İsmail BERK
Medresetüzzehra’da bilim ve kardeşlik kimyası-2
Bediüzzaman Said Nursi, 19. yüzyılın sonlarında "cehalet, zaruret ve ihtilaf" olarak tanımladığı düşman kuvvetlerine karşı, ciddi ve küresel ölçekte sarsıcı pozitif sonuçlar doğuracak bir hedefe yönelir.
“Bizim düşmanımız cehâlet, zaruret, ihtilâftır. Bu üç düşmana karşı; san’at, marifet, ittifak silâhiyle cihâd edeceğiz. Ve bizi bir cihette teyakkuza ve terakkiye sevk eden hakikî kardeşlerimiz Türklerle ve komşularamızla dost olup el ele vereceğiz. Zirâ husûmette fenalık var, husumete vaktimiz yoktur.” (1)
Cehaletin eğitimle aşılması gerektiği düşüncesindedir. Cehalete karşı "sanat" der. Bilim esaslı bir yapılanma ile cehaletin giderileceğini söyler. "Mahiyet ve istibdat itibariyle her şey ilme bağlıdır" der.
İlmin imanla birlikte "mecz edilerek" verilmesi taraftarıdır.
Zaruret/yoksulluk karşısında ise "marifet" ihtiyacına vurgu yapar. Öğrenme ve bilgi ile birlikte meslek edinme, üretme, istihdam ve çalışma sürecinde yoksulluğu giderici çözümler önerir.
“Câmiü’l-Ezher’in kız kardeşi olan, “Medresetü’z-Zehrâ” namıyla dârülfünunu mutazammın pek âli bir medresenin Bitlis’te ve iki refikasıyla Bitlis’in iki cenahı olan Van ve Diyarbakır’da tesisini isteriz. Emin olunuz, biz Kürtler başkalara benzemiyoruz. Yakînen biliyoruz ki, içtimaî hayatımız Türklerin hayat ve saadetinden neş’et eder.(2)
"Yakınen biliyoruz ki:" ifadesinin uyandırdığı çağrışımları ve algılarımı ifade etmek istiyorum:
1-Yakinen bilmek, "emin olunuz" ile başlayan kardeşlik ve dostluk güveninin sağladığı bir vurgudur. Pekiştirici bir söylem olarak, yakine dayalı bir gözlem/diyalog/ortak yaşama/birliktelik/ortak mücadele/ortak hedef ve kesinlikçi sonuçları gösterir.
Yakini olmak, yakınlıktır, hem hal olmaktır. Müştereken bilmek ile vurgulanan kararlılık ve kesinlik hükmü, bilgisinden emin olan, öncesinde "emin olunuz" diyen bir tezahürün devamıdır.
2-Emin olmalarını istediği kitle ve birinci derecede muhatap Türklerdir. Çünkü onların belirleyici konumda ve idare sorumlulukları var. Kardeşçe bir söylemin mümince kodlarını ortaya koyan bir niyet ve fikir derinliği veren kanaatini belirtir. O da şudur, Türkler mutlu olsun ki, biz de mutlu olalım. Diğer bir ifadeyle, bizden kuşkulanmayın, bizden emin olun, bize bunu hissettirin ve yaşatın, bizi başkası olarak görmeyin ve benzetmeyin ve benzetmediğinizi gösterin ki, öncelikli siz mutlu olun ve sonuçta sizin mutluluğunuz bizim mutluluğumuzdur, çünkü mutlu olmamızı belirleyici kardeş öncelikle sizsiniz.
Akla gelen ve yüzyıl önce safi ve mümin akıl ve kalp sahibi ne Türklerin ve ne de Kürtlerin aklına getiremediğini düşündüğüm, ama günümüzün ırkçı izlerinin buhranında akılların sorguladığını tahmin ettiğim bir soru ile açayım:
Peki Türkler mutlu olmak istemiyor mu?
Kanaatimce fazlasıyla mutlu olmak istiyorlar.
Peki neden yüzyıl öncesinde, hatta Osmanlı şartlarında dile getirilen, din alimi bir zatın bu temsili yüksek ikazı dikkate alınmadı? Bunda Türklerin mi kabahati var, yoksa kendine Türk ismi takan bir rejimin tahrip edici sancılarından doğan bir ırkçılık mı mutsuz ediyor?
Kanaatimce, rejimin zarar verdiği ve mağdur ettiği hakiki mümin Türkler de mutsuz.
Peki, Kürtçü/Marksist/Türkçü/Kemalist/Ayrılıkçı yapıların ürettiği bu çatışmacı ve seküler hareketlerin, mümin sıfatlı ve Müslüman tabiatlı Türk-Kürt kardeşliğinden beslenen bir damarı mı var, yoksa bu damar tıkandığı/tıkatıldığı için mi bu sonuçlar çıktı?
Bunun cevabı Bediüzzaman'dan: Milletin maddi-manevi varlıklarına karşı iki tehlikeli siyasi hareketten bahseder: Halkçılar ve Irkçılar.
3-Kürtleri içtimai/sosyal/toplumsal hayatın inşasında, Türkleri vazgeçilmez görüyor. Yani kardeşiz ve biz birbirimizden ayrılamayız. Sebep-sonuç-süreç ne olursa olsun, bunu aşacak ve bütün olumsuz gerekçe, yaşanan travma ve cinnet hallere rağmen bir arada tutacak kardeşliğin pekiştirici mümin iradesini yansıtan bir hal ve duruş var.
Özellikle, Osmanlı döneminde dile getirilen bu yaklaşımın gönümüzdeki karşılığını ve nasıl koparılış ihanetinin denendiğini ve hala icra edildiğini, karşılıklı "halkçı-ırkçı" icra eylemlerin bütün boyutlarıyla, toplumu gerdiğini, içinden çıkılmaz bir ayrışmaya sürükleme istidadını yaymaya çalıştığını gördükçe, buna karşı daha kuvvetli bir irade ve beraberliğin kimyasına sarılma zaruretinin beyanını Bediüzzaman gibi ortaya koymak gerekiyor.
4-Türklerin mutlu olduğu bir dünyada Kürtlerin mutluluğu "neşet eder"/doğar. "Yasta/tasada/kıvançta" denilen özlemin ruhsuz söyleminin gerçekleştiremediği ama söz olarak doğru olan bu isteğin ruhunu Bediüzzaman yüzyıl öncesinden ortaya koyuyor.
5-Türk mutsuzsa, Kürt de muzdariptir. Tarihin derinliklerinde saklı ortak vicdan ve din bunu gerektiriyor, kaderi kurgu da budur. İslam Birliğine gidecek adımların Türkiye'den liderlik aldığı bir demde, bunun başkaca söylenecek bir üslubu, beyanı ve ikincil, ama/ancak söylemi olamaz ve olmamalı.
6-Arap kardeşinin dahil olduğu, şemsiye görevini Türklerin gördüğü, Arapların ise desteklediği büyük beraberliğin başlangıç noktası Türk-Kürt ortak mutluluğudur.
Izdırap üretilen günümüzde, bu oyunu bozmak ve ortak mutluluk üretmek her vicdan ve vatan sahibi müminin borcudur.
Sual: Nasıl? Ne gibi? Niçin? (3)
Gazeteciliğin temel kuralı sorgulamanın ise başlangıcı olan 5N1K formülü burada 3N1K olmuş.
“NASIL” sorusu ile ilk başta çözüm odaklı bir arayış ortaya konmuş? Yani önce yaklaşım, metot ve niyet bağlamında bir NASIL ile başlayan uygulama planına cevap aranmış.
İkinci olarak NE sorusu ile, yapılması gerekenler belirlenmeye çalışılmış. Süreç yönetimine geçilmiş. NEler yapılacağı, NASIL yapılacağından sonraya gelen ve cevabı aranacak bir ödev modeli olarak önümüze konmuş.
Üçüncü soru olan NİÇİN ile bilgiyi bilgeliğe, süreci hikmete, planı amaca taşıyacak bir cevap aranıyor. NİÇİN sorusu cevap bulduğu zaman, gerekçelendirilmiş ve fıtrat ile çarenin birlikte dikkate alındığı bir samimiyet ve iyi niyet karşılık bulmaktadır. Amaçlanan hakikatin doğru beyanı ve sağlam bir referansa ait kurgusunun tefekkür ve teceddütle inşa edileceği ve karşılık bulacağı en etkili sunuş NİÇİN’de saklı.
NEREDE sorusunun cevabı daha önce verilmişti. Bu model, başka İslam coğrafyalarında hedef kitle, hedeflenen sonuç, muhatap ve icra süresi/süreci değişerek farklı iklimlerde uygulanabilir. Sadece bir bölgeye ve etnik yapıya indirgenecek düzlemde değil.
NE ZAMAN sorusu ise, "ZAMANIN VE ZEMİNİN MERHAMETSİZLİĞİ"nden hala cevabını arıyor.
Risale-i Nur geleneğini şefkat ve tefekkür üzerinde inşa eden Bediüzzaman, bu şefkat ve merhametten uzak tutulmuş, canilere bile gösterilen "merhamet"ten mahrum bırakılmış ve esirgenmiştir.
Yüzyıllık gerçeğini ve geleceğe ışık tutan vizyonunu bütün tazeliği ile hala koruyan bu proje, maalesef günümüze kadar "zaman ve zeminin merhametsizliği"nden kurtulamamıştır.
Bu gün 165 üniversitesi olan ülkemizde, bir tanesi bile sırf bu projenin pilot çalışmasına ayrılsa, acaba bu ülke ne kaybedecek?
Bu cesareti, dirayeti ve idraki ortaya koyacak, hatta anayasal metne dahil edecek bir tasavvuru düşünebiliyor musunuz?
Özellikle bu soruda "NEREDE VE NE ZAMAN sorusunun sorulmamış olması, 5N1K kalıbı içinde cevaplanırsa, HER ZAMAN VE HER YERDE cevabının verileceği yeryüzü üniversitesi olmakla eşdeğer bir model ve sistem önerisi söz konusudur.
Cevap: Ona bazı şerait ve varidat ve semerat vardır.
İslam Bilim Akademisi diyebileceğimiz MEDERESETÜZZEHRA projesinin gerçekleşmesi için;
1-Gerekli olan ŞARTLAR, yeterlilikler,
2-Finans, mali yönetim,
3-Faydaları, yani ne sağlayacak? Ne kazandıracak?
Projenin bu üç ayağı; Kuruluş/işletme, finans ve ürün/üretim olarak tanımlanabilir.
Sağladığı sekiz faydayı ise müstakil bir çalışmada ele almak duasıyla.
DİPNOTLAR:
1-Münazarat, s. 102
2-Divan-ı Harb-i Örfi, s. 23
3-Münazarat, s. 126
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.