Libya halkı Türkiye’den çok şey bekliyor
İHH Ankara Bölge Koordinatörü Hanefi Sinan Libya’daki hizmetleri ve son gelişmeleri anlattı
Ropörtaj: Dursun Sivri-Risale Haber
İHH Ankara Bölge Koordinatörü Hanefi Sinan, Libya’da gelişen olaylar sonrası İHH’nın acil yardım hizmetlerini, bölgede yaşananların perde arkasını anlattı.
Olayların başlaması ile birlikte insani yardım amaçlı olarak Libya’ya gittiniz. Oraya ne gibi bir yardım götürdünüz, o karmaşa içinde nasıl faaliyet yapabildiniz?
Bismillahirrahmanirrahim.
Bizim Libya’ya gidişimiz aniden, spontane gelişti. 17 Şubat tarihinde başlayan adına “isyan” demeyelim de aslı “özgürlük hareketi” başladı. 20 Şubatta dünyaya duyuruldu. Biz de İHH olarak 23 Şubat’ta Libya’da olduk.
Türkiye de tahliyeler başlattı. Siz de oraya gidiyorsunuz. Nasıl oldu bu iş?
Bizim anlayışımıza göre kriz nerede olursa olsun orada insani yardıma ihtiyaç olduğu ve ihtiyaçların karşılanması amacını taşıyoruz. Türkiye’nin yaptığı tahliyeler orada çalışan vatandaşlarıdır. Bize göre riskten önemli olan kim olursa olsun insani yardıma muhtaç olanların imdadına yetişmektir.
Bu yardım faaliyetlerini hangi bölgelerde yaptınız?
Libya geniş bir coğrafya. Türkiye’nin iki buçuk katı büyüklüğünde. Sahil şeridi uzunluğu Bin 800 kilometre. Nüfus yoğunluğu genellikle sahil şeridine yığılmış, toplam nüfusu 6 milyon. Biz üç ayrı bölgede çalışma yapıyorduk. Biri batıda Tunus sınırında. Bu karışıklıklardan sonra batı bölgesi yakınında yaşayanlar Tunus sınırına yığıldılar. İkincisi doğu sınırında, 800 kilometrelik sınır boyu olan bir alan. Tamamen “özgürlük savaşçıları”nın kontrolünde. Haliyle o bölgeye yığılma daha fazla oldu. Bir de Misrata denilen bir bölge var. Ortalarda bulunuyor. O bölge de tamamen kuşatılmış bir bölge. Ve de en tehlikeli bir bölge. Dış dünya ile sadece denizle bağlantısı var. Bir ara deniz tarafı da mayınlanmıştı. Sonra temizlendi. Bir ara bir patlama olmuştu. Şükür bizim ekipten kimseye bir şey olmadı.
Ne tür yardımlarınız oluyordu?
Kaos zamanı ve kaos ortamında insanların ekonomik durumu ne kadar iyi olursa olsun acil yardıma ihtiyacı oluyor. Paranızın olması iş görmüyor öyle zamanlarda. Acil yardım denilince standart malzeme listemiz vardır. Bu listede olan malzemeleri doğuda Mısır’dan batıda Tunus’tan temin ettik. Büyük bölümünü de Türkiye’den iki gemi ile ulaştırdık. Biri 620 bin tonluk olan gemi ile Misrata’ya diğeri 150 tonluk gemi ile Bingazi’ye 9 konteynir malzeme gitti. Bir grup arkadaşımız Tunus sınırında, bir grup arkadaşımız da Misrata’da görev yaptı. Acil yardım malzemelerinin içinde, temizlik malzemeleri, gıda malzemeleri, ilaç ve tıbbi malzemeler, çocuk, hasta bezi özellikle bulunan malzemelerdendir.
Bu arada teknik alt yapı malzemeleri de vardı. Oraya gelen malzemelerin transferi meselesi, organize meselesi de önemli. O ülkenin halkı 40 yıldır baskı altında. Sivil Toplum ve organizasyon kültürü gelişmemiş. Organize olmakta zorluk çekiyorlar.
Organize yoksa siz nasıl muhatap buluyorsunuz?
İlk gittiğimizde birkaç kişi ile bireysel olarak muhatap olduk. Onları hemen organize ettik. Organize ettiğimiz kişiler bölgede ekonomik durumu iyi ve hassasiyetleri olan insanlardı. Bu insanlar kısa zamanda iki cemiyeti hayata geçirdiler. Biri Şüheda Cemiyeti diğeri İnsani Yardım Cemiyeti olarak. Biz gittiğimiz yerlerde zihinleri aktif hale getirip hareket kazandırıyoruz. Mevcut tecrübelerimizle orada bir sivil hareket yoksa hemen bir sivil hareket başlamasına öncülük ediyoruz. Kurulan iki kuruluşla çalışmalarımızı başlattık. Mevcut tespitler yapılmasına yönelik çalışmalar yapıldı.
Orada enteresan bir durum, muhacir pozisyonunda olan insanlar var. Çalışmak için özellikle üçüncü dünya ülkesinden gelen insanlar var yardıma muhtaç olan. Alt ve orta gelir grubuna ait olan insanlar genellikle üçüncü dünya ülkesinden gelen insanlardan oluşuyor. Bangladeş, Mısır, Afrika ülkelerinden gelenler bunlar.
İşçi olarak gelmiş olanların çalıştıkları şirketlerin yöneticileri ilgilenmiyor mu?
Müteahhit şirket yöneticilerinden kimse yok ortada. Hepsi gitmiş. Yerli halkı muhacir pozisyonda değildi. Yığılmaların olduğu bölgedeki yerli halkın evlerinde misafir edildik. Ensar-muhacir kardeşliği oluştu. Elhamdülillah. O bölgeler İslâmi hassasiyeti var olan yerler.
Trablusgarp bölgesinde yardım çalışmanız oldu mu? Güvenliğinizi nasıl sağladınız?
Trablusgarp Kaddafi’nin kontrolü altında. Yardıma ve güvenliğe ihtiyacı olan bir yer değil. Diplomatik temsilciliklerin güvenlik sorunu var, onu da devletler kendi hallediyor. Sonra boşaltıldı zaten. Biz genellikle üç bölgede faaliyet gösterdik. Muhacir duruma düşmemiş insanların da yardıma ihtiyacı oluyor. İletişim aksamış, giriş çıkışlar sorun, temel ihtiyaçları temin edemiyorlar.
Kaç kişiye hizmet verebildiniz?
Yaklaşık 5 milyon dolarlık bir yardım yapıldı. Özellikle Misrata’da alt yapı tahrip olduğu için orada prefabrik bir hastane kurduk. Çok kişiye hizmet verdik. Sayı olarak bir rakam vermek mümkün değil. Genel olarak üç kritik bölgeye ulaştık.
Bu sorumuz politik olacak belki. Oradaki havayı daha iyi bildiğinizi anladığınızı düşünerek soruyorum. Bu hareket ileriye yönelik başarıya ulaşabilecek mi? Tahmini ne kadar sürede netice alınabilir?
Burada önemli bir hususa dikkat çekmek isterim. Bölge insanı Türkiye’den çok şey bekliyor. İslâm ülkeleri olarak sadece Mısır ve Katar’dan iki sivil toplum örgütü vardı. Fakat batı ülkelerinden, Amerika’dan de çok yoğun bir ilgi vardı. Sivil toplum örgütleri, gazeteciler, sosyal bilimciler, ajanlar kaynıyor.
Kaddafi’ye karşı Türkiye’nin sessiz kaldığından dolayı Türkiye aleyhine kampanya yürütüldüğü iddia ediliyor. Siz ne diyorsunuz? Durum nedir?
Türkiye bu konuda stratejik bir hata yaptı. Bunu konuşmak lazım. Bizim en çok zorlandığımızın sebebi Türkiye’nin yanlış stratejilerinden kaynaklandı. Bölge halkı ile iletişimde zorlandık. Gittikten bir hafta sonra çok yoğun tepkiler almaya başladık. Türkiye hükümetinin Kaddafi’ye karşı tutumu, direnişleri tanımamış olması, onlara silah verilmemesi gibi durumlar orada olumsuz bir hava esmesine sebep oldu. O bölgenin insanlarını şok etti. Çünkü bölge insanı şunu bekliyordu: Türkiye gelecek ve bizi kurtaracak. Böyle bir beklentisi vardı. Türkiye İslâm dünyasında ve o bölgede kahraman bir ülke olarak algılanıyor.
Türkiye uluslar arası hukukun gereklerini dikkate almış olamaz mı?
Bölge halkı bu ayrıntıları düşünecek psikolojiye sahip değil. Çünkü Kaddafi o bölgenin insanlarını “fare” olarak görüyor ve hepsini öldüreceğim diyor. Geçtiği yerleri de yakıp yıkıyordu zaten. O insanların bir şekilde kurtarılması lazım. Bunu da Türkiye’den bekliyordu. Doğal olarak da o insanların koruma altına alınması gerekiyordu.
Bu vesile ile bir konuyu tekrar gündeme getirmek istiyorum. İslâm ülkelerinin kendi aralarında paktları, ortak organizasyonları olması gerekiyor. Belki D8 gibi organizasyonlar tekrar gündeme gelebilir. En az siyasi olarak ortak bir söylem geliştirmesi bile çok önem arzeder.
İslam Konferansı Örgütü var ama ofisi Suudi Arabistan içinde olduğu için ses çıkaramıyor gibi anlaşılıyor…
Bölgede bir televizyon kanalı etkili olabiliyor. Bir de siyasal söylem etkili olabiliyor. El Cezire televizyonunun yayınları çok etkili oluyor. Dolayısıyla Müslümanların kendi aralarında ortak organizasyonları, kuruluşları olması lazım. Türkiye Osmanlı mirasına sahip kahraman bir ülke. Gelecekler bizi kurtaracaklar diye bekliyor.
Türkiye münhasıran kendisine özgü bir politika uygulayabilir mi? Kendi başına müdahil olabilecek bir pozisyonu var mıydı? Uluslar arası konjonktür ona müsait mi?
Elbette elbette… Oradaki halk diyor ki, “biz burada Türkiye’den başka hiç kimseyi istemiyoruz.” Şu var. Türkiye yapabileceklerini İslâm âlemine daha sağlıklı ve net olarak sunması gerekiyordu.
Türkiye 30 yıl önce Kıbrıs’ta fiili bir durumla müdahale etti. Hâlâ kronik bir sorun olarak çözülemedi. Benzeri bir fiili durum ileride sorun olmaz mı?
Hayır. Fransa Birleşmiş Milletler kararını beklemeden fiili durum olarak müdahale etti. Hiçbir sorun olmadı. Halkın tamamı istiyordu. Fransa bunu yaparak inisiyatif aldı. Türkiye aleyhine de kampanya başlattı. Bir ölçüde etkili de oldu. Türkiye’den gelen yardımların dağıtılmasını halk önceleri istemedi. Çok enteresan bir durum. Burada iki husus var:
Birincisi, Bölgenin Osmanlı interlandı içinde olması ve halkın beklemesi. Seçtikleri bayrakları Osmanlıdan bakiye kalan bayraktır. Buna göre vaziyet alması.
İkincisi; Türkiye yapabileceklerini tanımlamalı ve açıklamalı. O insanlara kırılmaya küsmeye gerek yok.
Şu andaki durum nedir. Bundan sonra durum nasıl gelişti veya gelişecek?
Türkiye büyükelçisini yeni çekti. Daha önceleri çekseydi biz yaşanan sorunların yüzde ellisini yaşamazdık. Trablusgarp’taki büyükelçiliğimizi çektik, oradaki Kaddafi yönetiminin meşruiyeti kalmadı, Bingazi’deki konsolosluğumuz görevini devam ettiriyor olması oradaki halkın muhabbetini ciddi ölçüde muhafaza edebilirdi. Burada stratejik bir hata idi. Bunun nedenlerini araştırmak, bilgi akışına, bilgi kaynaklarına bakmak lazımdı. Büyükelçiliğin çekilmesi bir buçuk ay önce olsaydı bugün durum daha farklı olabilirdi. Aslında henüz sıkıntılar aşılabilmiş değil. Yaralıların dönüşünde de olumsuz haberler yayıldı. Türkiye’ye getirilen yaralılar dönüşte iyi bakılmadığı, ilgilenilmediği gibi şeyler söylediler. Onların da olumsuz etkileri oldu.
Bizim de ilgilendiğimiz yaralılar oldu. Türkiye’ye getirdik, tedavi sonrası geri götürdük, başında adamlar görevlendirdik. Böylece bir derece negatif propagandanın önüne geçmiş olduk. Libya’nın hastaneleri bizim Özel Acıbadem hastanesi gibi çok ileri teknik donanımlı. Fakat hastane çalışanları orta sınıf insanlar. Onlar gidince hastaneler çalışamaz duruma gelmiş. Türkiye’de daha düşük standartlarda bir hastaneye götürülünce bazı şikayetler olmuş.
Hastanelerde ilgilenmedeki eksiklikler devletin dış politika yanlışlığına bağlanabilir mi? Hasta bakım süreçleri iyi yönetilmemiş olabilir.
Orada bunu anlatamazsınız. Uçaktan iner inmez negatif propaganda yaptılar.
Daha sonra Bingazi konsolusu Ali Bey iki resmi görevli ve oranın direnişçilerinden bir ekip Türkiye’ye hastaların durumunu incelemek için gönderildi. Dönüşlerinde raporlar kamuoyu ile paylaşıldı, negatif propagandanın etkisi giderilmeye çalışıldı.
Yine batı ülkelerinin sistematik negatif kampanyalarının etkisi anlaşılıyor sanki
Elbette öyle. Armutun sapı üzümün çöpü gibi bahanelerden anlaşılıyor.
Bu olumsuzluk telafi edilemez mi?
Batı ülkeleri, Fransa, İngiltere gibi ülkeler bölgede yoğun zihinsel dönüşüm çalışması yapıyorlar. Türkiye ise sivil toplum kuruluşlarıyla, cemaatlerle, sosyal bilimciler, danışmanlarla oradaki insanlara yardım götürmese de sadece birlikte oturup kalksa çok şeyler değişir. Olumsuz zihinsel manüplasyon olumluya dönüştürülebilir. Çünkü o bölgenin insanları mütedeyyin, Müslüman insanlar. Bizimle ortak yönleri çok fazla.
Orada en büyük handikap, iddia sahibi olanların iddialarının arkasında durmuyorlar.
Bu yaşadıklarınızı, gözlemlerinizi resmi diplomatik mercilere ilettiniz mi?
Tabii ki.. Dışişleri bakanlığı yetkilileri önce onlar istediler. Biz kapsamlı bir rapor hazırlayarak tespitlerimizi ilettik. Bizim kıyafetlerimizde hem İHH arması hem de Türk Bayrağı vardı. Bingazi meydanında 20 bin kişi ile Cuma namazı kıldık. Onlarla kaynaşıp durumu telafi etmede epey mesafe aldık. Bu alan dışına çıktığımızda yine tepkiler oluyordu.
Türkiye Kaddafi’nin hemen gitmeyecek düşüncesi ile mi ağırdan aldı?
Zaten olaylar başlar başlamaz ülke fiili olarak ikiye bölünmüştü. Geriye dönüşü olmayacak şeklide. Trablusgarp’ta elçiliğimiz Bingazi’de konsolosluğumuz var. Durumu gayet net görüyorlardı.
Batılılar Kaddafi’nin süresini uzatıyorlar sanki. Bu bölünme Kaddafi sonrası da ilanihaye sürer mi?
Evet, Kaddafiyi muhafaza ediyorlar. Çok çirkin ve kirli pazarlıklar var. Müslüman kanı üzerinde yapılıyor bu pazarlıklar. Aslında Kaddafi kasıtlı olarak büyütülüyor. Bingazi’ye saldırdığında Fransa bir anda müdahale ediyor o büyütülen ordunun güçlerini yerle bir ediyor. İstenilse Kaddafi birkaç saat içinde bertaraf edilebilir. Kirli pazarlıklar var. Kaddafi’nin son kullanma tarihinin geçtiği belli ve kesin. Pazarlık sürecinde batı, yerine gelecek yönetimin kendilerinin kontrol edebileceği bir yapı oluşturmaya çalışıyor. İstedikleri mekanizmayı kurabilseler işi hemen sonuçlandıracaklar. İğrenç bir pazarlık olduğu sıradan bir göz ile bile anlaşılıyor.
Türkiye’nin bundan sonraki gelişmelerde, yapılanmada etkin olabilme imkânı nasıl olabilir?
Ortadoğu’daki diktatörler ve krallar batı ülkelerinin ürünüdür. Şimdi bir zalimden kurtulup daha şiddetli bir zalimi kendi kontrollerinde başa geçirmeye çalışıyorlar.
Halkta demokratik alt yapının olmayışı süreci geciktirir mi?
Halkların derinlik felsefi düşüncesi yok. Yaşamak ve temel yaşam ihtiyaçları öncelikli meselesi. Bu insanların zihinsel tecrübe alt yapısı olmadığı için kolay manüple olabiliyorlar. Kosova’nın bağımsızlığını istedik. Bağımsız oldu ama sonuç Türkiye’nin istediği gibi olmadı. Ortadoğu ülkelerinde de kendi istedikleri gibi yönetimleri dizayn düşüncesi, bu amaca yönelik iğrenç pazarlıklar devam ediyor.
Türkiye Libya özelinde sınavı sorunlu geçti. Yeniden strateji geliştirmeli, İslâm coğrafyası üzerinde etkin olabilmenin politikalarını uygulamalı. Temennimiz İslâm ülkelerinin ortak bir yapı organizasyon oluşturarak istikbali güzel bir ortam olarak kurgulanması ve şekillenmesidir.