Lemaat ekseninde duygu çağrışımları (3)

Görünen tenteneli bir perde

Varlık, görünenden ibaret değil yalnızca. Görünen ve elle tutulandan belki çok daha fazla görülmeyen varlık türleri var. İlle de varlığı belli kalıba sokma gibi bir zorunluluk yok artık.
İnsanın görülmeyen yanı görünenden daha sanatlı ve daha belirgin… Hareket halinde olan bir insanın ruhtan soyunmuş olduğunu kim iddia edebilir? Kim fikir yürütebilir ölçülü işler evirip çevireni zekâdan ve bunca alternatifler içinden kendine yarayanı tercih edeni iradeden mahrum olduğuna? Yakınlarımızda görülmedikleri ve dokunulmadıkları halde o denli çok varlıklar var ki?

“Âlem-i cismanî bir tenteneli perde gibi, şulefeşan gaybî avalim üzerinde” diye madde ile mana ilişkisinin özetlendiği bu cümlesinde Bediüzzaman, madde ile yatıp kalkanlara görülmeyen âlemleri görebilmek için “cisim perdesini kaldırıp öyle bakın” der gibidir. Kuantum fiziği ile madde inceldikçe incelmiştir ve madde inceldikçe enerjisi daha da açığa çıkmaktadır. Her şeyde asıl olan mana ve hayattır.  Ruh ise hayatın süzülmüşü…
Her şey hayat ve ruhla güzeldir. Çiçekleri sevdiren hayatlarıdır; insan ve hayvanı munis kılan ruhlarıdır.

İnsan iki yanlı bir varlık. Maddi görüntüsü kadar manevi/görülmeyen yanıyla da muhteşemdir, bir sanat harikasıdır. Ruh, akıl, kalp ve hayal başta olmak üzere duygu dünyası kâinat kadar genişliğe sahip. Biri kalkıp “ben kâinattan daha büyüğüm” dese asla yalan söylemiş olmaz. Gerçi insanın iç dünyasının ayrıntıları henüz gün ışığına çıkmış değil. Uzak Doğuda yapılan çalışmalarla insanın seksen dört bin yıkıcı ve bir bu kadar da yapıcı duygularının olduğunu ileri sürenler var. Hangi yöntemle bu sayıya ulaştıkları bilinmemekle beraber ben bu sayının daha yukarılara çekilebileceğine inananlardanım.

İnsanın minyatür bir kâinat olması bu tahminimizi haklı çıkarmaktadır. İnsan her an ve hal karşısında değişik bir duygu ile karşı karşıyadır. Sanırım insanın anlaşılmazlığı da bundan ileri gelmektedir.

İnsanların çoğunluğunun bir bunalımın eşiğinde olmalarının altında yatan asıl sebebin, görünmeyen varlıklarından daha çok görünen varlıklarına özen göstermelerinin olduğuna şaşırmamak gerekir. 

Psikoloji ve duygu eğitimi gibi alanların mazisi çok gerilere gitmez. Batı dünyası, özellikle Tibet tıp sisteminde zihinsel ve duygusal rahatsızlıkların, kanser dâhil, birçok ağır hastalığın nedeni olarak görüldüğünü fark etmiş olacak ki insanın iç dünyasına daha çok önem veren Uzak Doğu’nun çalışmalarına merak saldığı daha çok yenidir.

Eğri oturup doğru konuşalım, daha açık söylemek gerekirse, kendi bedenine gösterdiği özenden daha fazlasını ruhuna ve görülmeyen yanına gösteren kaç kişi var? Arabasına yaptığı bakımı kaş kişi kalbine uyguluyor? İnsan bir an “kalp mi yoksa aracın motoru mu daha önemli?” diye tereddüt geçiriyor.

Kâinatta bilinmeyenler bilinenlerden çok daha fazla… İsterseniz mehtaplı bir gecede gökyüzüne, yıldızlarla kaplı gök kubbesine bakınız; kafanızı dolduran yıldızlardan çok yıldızların ötesinde ucu bucağı olmayan manevi âlemdir ki ruhumuz ancak onunla doyuma ulaşabiliyor. Ruhumuz, duygularımız görünenle değil, görünmeyenlerle daha içli dışlı. Soyut olan içimize daha yakın, içimizi daha doyurucu ve daha ısındırıcı.

Dış dünya, yani görülenler iç dünyamıza uyum sağladıkları, huzur verdikleri sürece bir değerleri olmaktadır. Mutluluk vermeyen dünyalığın ne önemi var? İnsan iç huzuru elde etmek için neleri vermez ki! O halde anahtar, iç huzurudur; duyguların dengede olması, aşırılıklardan uzak durmasıdır. Duyguların “sırat-ı müstakim”i iç dünyamızın denge durumudur. Denge durumunda insan, çevresine daha sevecen, daha akla yatkın davranış içindedir, daha barışçıldır. Duygularımızın dengesi, yani iç huzurumuz olmazsa, ne denli maddi bolluklar içinde olursak olalım, yine bir yerlerimizde derin boşluklar hissederiz, kaygılanıp dururuz.

İç dünyamızın farkına varmak ve ona uygulanacak bakıma özen göstermek bilinçlilik halidir. Dünyaya gelişimizin belki de biricik amacıdır.

İç dünyamızın kontrolü tamamen elimizdedir. Dış dünyamız için bunu söyleyebilmek mümkün değil. Bu nedenle herkes içsel özgürlüğe sahip olabilir; ama dışsal özgürlük insanın elinde değildir. Bir bahaneyle dışsal özgürlüğümüz elimizden alınabilir, yani bizi mahkûm edebilirler; ama içsel özgürlüğümüze, rahatlığımıza hiç kimse müdahale edemez. İç dünyamız, duygu dünyamız, görülmeyen o engin âlem bizimdir; gafletimizden yararlananların dışında kimse oraya nüfuz edemez. Biz de namahremlerin oraya girmesine müsaade etmememiz gerekir.

Bu nasıl olur? Bu ancak görülmeyen dünyamıza göstereceğimiz özenle mümkün. Bu da iç dünyamızı, ruh, kalp, akıl ve irade başta olmak üzere sayısız duygu âlemimizi fark edip görünen maddi cismimizle kıyasladığımızda bunun daha çok özene ihtiyaç duyacağını anlama bilinciyle gerçekleşebilir.

Görünen dünya görünmeyenin âdeta bir işareti, bir habercisi...
Varlığın ve zenginliğin ölçüsü iç huzurdur, manevi rahatlıktır.
Görülmeyen âlemler, elle tutulmayan şeyler, o denli çoktur ki ancak “akılları gözlerine inmiş olanlar” bu tür varlıkların farkına varamazlar.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
1 Yorum