Misafir Kalem
Mehmet Âkif Ersoy-1
Doç. Dr. Fevzi Karademir’in yazısı٭
Büyük şahsiyetler, karanlıkları aydınlatan meşalelerdir. Toplumlar bu meşalelerin aydınlığında yollarını bulur, karanlık dehlizlerde kaybolmaktan kurtulurlar. Ufukların karardığı, ümitlerin söndüğü günlerde milletimizi aydınlatan, ona kurtuluş yolunu gösteren şahsiyetlerden biri de hiç şüphesiz Mehmet Âkif’tir. Âkif, sağlığında fikir ve mücadele azmi ile milletimize rehberlik ettiği gibi, bugün de bıraktığı eser ve hatıratı ile başta gençliğimiz olmak üzere toplumumuza ışık olabilecek mahiyettedir.
Âkif ve onun gibileri tanımak, bugün daha bir zaruret halini almıştır. Zira bir asırdan fazladır toplumumuz bir rehbersizlik bunalımı yaşamaktadır. Temel değerlerinden koparılan toplumumuz, pusulasız bir gemi gibi girdaptan girdaba sürüklenmekte; nereden, hangi vazife ile geldiğini, nereye gideceğini, kimi örnek alacağını bilemeyen gençlerimiz, dini ve ahlaki hiçbir sınırı/sahili olmayan sanal ummanların dalgalarına kapılmakta; kimileri boğulmamak için yılan(lar)a sarılmakta, kimileri kaybolup gitmektedir. İşte Âkif gibi örnek şahsiyetleri tanımak, belki nice insanımıza can simidi olacak ve nice hayatlar kendilerine uzatılan manevi eli tutarak selamet sahiline çıkacaktır.
Ancak şu da bilinmelidir ki kimi kötü niyetliler, bilerek ve kimi ahmak dostlar, bilmeyerek, topluma ışık olacak meşaleleri söndürmeye, ona uzanan elleri kırmaya çalışmış/çalışmaktadır. İyi ile kötünün mücadelesi kıyamete dek süreceğine göre, bize düşen, toplumumuza ışık olacak bu meşaleleri muhafaza etmek, toplumu tutup kaldıracak bu ellere kuvvet vermektir.
Âkif’i yok sayan, onu unutturmaya çalışanların rağmına Âkif’in akıl ve gönüllerde diri kalmasını temin için birçok hamiyet erbabı, büyük emek ürünü nice kıymetli eserler vücuda getirmiş, Âkif meşalesini elden ele bugüne dek taşımışlardır.
Âkif’i, hayatından kesitler ve şiirlerinden örneklerle okurların nazarına sunmaya çalışan bu yazının amacı, Âkif’le ilgili yeni bir iddiayı ortaya koymak, hayatının karanlık kalan bir cephesini aydınlatmak değil, Âkif’le ilgili söz konusu kıymetli eserlere ve onların vasıtası ile de Âkif’in fikirlerine nazarları çevirmeye küçük de olsa katkıda bulunmaktır. Başka bir ifade ile bu yazı, Âkif’i okumaya ve onu daha iyi tanımaya bir davetnamedir. Şayet bu davetname, Âkif meşalesinin toplumumuzu özellikle de gençlerimizi aydınlatmasına az da olsa bir katkı sağlarsa amacına ulaşmış olacaktır.
Ana Hatları ile Hayatı[1]
63 yıllık yaşamı (1873-1936), bir cihan imparatorluğunun maddi ve manevi devriliş ve yıkılışı içinde geçen bir fikir ve aksiyon adamının maddi ve manevi bütün yönlerini, kişi ve olaylara karşı tavrını, duygu ve düşünce dünyasını bir kitap bölümüne sığdırmak mümkün değildir. Haddizatında böyle bir çabaya gerek de yoktur. Zira yukarıda ifade edildiği gibi bu konuda bir birinden değerli çok sayıda eser vücuda getirilmiştir. Âkif’i konu alan basılı ve elektronik kaynaklar bir araya getirildiğinde, bu kaynaklarda Âkif’in hayatının birçok cephesi ile ele alınıp aydınlatıldığı görülecektir. Dolayısıyla yazıda Âkif’in hayatı ile ilgili teorik detaylar mümkün olduğunca kısa tutulacak, daha çok şiirleri üzerinden bize ışık tutacak fikirleri nazara verilmeye çalışılacaktır. Bu arada Âkif’e haksız olarak yöneltilen kimi eleştirilere de yazı çerçevesinin el verdiği ölçüde cevap verilecektir.
Doğduğu Aile
Âkif, Hicri 1290 yılının Şevval ayında (Aralık 1873) Tahir Efendi ile Emine Şerife Hanım’ın ilk evlatları olarak İstanbul’da, Fatih civarındaki Sarıgüzel Mahallesi’nde dünyaya geldi. Medrese hocası olan ve titizliğinden dolayı çevresinde Temiz Tahir olarak anılan Âkif’in babası, Arnavutluk’tan gelmedir. Annesi ise Tokat doğumludur. Ancak onun da soyu hem anne hem de baba tarafından Buhara’ya dayanır. Kaynaklar, Tahir Efendi ve Emine Hanım’ın her yönüyle dindar, faziletli insanlar olduğunu ve ev ortamlarının bir ibadethaneyi andırdığını kaydeder. Âkif’in Nuriye adında bir de kız kardeşi vardır. İşte Âkif’in ilk teneffüs ettiği, karakterinin şekillendiği ortam bu ortamdır.
Adı
Tahir Efendi, oğluna Arapçada yufka/ekmek manasına gelen "Ragif´ mahlasını verdi. Bu ad, ebcet hesabı ile Âkif’in doğumuna tekabül ediyordu. Fakat telaffuzu zor bu kelime yerine, çevresinde abîd, sebatkâr manalarına gelen Âkif isimi revaç buldu ve nüfus kâğıdına Âkif geçti. Bu suretle adı Mehmed, mahlası Âkif kaldı.
Öğrenimi
Âkif öğrenimine 4 yaşında mahalle mektebinde başlar. İlk (iptidai mektebi) ve ortaokul (rüştiye) sürecinde bir yandan okul derslerine devam ederken bir yandan da babasından Arapça öğrenir. Ortaokulu (rüştiye) bitirince, babası meslek tercihini Âkif’e bırakır. Âkif, Siyasal Bilgileri (mülkiye) tercih eder. Bu arada 5 yıl eğitim veren bu okul, 3+2 şeklinde iki kısma ayrılır. 3 yıl lise (idadi), 2 yıl yüksekokul (âli kısım). Âkif bu okulun lise kısmını bitirdikten sonra yüksek kısmına geçer. Ancak bu arada babası vefat eder ve meşhur Fatih yangınında (1889) evleri yanar. Zaruret içinde kalan Âkif Siyasal Bilgileri bırakır, memuriyete atanma şansı daha fazla görünen ve o sıralarda yeni açılmış olan Veteriner Okuluna (Baytar Mektebi) kaydolur. Veteriner Okulunu birincilikle bitirdikten sonra küçük yaştan itibaren başladığı Kur’an-ı Kerim ezberini ikmal ederek hafız olur.
İlgi Alanları
Âkif, öğrenim hayatı boyunca en çok dil derslerini sever. Türkçeden başka, Arapça, Farsça, Fransızcayı çok iyi derecede öğrenir. Şiir okuma ve yazma, tabiatının bir parçası olur. İlk şiir karalamalarını daha ortaokul sıralarında yapar. Şiir yazma alışkanlığı, öğrenim süreci boyunca devam eder. Veteriner okulunda şiirle daha çok meşgul olur ve çok sayıda şiir yazar. İlk şiir kitabı olarak Fuzuli’nin Leyla vü Mecnun’unu okur. Temel klasiklerden Sadi’nin Gülistan’ı, Şirazlı Hafız’ın Divan’ı, Mevlana’nın Mesnevi’si de ilk okuduğu eserlerdendir.
Başta güreş olmak üzere yüzme, atlama, taş atma, koşu gibi sporlarla meşgul olur. Bir ara neyle ilgilenir. Ancak kulağı sesleri yeterince ayıramadığı için ney üflemeyi bırakır.
Fiziki Şahsiyeti
Âkif’le ilgili çalışmalarda onun temiz simasına, geniş alnına, düzgün beyaz dişlerine, ışık saçan gözlerine, ilmî bir sakala sahip oluşuna, son derece mütevazı ancak temiz giyim kuşamına dikkat çekilir. Atletik, cengâver bir vücuda sahip olduğu, yaz kış soğuk su ile duş alacak ve İstanbul Boğazı’nın bir ucundan diğer ucuna yüzecek kadar sağlam bir bünyeye sahip bulunduğu belirtilir (bk. Kuntay, 2007, 15; Özdağ, Duman, 2012, 131; Şengüler, t.y., 10/169).
Manevi Şahsiyeti
Âkif’in manevi şahsiyetinin oluşumunda en büyük tesir hiç şüphesiz inanç ve ibadetlerindeki ciddiyetleri ile anne ve babasına aittir. Her ikisi de ibadet ve takvaları ile Âkif’e rol model olur. Babası küçük yaştan itibaren onu camiye alıştırır, ona ibadet sevgisi kazandırır, dini konularda hocalık yapar, Arapça öğretir.
Âkif’in yetiştiği semt, okuduğu okullar da evdeki manevi atmosferle bütünlük arz etmektedir. Zira muhit, muhafazakâr; okuldaki hocalar, genel olarak mesleklerinde ciddi ve dindar. Bütün bunlar Âkif’te istikrarlı ve istikametli bir bünyenin şekillenmesinde önemli rol oynar.
Yakın dostu Mithat Cemal Kuntay, onun şahsiyetinin oluşumunda önemli rol oynayan bu bileşenleri “Kur’anlı ev, pehlivanlı mahalle, rasathaneli mektep” şeklinde betimler (Kuntay, 2007, 195). Kur’an’lı ev, onun iman ve Kur’an şairi oluşunda; pehlivanlı mahalle, onun güreşle meşguliyetinde, dolayısıyla madden ve manen sağlam bir bünyeye sahip oluşunda; rasathaneli mektep de onun kâinat kitabını okumasında ve din ilimleri ile fen ilimlerini mezcederek daha sağlıklı bir bakış açısına sahip oluşunda etkili olur.
Âkif üzerine yazılan eserler, onun şu özellikleri taşıdığı noktasında hemfikirdirler:
Kuvvetli bir imana sahipti. Hayâ sahibi idi. Vatan ve millet sevgisi ile doluydu. Cesurdu. Gayretliydi. İktisatlıydı. Vefalıydı. Mütevazıydı. Doğru sözlüydü, sözünün eriydi. Cimrilik, ikbal şımarıklığı, kibir ve maddi kirlilik onun için çamur kadar pisti. Sabah/seher onun en güzel anı, sevgilisiydi:
Bir infilâk-ı safâdır ki yâr-ı cânımdır,
Sabâhı pek severim, en güzel zamanımdır [2](Safahat, 1/10)[3].
Âkif, manen, burada sayamayacağımız daha birçok güzel haslete sahipti. Ancak bütün bunlardan önemlisi, onun duygu ve düşüncelerinde samimi, istikametli, itidalli oluşuydu. Hiç şüphesiz İslam âlemini aydınlatma gayesi güden “Sırat-ı Müstakim”e başyazar olmak bunu gerektiriyordu. Âkif’in istikametine, yani duygu, düşünce ve hareketlerinde itidal üzere oluşuna onlarca örnek gösterilebilir. Biz, 33 yıllık arkadaşı M. Cemal’in şu itirafı ile yetinelim:
“İlk tanıdığımda ona inanmadım. Bir insan bu kadar temiz olamazdı; ’cabotin’di (oyuncu) ve fena aktör, melek rolünü oynamaktan bir gün yorulacaktı, gayri tabi bir faziletten yorulan yüzünü bir gün görecektim. Fakat otuz beş sene, bu gün gelmedi” (Kuntay, 2007, 284).
“Bir de benim Âkif’im var. Bu Âkif, hayatımın otuz üç senesidir. Bu otuz üç senede, o, bir tek defa bayağı olmadı. Onun iç yüzüne baktığım vakit gökyüzüne, denize bakar gibi ferahlanırdım. Sonra onun altmış üç senelik hayatını öğrendim; bu, berrak altmış üç senedir, siyah ve pis tek bir dakikası yoktur” (Kuntay, 2007, 27).
Eşi ve Çocukları
Âkif, 1898’de İsmet Hanım ile evlenmiştir. Bu evlilikten üçü kız, üçü erkek olmak üzere altı çocuk olmuştur. Kızların adları Cemile, Feride, Suad; erkeklerin adları İbrahim Naim, Emin ve Tahir’dir. İbrahim Naim, bir buçuk yaşındayken vefat etmiştir.
Mektuplarından öğrenildiğine göre, Âkif, görev icabı yaptığı seyahatlerden dolayı ailesine yeterli zaman ayıramamaktan mustariptir. Özellikle oğlu Emin’in öğrenim sürecindeki lakaytlığı ve kendisinin uzakta olduğundan oğluyla yeterince ilgilenememesi, onu derinden üzmüş, ona, Emin’le ilgilenmesi için ricada bulunduğu Fuat şemsi İnan’a hitaben şu acı sözleri söyletmiştir: “Âh kendi yumurcağını terbiyeden aciz babaların mürebbi i ümmet geçinmesi ne ayıp şeymiş” (Günaydın, 2009, 88). Akif’in terbiyesinden acze düştüğü Emin’in düzensizliği hayatının sonuna kadar sürmüş ve hayatı sefalet içinde son bulmuştur.
Görevleri
Âkif, veteriner okulunu birincilikle bitirdiği için memuriyete hemen atandı (1893). İlk görevi, Ziraat Bakanlığı Veterinerlik İşleri ve Hayvan Islahı Genel Müfettiş Yardımcılığı (Ziraat Nezareti Umûr-ı Baytariye ve Islah-ı Hayvanat Umûm Müfettiş Muavinliği) oldu. Balkan Savaşı'ndan sonra, Veterinerlik İşleri Dairesindeki görevinden ayrıldı (1913).
Bir aksiyon adamı olan Âkif, 63 yıllık hayatına resmi-gayri resmi çok sayıda görev sığdırdı. Âkif’in hayatını konu alan kaynaklarda kronolojisi verilen bu görevlerin başlıcaları şunlardır: Mesleki okullarda Kompozisyon öğretmenliği, üniversitede Osmanlı Edebiyatı müderrisliği, İttihat ve Terakki Cemiyeti’ne bağlı İlmiye Mahfeli’nde Arap Edebiyatı öğretmenliği, Fatih, Bayezid, Süleymaniye gibi camilerde vaizlik, Sırat-ı Müstakim/ Sebilürreşad dergisinde başyazarlık, Teşkilat-ı Mahsusa üyeliği, Dar-ül Hikmet-ül İslamiye Cemiyeti başkâtipliği, Burdur milletvekilliği…
Seyahatleri
Âkif, yurt içi ve yurt dışı birçok seyahatlerde bulundu. Bu seyahatler, turistik heveslerle yapılan alelade seyahatler değildi. Veteriner kimliği ile Anadolu, Rumeli, Arnavutluk, Arabistan’a yaptığı seyahatlerde bulaşıcı hayvan hastalıkları ile mücadele etti. Halep ve Şam’a bir heyetle ordunun hizmetine alınacak atların seçimi için gitti. Harbiye Nezaretine (Savunma Bakanlığı) bağlı Teşkilat-ı Mahsusa’nın (Bir tür özel istihbarat teşkilatı) görevlendirmesiyle gerçekleştirdiği Berlin ve Arabistan seyahatleri ise mahiyetleri itibariyle ayrı bir öneme sahipti. Zira o günün şartlarında hiç de kolay olmayan bu seyahatlerde Âkif artık fiilen vatan savunmasının bir neferi olarak yola koyulmuş, Almanya seyahatinde İttifak Devletleri’ne karşı savaşırken Almanlara esir düşen Müslümanları; Arabistan seyahatinde ise İngilizlerce Osmanlı devletine karşı kışkırtılan Arapları aydınlatmaya çalışmış ve bu konuda vatan adına önemli hizmetler ifa etmiştir. Mısır seyahatleri ise, başlı başına bir değerlendirme konusudur. Zira Âkif, Mısır’a defalarca gitmiş, son gidişinde 10 yıl civarında orada kalmıştır. Âkif Kurtuluş Savaşı sürecinde de fikren ve bedenen sürekli bir faaliyet halinde olmuş, Balıkesir, Ankara, Konya, Kastamonu gibi illerde halkın milli kurtuluş gayesi etrafında toplanmasına çalışmıştır.
Duygu ve düşünce dünyasında büyük etkiler yapmış olan bu seyahatlerinde Âkif Osmanlı tebaasının maddi ve manevi durumunu yakinen öğrenmiş, Doğu ile Batı’yı, Müslümanlar ile Avrupalıları her yönden mukayese imkânı bulmuştur. Dolayısıyla bu seyahatleri onun şiirleri için adeta birer saha çalışması olmuş, şiirleri bu sahici esas üzerinde şekillenmiştir. Belki de Âkif’i ve şiirlerini masa başı şair ve şiirlerinden ayrı ve orijinal kılan en önemli özelliklerden biri de bu olmuştur (bk. Şengüler, t.y., 10/93 vd.; Yetiş, 2011, 11 vd.)
Eserleri
Âkif, ardında çok sayıda şiir, makale, ayet tefsiri ve mektup bırakmıştır. Onun şiirleri Safahat[4], Süleymaniye Kürsüsünde , Hakkın Sesleri, Fatih Kürsüsünde, Hatıralar, Asım, Gölgeler adlı kitaplarda toplanmıştır. Safahat, aynı zamanda bu şiir külliyatının adıdır. Âkif’in şiirlerinde öne çıkan başlıca konuları şöyle sıralamak mümkündür: hayat, ölüm, sosyal problemler, siyasal baskı, batılılaşma, hürriyet, adalet, aydın-halk çatışması, İslamiyet’in doğru ve yeterince anlaşılamaması, ümmet bilincindeki zafiyet ve ırkçılık hastalığı, milli duygular, tasavvuf… (Geniş bilgi için bk. Gökçek, 2005).
Âkif, 12 Mart 1921’de Büyük Millet Meclisince milli marş olarak kabul edilen ve Türk milletinin bağımsızlığı ile bütünleşip sembolleşen ünlü şiiri İstiklal Marşı’nı ise Safahat’a koymamış, bu şiirini ve onun için kazandığı 500 lirayı millete armağan etmiştir.
Âkif, makalelerinde edebi ve dini konuları, sosyal sorunları, kendi sanat anlayışı, başka şair ve yazarlarla ilgili görüşlerini işlemiş, kimi şahıs ve eserlerle ilgili tanıtım yazıları kaleme almıştır. Âkif’e ait nesirlerin bir bölümünü de onun başta kızları ve damatları olmak üzere dostlarına yazdığı mektupları oluşturmuştur. Bir kısmı yayımlanmış olan bu mektuplarda şahsi ve sosyal birçok meseleyi bulmak mümkündür (Şengüler, t. y., 486).
Etkilendiği/Sevdiği Başlıca Şahsiyetler
Âkif’in fikir ve sanatında en çok etkilendiği kişilerin başında Fars şair ve âlimi Şeyh Sadi gelir. Bunun yanında, Arap şairlerinden Antere, Fransız şairlerden Lamartine ve Daudet, Mısır Müftüsü Şeyh Muhammed Abduh, Osmanlı şairlerinden Fuzuli, Muallim Naci, Abdulhak Hamit; Âkif’in sevdiği etkilendiği kişilerdendir (Şengüler, t.y., 10/396).
Hicreti
Âkif’i birinci meclise çeken sebep, vatan için duyduğu bağımsızlık aşkıydı. Ancak bağımsızlık kazanıldıktan sonra mecliste hava değişmişti. Onun, uğruna canını vereceği değerler bir bir ayaklar altına alınıyordu. Zira o hayatı boyunca ruhu Kur’an olan bir İslam birliği için can atıp durmuştu. Ancak yeni düzen laik bir ulus devlet emelinde idi ve bu yolda ardı ardına devrimler gerçekleştiriyordu. Oysa babası Arnavut olduğundan kendisi Türklerden bile sayılmıyordu. Devrin kodamanları, ona yabani nazarı ile bakıyor, ya sev ya terk et mealinde imalarda bulunuyordu. Kısaca mevcut ortam, Âkif’i ne madden ne manen benimsiyordu. Bu dışlanmışlık Âkif’i derin bir ümitsizliğe ve hüzne sevk etmişti. Âkif bu duygularla Mısır hıdivi (Osmanlı’da bir süre Mısır valileri için kullanılan resmi unvan) Abbas Halim Paşa’nın daveti üzerine 1923 yılında Mısır’a gitti. Yazları İstanbul’da, kışları Mısır’da olmak üzere bir iki yılını böyle geçirdi. Ekim 1925’ten itibaren hicretini daimileştirdi ve 1935’e kadar burada kaldı. Âkif, bu esnada Kahire Üniversitesinde Türk Edebiyatı dersi veriyor, bir yandan da manevi mesuliyetinden çekindiği için kerhen kabul ettiği Kur’an-ı Kerim meali yazma işine devam ediyordu.
Âkif Mısır’a gitmemiş olsaydı ne olurdu? Yakın arkadaşlarının uğradığı akıbete bakıldığında, şayet gitmemiş olsaydı kötü bir akıbete uğrayabilir, en azında yargılanabilirdi. Zira başyazarı olduğu Sırat-ı Müstakim (sonraki adıyla Sebilürreşâd) dergisi 1925’te kapatılmış, en yakın dostlarından Eşref Edip (derginin sahibi) mahkemelerde yargılanmıştı. Yine, aynı tarihlerde Âkif’in Darü’l Hikmetü’l İslamiye’de birlikte çalıştığı Bediüzzaman Said Nursi Van’dan Burdur’a sürgün edilmiş, bir bölümü hapislerde olmak üzere, bu sürgün, memleket memleket dolaştırılarak, ölümüne dek sürmüştü. Birinci Millet Meclisi’nde muhafazakar fikirleri ve Mustafa Kemal’e muhalefeti ile bilinen arkadaşı Trabzon milletvekili Ali Şükrü Bey ise, 27 Mart 1923 günü Mustafa Kemal'in özel muhafız alayı komutanı olan Topal Osman tarafından öldürülmüştü. Bu vb. vakalar, Âkif’in Mısıra gitmemesi durumunda uğrayacağı akıbet konusunda az da olsa fikir verecek mahiyettedir (bk. Okay, 1998; https://tr.wikipedia.org/wiki/Mehmet_%C3%82kif_Ersoy)
Yurda Dönüşü ve Vefatı
Âkif, 1935 yılında sıtma hastalığına yakalanmış olarak yurda döndü. O, ömrü boyunca uğrunda koşturduğu vatanının kucağında canını teslim etmeye gelmişti. Siroz olduğu teşhis edilen hastalığı, gün geçtikçe ağırlaştı, 1936’nın 27 Aralık gecesi Beyoğlu’ndaki Mısır Apartmanı’nda vefat etti. Resmi makamlar, Âkif’in cenazesine ilgi göstermedi, vefatı duyurulmadı. Defin hazırlık işlemleri gerçekleştirilirken cenazenin Âkif’e ait olduğunu öğrenen birkaç gencin üniversite gençliğini haberdar etmesi ve dolayısıyla olayın etrafa duyurulması ile halk istiklal şairlerinin cenazesine koştu. Omuzlarına alarak Âkif’in na’şını Edirnekapı Mezarlığı’na defnetti (bk. Cündioğlu, 2010, 184 vd.; Okay, 1998, 13; Yetiş, 2011, 11 vd.).
٭ Doç. Dr., Düzce Üniversitesi, Eğitim Fakültesi, Türkçe ve Sosyal Bilimler Eğitimi Bölümü. e-mail: [email protected]
[1] Akif’in hayat seyri ile ilgili genel bilgiler kaynaklarda benzer şekilde geçmektedir. Dolayısıyla bu bilgiler için her defasında kaynak gösterilmemiş, istifade edilen başlıca kaynaklar metnin sonunda toplu olarak verilmiştir. Özel bilgiler ve doğrudan alıntılar içinse metin içinde kaynak gösterilmiştir.
[2] "Şüphesiz ki takva sahipleri Rablerinin kendilerine verdiği sevabı almış olarak cennet bahçelerinde ve pınar başlarında bulunacaklardır. Çünkü onlar bundan önce iyilik yapıyorlardı. Onlar geceleyin pek az uyurlardı. Onlar seher vakitlerinde Allah’tan bağışlanma dilerlerdi." (Zâriyât, 51/15-18). "Allah’ın rızası ve cennet nimetleri sabredenlerin, doğruluktan şaşmayanların, huzurda boyun bükenlerin, hayra harcayanların ve seher vakitlerinde istiğfar edip yalvaranlarındır." (Âl-i İmrân, 3/17, http://mushaf.diyanet.gov.tr/).
[3] Yazıda Akif’e ait şiir alıntıları için Şengüler’in 10 ciltlik Açıklamalı Mehmed Âkif Külliyatı esas alınmıştır.
[4] Safhalar, aşamalar anlamına gelen safahat’ı; zevk, eğlence ve günahlara düşkünlük anlamına gelen sefahat/sefahet ile karıştırmamak gerekir.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.