Senai DEMİRCİ

Senai DEMİRCİ

Lâakal…

İhlas Risalesi’nin başında geçen bu hatırlatma, acaba sadece İhlas Risalesi için midir? Sanmıyorum. Kanaatimce, Üstad bize, İhlas Risalesi’nde gösterdiği salınımların her alanda geçerli olduğunu hatırlatıyor. İma ediyor. Nezaket mesafesini koruyor. Bize farz kılmak yerine, kendimize farz kılacak gönlü edinmemizi bekliyor, umuyor.

“On beş gün geçmeden İhlas Risalesi’ni yeniden okuyun!” demenin tercümesi şu olsa gerek: “İhlas düsturları öylesine kırılgan, öylesine elden avuçtan kayabilir nitelikte ki, en fazla 15 gün dayanabilirsiniz. En iyiniz, 16. günde düsturları unutabilir, rıza-yı İlahi’den sapabilir.”

Cümledeki “laakal”/ “en az” kelimesine dikkat çekmek isterim. İhlas düsturlarını kendimize hatırlatmak için on beş günü beklemek gerekmiyor. Benim gibi birinin belki de 15 dakikada bir okuması gerekiyor. Belki de on beş saniyede bir! Belli ki-varsa-‘İhlas’ım 16. dakikada/saniyede bile bozuluyor! Yeniden ‘yükleme’ gerekiyor.

İhlas Risalesi’nin ana düsturu, “amelinizde rıza-yı İlahi olmalı”dır. Rıza-yı İlahi, izi kolay sürülebilir bir şey değil. Nefsimizin dinamikleri, şeytanın iğvaları arasında, günlerce, yıllarca ‘sabitlenecek’ bir yöneliş değildir. Bir ‘yön sabitleyicimiz’ yok! Her an kayabiliriz. Her vesileyle unutabiliriz. Bu kırılgan hali, bize ikinci ve dördüncü düsturlarda, daha iyi belletiyor Üstad. Rıza-yı İlahi’yi maksat edinmeyi soyut bir sorumluluk olarak bırakmıyor; ayaklarını yere sabitliyor. Allah rızasının, en yakın, en sinsi, en büyük rakibi, ‘ben rızası’dır. ‘Ene’nin sürekli iktidar edinme refleksine karşı bizi uyarıyor. Sözü ben söylersem, söz güzel olur demelerle sürüyor bu mevki edinme telaşı. Yoksa, fıkıh kitaplarında helal olan bir şeyi, İhlas icabı ‘haram’ kılar mıydı Üstad? Rikkatlice okuyalım:

…en lâtif ve güzel bir hakikat-i imaniyeyi muhtaç bir mü'mine bildirmek ki, en mâsumâne, zararsız bir menfaattir; mümkünse, nefsinize bir hodgâmlık gelmemek için, istemeyen bir arkadaşla yaptırması hoşunuza gitsin. Eğer "Ben sevap kazanayım, bu güzel meseleyi ben söyleyeyim" arzunuz varsa, çendan onda bir günah ve zarar yoktur; fakat mâbeyninizdeki sırr-ı ihlâsa zarar gelebilir.”

‘İman hakikatini önce ben söyleyeyim’ demelerde bile, bir iktidar mücadelesi, bir mevki edinme arzusu, bir üstün gelme teşebbüsü saklı…  İstemeyen bir arkadaşımıza yaptırmak, istemeden de olsa yaptırmakla kazanılmıyor ‘isar hasleti’… İstemeyen bir kardeşimizin yapması, o kardeşimizin ön alması hoşumuza gidene kadar zorlu bir seyri sülukumuz var! Yürümek isteyene bal gibi Risale-i Nur tarikati… Anlıyoruz ki, “hizmeti ‘ben’ yaparsam, hizmet hizmet olur” demeler, en sıcak tuzaktır, en yakın fırtınadır, en görünmez sapmadır.

Şimdi ikinci ve dördüncü düsturlara bakalım:

“İkinci Düsturunuz: Bu hizmet-i Kur'âniyede bulunan kardeşlerinizi tenkit etmemek ve onların üstünde faziletfuruşluk nev'inden gıpta damarını tahrik etmemektir.”

Bu cümlenin meali şu olsa gerek: “Bir hizmeti, sen, kardeşlerinden daha güzel ve daha önce yapıyorsan, o hizmetin yapılmasından memnun olursun. Bu hizmetin senin tarafından yapılmasıyla övünmezsin. Hizmette amacın gerçekten rıza-yı İlahi ise, o hizmeti ‘ben yapıyorum diye, siz yapamıyorsunuz diye’ kardeşlerini tenkit etmezsin. Hizmeti ‘ben yapıyorum’ diye faziletfuruşluk yapıp gıpta damarını tahrik etmezsin, hizmetin öznesi olmak üzerinden kendi ‘ben’ine pay çıkarmazsın. Hizmetin yapılması asıl maksadınsa, hizmetin senin elinle tamamlanması seni sadece mahcup eder.

Dördüncü Düsturunuz: Kardeşlerinizin meziyetlerini şahıslarınızda ve faziletlerini kendinizde tasavvur edip, onların şerefleriyle şâkirâne iftihar etmektir.

Bunun mealini de yukarıdaki cümleleri tersinden kurarak bulabiliriz: “Bir hizmeti kardeşlerin senden daha güzel ve daha önce yapıyorsa, o hizmetin yapılmasından memnun olursun. Bu hizmetin senin tarafından yapılmamasıyla yerinmezsin. Hizmette amacın gerçekten rıza-yı ilahi ise, o hizmeti ‘sen yapmıyor’ olsan da, kardeşlerin üzerinden tamamlandığını gördüğünde, kardeşlerinin meziyetini şahsında, faziletlerini kendinden varsayarsın, onların o hizmetin öznesi olma şerefiyle şâkirâne iftihar edersin. Eğer ‘ben yapmıyorum’ diye hasûdane (haset edercesine) tahkir ediyorsan/küçük görüyorsun, belli ki sen, hizmetin yapılmasından yana değil, hizmetin senin tarafından yapılmasından yanasın. Anla ki, amelinde rıza-yı İlahi değil ‘rıza-yı ene’ vardır.

Risale metninin, kendi içinde, prizmatik bir yayılımla her yöne doğru yansıdığını ayrıca konuşmalıyız. Zira İhlas Risalesi için kurulmuş olan bu cümle, bence Birinci Söz için de kurulabilir. Kurulmalı… Zira, mağrur/mutevazı’ olmak arasında da her an salınırız; bir bıçak sırtı durumda yakalar bizi ‘bismillah’ deme’nin sorumluluğu… “Bismillah demeler’i “Allah adına olmalar’a çevirmek için her an, her saat, her gün sınanıyoruz. Sarsılıyoruz. Sapıtıyoruz. Düşüyoruz. Unutuyoruz. İkinci Söz’ün hodbin/hüdabin ayırımı da sürekli şaşırma kavşağıdır.  Üçüncü Söz’ün bahtiyar neferi/bedbaht neferi olup olmamak da hiç bitmeyen bir titreme halini verir. İlâ âhir… 

Risale-i Nur bize, pasif bilgi yüklemek yerine, aktif bir dönüşüme, sürekli bir devrime çağırıyor. Her cümle bıçak ucu gibi nefsimize dokunuyor. En fazla on beş gün dayanabilen bir yönelişte, sabit tutmak için nefsimize sürekli d/okunuyor Üstad. Devrimin en gizlisini, en sessizini içimizde/enfüsümüzde gerçekleştiriyor!

(Üçüncü düsturu unutmuş değilim. Sadece ikinci ve dördüncü düsturları rıza-yı ilahi düsturunun sağdan ve soldan sağlaması olarak okuma berraklığını görmek için sınırladım yazıyı).

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
10 Yorum