedikleri kozları izhar etmiştir. İster bilerek, bilmeyerek olsun, sunulan kozların sürecin gelişmesinde ve oluşumun güçlenmesinde önemli bir etken olduğu yadsınamaz. Postmodern diye nitelenen 28 Şubatın mimarları bu ele geçmez fırsatı iyi değerlendirmiş ve durumdan kendilerine vazife çıkararak, irtica ile mücadele adı altında milli seferberlik başlatmışlardı.
Buradan itibaren 28 Şubatı kurgulayan senaristleri ve uygulayan mimarları biraz açmak gerekiyor, böylece oluşumun bu günkü halkasıyla aradaki bağı rahat kurabilelim. Askeriye içinde kendilerini milli mütarekeci gören bazı subaylar, ülke adına her uygulamayı ister meşru olsun, ister olmasın mübah görüyor, icraatlarında fütur sergilemiyordu. Bu eksende gelişen ittifaka yargının değişik kademelerinden benzer düşünce sahipleri, zamanın YÖK kurul üyeleri ve basının 28 Şubat destekçileri de katılınca kutsal çerçeve tamamlanmış oluyordu. Bu aşamadan itibaren oluşan kutsal ittifak icraata dönük uygulamalarında paslaşmaya devam edecektir. Dönemin YÖK başkanı kutsal ittifaktan aldığı güçle özgürlüklerin ve özerkliğin merkezi, beşiği akademik dünyada adeta şövalye kesilmişti. Hafızamızı biraz yoklarsak, en bariz örneği olan Dönemin Rektörü ve şu an İçişleri Bakanı olan Prof. Dr. Beşir Atalay olmak üzere pek çok rektöre görevden el çektirmiş, pek çok akademisyeni meslekten ihraç etmiş ve üniversiteleri kendi eksenine biat ettiren adeta küçük krallıklara teslim etmişti. İsmen ve resmen özerk olarak nitelendirilen Üniversite camiasında hala bu sinmişlik hakimdir. Dönemim edilgen karakterli zorlamayla oluşturulan hükümeti ve hükümetin siyasal mensupları bu oluşumun güdümünde başta üniversitelerde geliştirilen sindirme operasyonunu farklı birimlere kanun hükmünde kararnamelerle yaygınlaştırmak istemekle tarihi bir talihsizliğe ve vebale imza atmıştı. Millet adına düşünülen kurgu; kendilerini milli mütarekeci lanse eden asker, akademisyen ve yargı ittifakında hazırlanıyor, basının kiralık tezgahında pişiriliyor ve dönemin ısmarlama hükümetinin sofrasında servise sunuluyordu. Şu an bile tüyleri ürperten bir durum…
Yine 2000’li yıllarda ilginç bir durum yaşandı. 80 ihtilalinin bir oldu-bitti ile zaman aşımına uğramasına gönlü elvermeyen Adana Başsavcısı Sacit Kayasu 80 ihtilalinin mimarları adına dava açmıştı. Bu teşebbüs yargıda bir hesaplaşmanın gizli yüzünü de ortaya çıkarmış ve mezkur Başsavcısı Kayasu görevden el çektirilip, emekliye sevk edilmişti. Kutsal ittifak yaptığı her çıkışla, verdiği gözdağı ile gücüne güç katıyor, kendi aralarında yaptığı paslaşmalarla hak aramanın bile önünü tıkıyor, böylece önü alınmaz mağduriyetlere neden oluyordu. Fakat o dönemlerde kimse kurguları geliştiren madalyonun arka tarafındaki senaristleri göremiyordu. Şu an ise akli selim ve sağduyunun gayretiyle yeni yeni gün yüzüne çıkan gizli dolaplar, faili meçhuller zihinlerde bu oluşum hakkındaki kanaatleri şekillendirmeye yetiyor.
Halkın büyük çoğunluğunun tercihiyle yeni bir partinin iktidara gelmesi, yeni bir dönemin sinyallerini veriyordu. Her ne kadar kendine özgü çıkmazları olan ve bazılarının deyimiyle ikinci Özal dönemi olarak nitelendirilen bu yeni oluşum, yine milletten aldığı güçle ve AB yaptırım paketiyle eski tabuları yıkmaya ve ezberleri bozmaya başlamıştı. Özellikle Cumhurbaşkanı seçiminde yaşanan krizden sonra siyasal iktidar gücünü toparlamış ve gerek yargıda, gerekse işleyişin temel fikir babası olan YÖK’te yapılan yeni atamalarla dengeleri değiştirmiştir. Eskiye nazaran, askeriyeden, yüksek yargıdan ve YÖK’ten adeta hükümete ültimatom niteliğinde yapılan açıklamaların önü büyük ölçüde kesilmiş oldu. Gelişmeler Askeriye ve yargı içinde sessizliğini koruyan sağduyu sahiplerinin eteğindeki taşları meydana dökmesiyle yeni boyutlar kazandı. Böylece hepimizin yakından bildiği ERGENEKON operasyonu startını vermiş oldu.
Şu an yargıya intikal etmiş ve her geçen gün yeni isimlerle dalga dalga genişleyen bu oluşumun perde arkasını, derinliğini mutlak manada çözmek ve nerelere kadar uzanacağını kestirmek zor. Ama sonuçta herkesin kafasında kendi algısına göre olaylara yönelik bir derinlik oluşmuş oldu.
Kendilerini ittihatçı ve milli mütarekeci ilan eden emekli askerlerin evlerinde ele geçirilen cephane niteliğinde silahlar, bazı emekli paşalar ve bu paşaların direktifleri ile atanan rektörler arasındaki telefon görüşmeleri, gelişmeleri kendi cephesinden kaygıyla değerlendiren eski yüksek yargı mensuplarının çıkışları, kaygıları, evlerinin aranması, bazı emekli paşaların gözaltına alınması, bazılarının ise tutuklanması, gizli mahfillerle irtibatından dolayı bazı köşe yazarlarının ve patronlarının tutuklanması, bazı eski rektörlerin, eski YÖK başkanının gözaltına alınması, ister istemez akıllarda soru sağanağı oluşturmaktadır. Tüm bunlar ayrıca yaşanılan sürecin vahametini de ortaya koymaktadır. Artık yüksek yargı mensupları bile bir yol ayrımına gelmiş bulunmakta, YÖK çatısı altında ilginç çıkışlar baş göstermektedir.Tüm bunlardan daha ilginç, Genelkurmay gelişmelere yönelik sessizliğini korurken, siyasal muhalefetin sol kanadının temsilcisi gelişmelere veryansın etmektedir.
Bir zamanlar sağduyuyu ortadan kaldırıp, düşüncelere ipotek kurup tek tip vatandaş profili oluşturmak isteyen iktidar sahipleri, mağduriyetten dolayı yapılan hak arayışlarını bile yaptıkları gizli müdahalelerle ihlal ederken, hukukun siyasallaşmasına göz yumarken, şimdi çıkıp hukukun üstünlüğünden bahsetmesi ve hukukun herkese gerektiğini vurgulaması oldukça manidar geliyor. Oysa hukuk insanlığın ortak değeridir, hiçbir zaman belli bir zümrenin haklarına hasredilemez.
Öyle görünüyor ki, artık kutsal ittifakın mensupları Ergenekon sancısıyla zafiyet geçiriyor.