Sünnetullah/ontoloji kuralları

Değişmeyen sabit ilahi kurallara “Sünnetullah” denilir. Kafir, mümin, münafık; kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuk; insan, hayvan, canlı- cansız bütün varlıklar kendileri için konulan tüm bu yaşam kurallarına uymak zorundadır; ya da uymadıkları takdirde neticesine katlanmak mecburiyetindedir.

Sünnetullah kuralları, sadece dini emirleri içermez; aynı zamanda yaradılışla ilgili bütün ontolojik; insanın içtimai hayatıyla ilgili bütün sosyolojik kuralları da içerir. Bu kurallar da tıpkı, fizik, kimya, matematik kuralları gibi sabittir, değişmez; sebep- sonuç bağlamında her zaman aynı şekilde neticelenir.

İnsanoğlu, Sünnetullahı ne kadar tanır, onun kurallarına ne kadar uyumlu davranabilirse o oranda dünya ve ahiret mutluluğunu elde eder. Sünnetullaha muhalefet ise daima dünya ve ahiret azabıyla sonuçlanır.

Din, bir Sünnetullah kanununu olduğu gibi onun bütün emir ve yasakları da öyledir. Onun içindir ki dinin tanımında, dünya ve ahiret saadetini temin eden ilahi kanunlar, denilmiştir. Yani, dünya mutluluğu adına Sünnetullahın diğer kısımlarını uygulamak yeterli değildir; dinin emir ve yasakları da bu bağlamda mutlaka uygulama görmelidir.

Din devre dışı edilerek uygulanan Sünnetullah eksik de olsa bizi bazı konularda başarıya ulaştırabilir. Fakat bu başarı sadece başarıdır, mutluluk değildir.

Kur’an-ı Kerim, Sünnetullaha bir bütün olarak değer atfeder. Ve bizden, dinin emirlerine uymamızı istediği gibi, tekvini kanunlara uymamızı da ister. Bunun tersi de doğrudur. Yani Kur’an, bizden tekvini emirlere uymamızı istediği, o mevzuda bize çeşitli vesilelerle yol gösterdiği gibi, aynı hassasiyetle teşrii emirlere de uymamız gerektiğini söyler, bütüncül bir usulle ders verir.


Kur’an-ı Kerim’i, mutlaka Sünnetullah perspektifini esas edinerek okumak gerekir. Onda anlatılan ve tekrar edilen kıssaları, tarihi olayları bu bakış açısıyla değerlendirmek, dünümüzü, bugünümüzü ve yarınımızı aynı anda aydınlatır; doğru bir konumda isek bu konumumuzu korumaya; değilsek yanlışlarımızı görmeye, bu yanlışların bizi nasıl bir akıbete doğru sürüklediğini keşfetmemize, bu yanlışlardan kurtulmanın çarelerini bulmamıza vesile olur. O zaman da kötü akıbetten kurtulmuş, içtimai varlığımızın devamını temin etmiş bulunuruz.

İnsan, sınır altına alınmamış yüzlerce his ve duyguyla, Sünnetullahı keşfetmeye, anlamaya ve gereği üzere bir hayat sürmeye memurdur. Onun Sünnetullahı değiştirmek gibi bir davası, bir iddiası yoktur, olmamalıdır. Ne ki, Sünnetullah sınırları içinde bilinmeyenleri bilmek ve bildiklerinden azami ölçüde istifade ederek, böyle yapamayan diğer yaratılmışlara karşı bir üstünlük elde etmek onun hakkıdır, halife varlık olmasının bir ayrıcalığıdır.

İnsanlar, kendi aralarında da böylesi bir yarış içindedir. Yarışı kazananların diğerlerine karşı üstünlük hakkı vardır. Fakat bu üstünlük, yine Sünnetullah kurallarına göre adaletin emrinde olmalı; zulme ve zalimliğe kaymamalıdır. Onun içindir ki zalim kişi ve toplumların kötü akıbetleri Kur’an’da çokça anılmaktadır.

Sünnetullah kuralları ile bakıldığında gün güne zalimliğini yaygınlaştırmak peşinde koşan, 7 Ekim’den bu yana elli bine yakın masum cana kıyan; ve dünyanın gözünün içine baka baka zalimliğin en rezil serbest oyunlarını oynayan İsrail’in ve ona bu zulmünde arka çıkan bütün zalimlerin kötü akıbetlerini görmek hiç de zor değildir. “Doğrusu onlar o azabı ihtimalden uzak görüyorlar. Biz ise onu yakın görmekteyiz.” (Mearic,6-7)

Fıtrat-ı beşer, fıtri olmayanı ret eder. Fıtratı ise bize en doğru şekilde Kur’an öğretir. Yaptığımız işin fıtrata uygun olup olmadığını bilmenin en kestirme yolu, onları Kur’an’la test etmektir. Ondan tasdik gören doğru, görmeyenler ise mutlaka eğridir.

Kur’an-ı Kerim’i Sünnetullah ölçüleri içinde okumak aynı zamanda Kainat Kitabını okumaktır. Bediüzzaman Hazretlerinin ifadeleriyle söyleyecek olursak: “Kainat mescid-i kebirinde , Kur’an, kainatı okuyor. Onu dinleyelim. O nur ile nurlanalım. Hidayetiyle amel edelim. Ve onu vird-i zeban edelim. Evet, söz odur ve ona derler. Hak olup Haktan gelip, Hak diyen ve hakikati gösteren ve nurani hikmeti neşreden odur.” (7. Söz)

“Bir medresede huzur-u saadette bulunuyordum. Cenab-ı Peygamber bana Kur’an’dan ders vereceklerdi. Kur’an’ı getirdikleri sırada Hazreti Peygamber Efendimiz Kur’an’a ihtiramen kıyam buyurdular. O dakikada şu kıyamın, ümmeti irşat için olduğu birden hatırıma geldi.

Sonra bu rüyayı sulahay-ı ümmetten bir zata hikaye ettim. Şu suretle tabir etti: Bu büyük bir işaret ve beşarettir ki, Kur’an-ı Azimüşşan layık olduğu mevki-i muallayı bütün cihanda ihraz edecektir.” (Bediüzzaman, Sünuhat)

Yeni Akit

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.