Kuvve-i şeheviyye dalgası

İnsanlık ve millet olarak, Modern Batı medeniyetinin yakıcı ve yıkıcı salvolarına maruz kaldığımızı söylemeye gerek yok. Maddi çıkara, hazza endeksli mekanizma bağımlı bu seküler sistemin iç işleyiş mantığını ve bunun insanla olan ilişkisini anlamak bile oldukça baş ağrıtıcı. Bir iç eleştiri olarak Erich Fromm modernizmi, insana etkisi bakımından, şöyle açıklıyordu.

"Modern Batı medeniyetinde ekonomik sistemin gelişmesini belirleyen “insan için iyi olan nedir?” sorusu, yerini “sistemin gelişmesi için iyi olan nedir?” sorusunu bırakıyordu. Bu yanlış anlayışın insanlara iğne gibi batan sivri gizli ucunu gizleyebilmek için de, “sistemin gelişmesine yarayan her şey insanın refahına ve mutluluğuna da yararlıdır” düşüncesine yaygınlık kazandırıyordu. Bu oluşturulan yapıyı desteklemek için yardımcı etkenler de kullanılıyordu.

Sistemin gerektirdiği bencillik, açgözlülük ve sahip olma ihtirası gibi özelliklerin, insandan doğumla birlikte var olan özellikler olduğu ileri sürülerek, bunların sistemden değil, insanın doğasından kaynaklandığı ispatlanmak isteniyordu. Bencilliğin, açgözlülüğün ve sahip olma ihtirasının bulunmadığı toplumlar “ilkel”, o toplumlarda yaşayan insanlar ise “çocuksu” diye aşağılanmaya çalışılıyordu. 

Netice itibariyle toplum, insanları ikili bir kıskaca almaktadır. Bir yandan akıl dışı ve insan tabiatına ters
tutkular oluştururken, öte yandan da onları aldatıcı kurgular ile doyurmaya çalışmakta ve böylelikle gerçeğin üzerini örtüp, onu sözde bir akılcılığın uğrunda kafese hapsetmektedir."

Hal böyleyken, rahmetli Özal, Modern Batı’yla olan mecburi etkileşimimizi durduğu yerden ülkemiz ölçeğinde değerlendirerek, şöyle diyordu: 

“Bu rejim mühim bir şey yaptı: Türk insanını tüketici yaptı, tüketim ekonomisinin içine soktu. Bu çok mühim bir hadisedir. Bence 1980’e kadar Türk toplumu kanaatkâr bir toplumdu. Kanaatkâr bir toplumda tüketim kapitalizmi yürümez. Bugün illa Batıya uyacağız diyorsak, Batının tüketim kapitalizmine dayanan bir toplum olduğunu kabul etmeliyiz. Tüketim kapitalizmi ise ancak istihlak etmek (tüketmek) isteyen bir cemiyette olur."

Sözü edilen dönem sonrası Batılılaşma sürecinde, bazı sonuçlar ve benzerlikler itibariyle Batılı anlamda bir nispi açılım yaşanmış, bulaşmaktan imtina edeceğimiz şeye mecburen bulaşmış oluyorduk. Ne var ki bugün için Batı’nın modern toplumu, bizim hedef olarak belirlediğimiz çizginin son noktasında sekülerleşmenin öldürücü etkilerinin yaşadığını görmemize rağmen o yönde hız kesmeden ilerlemekteyiz.

Modernizmin fiili yaşantısı bizdeki Batılılaşma süreci olarak etkisini göstermektedir. Batı toplumunu anlamsız ve amaçsızlaştıran bu şehevi-seküler hayatın öldürücü kimyevi gazlarını solumaktayız. İşin tuhaf tarafı öldürücü gazlar taşıyan bu patlamayı, rengarenk havai fişek gibi keyifli bir hal olarak algılamamız ve zararlı gazları oksijen diye ciğerlerimize çekip sindirmemizdir.

Gerçekte vak’a o ki, toplum olarak bir “Kuvve-i Şeheviyye Dalgası”na maruz kalınmıştır. An itibariyle, Batı tipi modern toplumlarda görülen ve de ahlâksızlık ve anlamsızlık eseri olan bir çok bunalım, sosyal hastalık ve çirkin vak’a toplumumuzda fazlasıyla baş göstermeye yetmişti. Öyle ki zevk düşkünlüğü, fuhuş, zina, ırza geçme, gasp, rüşvet, intihar, boşanma boyutlarıyla maddi-manevi fert ve toplumsal kirlenme umulmadık sınırlara ulaşmıştır. 

Kuvve-i şeheviyye duygusu, insanın varlık yapısını oluşturan nefis-kalp-akıl kuvvelerinden nefse ait olup ve insanın tüm fizyolojik ihtiyaç ve arzularını ifade eder. Kuvve-i şeheviyye dalgası, bir sapmadır; fert fert
toplumu içine alan bir ifrat sapması. İnsanın nefse bağlı olan şehevi duygularının (fizyolojik istekler) kışkırtılarak ifrat düzlemde yapılanmalarıdır.

Sosyo-fonksiyonel anlamda ise aynı duyguların sekülarite ve modernitenin hakim değerleriyle kışkırtıcı bir güdüleme sonucu bu azgın duyguların bir yaşam biçimi şeklinde fert ve toplum hayatında belirleyici olmasıdır. Baskın anlayışın direktifiyle insandaki kuvve-i şeheviyye duygusu sistemleşmiş olarak günübirlik hayatta, rahat ortamda insanı yakalar. Hayatın bir vecibesi, bir parçası ve bir erdemlik imasıyla medenilik, “çağdaşlık” ölçüsü olarak topluma yansıtılır. 

Bu şehevi aylak hayat frekansı, topluma bir oyun, bir eğlence esprisinde sunulur. İnsanın zincir koparan şehevi arzularının karşısında cezbedici ambalajlar içerisinde bir oyun ve eğlence esprisiyle fıkırdayan bir sosyal hayat ortamında teorik bilgiler ve ahlâki değerler bir dereceye kadar etki edebileceğinden “ben dindarım” diyen kesim bile fazlasıyla payına düşeni almaktadır. Bu şehevi dalga tüm cemaat fertleriyle
birlikte İslami şuuru arka kapıdan kuşatma yoluna gitmektedir. Öyle ki cemaat merkezlerinden kurban alma ve onları şuur zaafına uğratma gibi bir çok tehlikeyi yürürlüğe çoktan koymuş bile. İş bu şehevi “hayata karşı hayat” yani İslami hayatın yaşanan bir vak’a olarak fert ve toplum planında tesis edilmesi gerekmektedir.

Tamam da bu seküler ve kuvvey-i şeheviyye dalgasında biz ne yana düşeriz, geldiğimiz yer neresi, İslami yaşayış bizde, biz İslami hayatın neresindeyiz? 

Selam ve Muhabbetle…

(*) Bu yazı, Yaz-Güz 1997 Köprü Dergisi’nde yayınlanan “İnsan ve Anlam merkezli İlerleme” yazımızın ilgili kısmının özetlenmiş şeklidir.)

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum