Malezyalı Ammar'ı bu hale Risale-i Nur getirmiş
Malezyalı 20 yaşında Ammar Azam'ın hikayesi hem ağlattı hem ders verdi...
Risale Haber-Haber Merkezi
Malezya'dan Türkiye'ye okumaya gelen ve Risale-i Nur'la tanıştıktan sonra dünyası değişen 20 yaşındaki Ammar Azam vefat etti. Azam İstanbul'da defnedildi. Ammar Azam'ın babası İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği Genel Sekreter Yardımcısı ve Malezya Temsilcisi. Baba Azam, oğlu için "Risale-i Nur onu bu hale getirmiş. O yüzden Risale-i Nur çok mühim. Ona çalışmalıyız" ifadelerini kullandı.
Hadiseyi Rota Haber yazarı Metin Uçar köşesine taşıdı. Yazı şöyle:
Hicri senenin ilk gününde Malezyalı 20 yaşında bir genci ahirete uğurladık. Ammar Azam.
Ammar, İslam Dünyası Sivil Toplum Kuruluşları Birliği (İDSB) Genel Sekreter Yardımcısı ve Malezya Temsilcisi Ahmed Azam Abdurrahman'ın tek oğluydu. Vefat haberini aldıklarında annesi Azlina, Rohingya Müslümanlarına hizmet için gittiği yerden dönüyordu. Ahmed Azam da onu karşılamak için otogara gelmişti.
Aile, tek erkek evlatları olan Ammar’ı Osmanlı tarihini ve İslam bakış açısını öğrenmek için özellikle Türkiye’ye göndermişlerdi. Çünkü burası hilafetin merkeziydi. Yüzyıllar boyunca Müslümanlara liderlik yapan bir ülkenin tarihi ve tecrübe birikiminden istifade ile yetiştirmek istemişlerdi biricik evlatlarını.
Ammar ise onlardan daha istekliydi. Tarık bin Ziyad gibiydi. Ya da 90 yaşında İstanbul’a Efendimizin müjdesine mazhar olmak için gelen Eba Eyyüb el-Ensari gibi.
40 gün önce tatil için gittiği ülkesinden Türkiye’ye dönerken “Oğlum bizi bir daha ne zaman ziyaret geleceksin?” diyen annesine, gayet emin bir edayla “Bir daha dönmeyeceğim, anne” demiş, fakat annesi pek bir şey anlamamıştı. Ta ki 1 Muharremde defin için geldiklerinde “Şimdi anlıyoruz, ne demek istediğini” diyene kadar.
Oğullarının bu hali ve kararlılığı, evlatlarını İstanbul’a defnetmek neticesini verdi. Çünkü Ammar, Türkiye’ye bir ideal için gelmişti. Osmanlı devrinde Müslümanlara ruh veren iksirin peşindeydi o. İnsanlığı ve Müslümanları yeniden ayağa kaldıracak projenin ve birikimin avcısıydı.
Evet Ammar, henüz Fatih’in İstanbul’u fethettiği 20 yaşındaydı. Ömer Döngel Hoca’nın cenazede söylediği üzere Allah ondan yirmi yaşındayken razı olmuş, seksen yaşında bir ihtiyarken İstanbul’u fethe gelen Eba Eyyüb el-Ensari’nin manevi makamından İstanbul’da bulunduğu süre içerisinde muhatap olduğu herkesin kalplerini fethetmiş olarak ahirete revan olmuştu.
Okuduğu okulda Osmanlıcadan 100 puan alan tek öğrenciydi.
Türkçeyi en az sizin bizim kadar konuşuyordu.
Ahlaki olarak altmış yaşın insanıydı.
Çalışkanlık ve kararlılıkta arkadaşları sadece arkasından bakıyorlardı.
Peki, Ammar’ı bu yazıya konu yapan asıl mesele ne?
Elbette babasının ülkesine döndükten sonra kendisini karşılayan insanlara söyledikleridir. Zira Ammar şu an Malezya’da Mısır’da Esma ne ise o’dur.
Ahmed Azam oğlu hakkında söylediği şu sözlere lütfen dikkat edelim.
“Ben oğlumu böyle bilmiyordum. Herkesin gönül teline dokunmuş meğer. Medresede, üniversitede herkes onu çok iyi anlattı. Talebelere soruyorum ‘Kim benim Ammar'ım olur?’ Hepsi birden ‘Ben!’ diyor. Üniversitede Prof. hocası Ammar'ın Türk öğrencilerden bile daha başarılı olduğu, Osmanlıca imtihanında şimdiye kadar 100 alabilen tek öğrenci olduğunu söyledi.
"Bana diyordu ki ‘Baba artık öğrenme zamanı geçti. Şimdi hizmet zamanı…’ Ben güldüm. ‘Oğlum sen daha okuyorsun’ dedim. Anlayamamışım. Meğer o Risale-i Nur Külliyatını bitirmiş, daha derinden anlamak için ikinci kez başlamış ve hocasından yeni Malay öğrencilere ders yapmak için izin istemiş. Vefat ettiği gün de ders yapmaya gidiyormuş. O talebelerin hepsi Ammar gibi olmak istediklerini söylediler.
Hastanede, kabristanda soruyorlar. ‘Bu hangi meşhurun cenazesi?’ Cevaben diyorlar ‘20 yaşında Malezyalı bir genç.’ Kalabalığa çok şaşırıyorlardı. Said Nuri Hoca da söyledi. ‘Fatih İstanbul'u fethettiğinde hocası ona ‘Şimdi kalpleri fethetme zamanıdır. Bu fetih kılıçla yapılan fetihten zordur’ demiş. İşte Ahmet Azam, Ammar zor olan fethi yaptı.’ Ammar Allah katında büyük bir makama yükselmiş de haberim yok.
İşlerin yoğunluğundan oğlumu tanımamışım. Ama şunu biliyorum ki onu bu hale ben getirmedim. Kendim eğitemedim evladımı. Hayrat Vakfı'na çok teşekkür ediyorum. Risale-i Nuronu bu hale getirmiş. O yüzden Risale-i Nur çok mühim. Ona çalışmalıyız. Hareket etme zamanı artık. Ammar'ın vazifesini devam ettirmeliyiz.”
Biz gezi gençliği, kaybolan nesiller, tablet çocukları, eğitimsiz öğretim ve ahlaki problemlerle uğraşırken, ta Malezya’dan gelen bir gencin ruh dünyasında fetihler yapan Risale-i Nur’u ne kadar fark edebiliyoruz acaba?
Herkesin gönül teline dokunan Ammar’ın gönül teline değen ve onu numune-i imtisal yapan Risale-i Nur, bizim eğitimimizin neresinde?
Onca okullar ve eğitim çabalarına rağmen, ahlaki sıkıntıyı giderememenin ve bu konuda polisiye tedbirler almaya yönelmenin daha önemli ve nurani bir yolu olan Risale-i Nur, neden gündemimizde değil?
Şimdi Malezya’da gençler, bir Ammar olmak için Risale-i Nur sevdasıyla yanıp tutuşuyorlar; ey Türkiye gençliği, peki bize Türkiye’de olma zamanı gelmedi mi hala?
Varın bir de böyle düşünün!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.