M. Nuri BİNGÖL
Mahzun mabedden mesrur mabede-2
“Bu bir ma’bed değil ma’buda yükselmiş ibadettir.
Bu bir manzar değil, didara vasıl mevkib-i enzar.” mısralarıyla ilk defa tanışınca aklıma –nedense- Fatih Camii değil de Ayasofya Camii geldi. Çünkü şimdi ezan seslerinden ve secde eden müminlere hicranından mahzun mabedin, Fetih Ordusu’nun “kılçlarının yadigarı”, sadece İstanbul’un değil bütün Anadolu’nun da mührü bir binaydı Ayasofya.
Akla gelebilir elbet; Ayasofya’yı kuranlar hakiki manada İsevi (Nasrani) olmadıklarına göre, bu mabed nasıl “mabuda yükselmiş ibadet” diye tavsif edilebilir? Bize göre, Ayasofya’nın – bir nevi- suru hükmünde olan İstanbul’un fethindeki temel saik, imanlardan kopan “cihad ruhu”dur. Osmanlı’nın kuruluşundan tutun da, akın ve fetihlerde hep Hristiyan Batı üzerine gitmesi, birkaç defa İstanbul’u muhasara etmesi Allah Resulü (sav)in o meşhur hadisini tahakkuk ettirmek değil midir? Bu nevi bir idealle muhasaralardan birinin de beylikler devrinden biraz önce bağımsız kalan İzmirli Çaka Bey tarafından yapıldığını bir nümune-i şükran olarak belirtmeden geçemeyeceğim.
Hemşehrim ve dostuma bu izahları yaparken fakülte birinci sınıftaydım. Üniversite “sınavına” hazırlanmak için bir yıl misafirimiz olan hemşehrimi açmamamıştı Ayasofya. O, devamlı Fatih Camii ve türbesini merak ediyor; “Üstadımızın ziyaret mahalli o yerlere gitmek boyun borcumuz" diyordu.
Gülerek cevapladım onu:
“Üstad’ın Ayasofya’da da hutbe verdiğini unutuyorsun galiba...”
Yine de dediğini yapmış, Fatih Camii’nin ruhani iklimine atmıştık kendimizi. Camiin o muhteşem kubbesini seyrederken, avlusundaki çınar altında genç nesilden bir “sabi” ile sohbet eden Üstad’ın resmini ve Fatih türbesinde Fatiha okurken habersizce çekilen fotoğrafı gözümüz önüne geliyordu. Zamanın manevi fatihi olduğunu bilenlere hüsn-ü misal teşkilindeydi; zahir. İstikbalin “heyet-i nuranisi” ve “mübarekler heyeti”nin “mümessili” olanlara da “pişdar” olduğunu isbattaydı; aşikar.
***
“Sen ki burçlara sancak olacak kumaştasın ,
Fatih’in İstanbul’u fethettiği yaştasın.”
Arif Nihad’ın mısralarını nedense hep eksik bulmuşumdur, şimdi de öyle hissediyorum.
Fethin en büyük nişanesi, Fatih Ordusu’nun “kılıç hakkı” olarak camiye, yani “asliyetine” tebdil edilen Ayasofya’dır. Çünkü tam İsevi olmasalar da ilk yapıldığında “tevhid ehli” ellerce bina edildiğinden, “teslis” itikad-ı küfriyesinin devam ettiği bir mekanolarak bırakılması, ilk banilerine ihanet manasına gelirdi.
Orası “teslisin nişanesi haç’ın sembol olarak” değil, Asr-ı Saadet’ten beri tevhidin sembolü olan hilal ile sarınmalı, karanlıkları yırtıp güneşten aldığı ışığı aksettirmeliydi bizlere. Demek ki İstanbul’u fethetmekten murat “Ayasofya’yı asliyetine çevirmek” olmalıydı ki bu mısralar “Fatih’in Ayasofya’yı açtığı – fethettiği- yaştasın.” Olmalıydı.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.