Mehmet Asıf IŞIK
Gecenin Üçte Biri
İlâhi mârifetin hazinelerine kavuşmuş ve evc-i âlâ’ya yükselmiş bahtiyarlardan biri de “Mârifetnâme”nin müellifi, ceddimiz Erzurumlu İbrahim Hakkı’dır.
Hikâyesi epeyce uzundur; Hazretin babası Derviş Osman’ın gördüğü bir rüya üzerine, çocuk yaşta öksüz kalmış oğlunu yanına alarak, Süryanice “Yüksek Ruhlar” anlamındaki, cennet kokulu beldeye, Tillo’ya getirmiş. İbrahim Hakkı, “Yüksek Ruhlu” Şeyh İsmail Fakirullah’ın terbiyesi ve nezareti altında, kendi çağının maddi ve mânevi ilimlerini çok ileri seviyede tahsil etmiş ve ömrünün sonuna kadar da burada yaşamış.
Hazret, “Ey dide (göz) nedir uyku gel uyan gecelerde” diye başlayan bir şiirinde bize mârifetin zirvelerinde seyerân etmenin sırlarını veriyor: “Bul Sâni’ini ol ana hayran gecelerde / Çün gündüz olursun nice ağyâr ile gâfil.”
Gündüzün hay-huyu içinde, ha şu iş ha bu uğraş derken akıl da, zihin de, kalp te nice meşgalelerle Rabbinden gâfil kalabiliyor. Fakat yeryüzündeki canlı-cansız her varlığın karanlığın örtüsü altına girdiği, uykunun ve gafletin canlılığın üzerine çöktüğü, her şeyin susup sessizliğe gömüldüğü gecelerde aklı, kalbi ve ruhu hüşyar olan, Sâni’ini bulabilir ve onun hayret veren tasarruflarını hayranlıkla tefekkür edebilir.
O sonsuz şefkat ve merhamet sahibi, “Şefkatle nidâ eyliye Rahmân gecelerde.” Kullarını şefkatle rahmetine davet ediyor. O sebeple “Cümle geceyi uyuma Kayyum’u seversen / Taa hay olasın Hay ile ey cân gecelerde.” O her an diri ve kendisini uyku tutmayan Hayy-ı Kayyum Allah-u Teâlâ, geceleri hay olan, ölümün kardeşi olan uykuyu terk ederek geceleri canlı, diri ve uyanık olarak ihyâ eden “Gönlün gözüne görüne, ey can, gecelerde.”
Hele ki, “Dil Beyt-i Hüdâ’dır anı pak eyle sivâdan.” Yani, insan gönlünü masivâdan pir u pak eylemiş ve âyine-i Samed olan kalbini de Allah’ın evi kılmış, Hüdâ’ya beyt eylemiş ise, Rahman oraya gelmez mi?!..
İşte Yüceler Yücesi Allah-u Teâlâ o insanın “Kasrına (gönül sarayına) nüzûl eyler, o Sultan, gecelerde.” Sultan ihtişam ve azametiyle derme-çatma, iğreti, yamuk ve çürük kulübelere değil, ancak saraylara girmeye lâyıktır. Bu itibarla gönüllerimizi Sultan’a saray eylemeli değil miyiz; ve gecelerde, sadece ve yalnızca onu mihmân, yani misafir ederek…
Gecelerde o Hay (Allah) ile hay (diri ve uyanık) olmak ne hoş, ne güzel ve ne bereketli imiş, ahh bir bilsek! Buhari'de geçen bir hadis-i şerif şu meâldedir: “Rabbimiz Tebâreke ve Teâlâ, her gece, gecenin son üçte biri kaldığında dünya semâsına iner (rahmet nazarıyla bakar) ve şöyle buyurur: 'Bana duâ eden yok mu, duâsını kabul edeyim! Benden isteyen yok mu, ona (dilediğini) vereyim! Benden mağfiret isteyen yok mu, onu bağışlayayım!”
Demek ki Sultan’ın şefkat ve merhametinin kabarıp cömertliğinin, rahmet, bereket, ihsan ve ikramlarının coştuğu vakitler geceler imiş. İlk yarısı değil de gecenin son üçte biri…
Sırdaş ve yakın dostların birbirlerine mahrem sırlarını açması misali, sırlı hakikatlerin, hakikatin inceliklerinin, inceliklerin geniş ve derin mânâlarının hassas ve samimi kalplere fısıldandığı, kalp gözüyle gören uyanık göz ve gönüllere gösterildiği hususi vakitler geceler imiş. Gecenin hem ağır hem karanlık peçesini kaldırıp üzerinden atarak gözüyle ve gönlüyle uykudan uyanıp dostunun diyeceklerine kulak vermektir yakın dostluk; el-etek çekilip dağıldıktan sonra ancak, dostlar baş başa kalır.
Çok yakın bir dostum şunları anlatmıştı vaktiyle. “Dostum diyeceğim kişi, gecenin kör karanlığında, çağırdığımda tereddüt etmeden başını yastığından kaldırıp dostuna yetişen ve çağrısına koşandır.” diye dostu tarif etmişti. Dost dostundan samimiyet bekler ki hakkıdır. Samimi dostlar birbirlerinden fedakârlık ister. Ne zaman mı? Tabii ki, istendiğinde ve beklendiğinde. İcabında, zamanın en mahrem vaktinde, yani gecelerde…
Şu nice sırlar taşıyan “gecenin üçte biri” hakkında “Dostların En Sevgilisi” olan yüce Rabbimiz, hikmetli Kitabında “En Sevgili Dostuna”, Habib-i Kibriyası olan Peygamber Efendimize (sav) Muzzemmil Sûresinin başındaki birkaç âyette ne dediğine ve ondan ne yapmasını istediğine bir bakıverelim:
يَٓا اَيُّهَا الْمُزَّمِّلُۙ “Ey örtünüp bürünen (Resûlüm)!” (1)
قُمِ الَّيْلَ اِلَّا قَل۪يلاًۙ “Birazı hariç, geceleri kalk namaz kıl.” (2)
نِصْفَهُٓ اَوِ انْقُصْ مِنْهُ قَل۪يلاًۙ “(Gecenin) yarısını (kıl). Yahut bunu biraz azalt.” (3)
اَوْ زِدْ عَلَيْهِ وَرَتِّلِ الْقُرْاٰنَ تَرْت۪يلاًۜ “Ya da çoğalt ve Kur´an´ı tane tane oku.” (4)
Gecenin ortasında sıcak yatağından kalkıp ta Rabbi için istirahatini terk etmesi istenen “Mahbûbiyet makamının sultanı” olan “seçkin kula” (sav) verilecek olan, sonraki âyette bildiriliyor:
اِنَّا سَنُلْق۪ي عَلَيْكَ قَوْلاً ثَق۪يلاًۜ “Doğrusu biz sana (taşıması) ağır bir söz vahyedeceğiz.” (5)
اِنَّ نَاشِئَةَ الَّيْلِ هِيَ اَشَدُّ وَطْـٔاً وَاَقْوَمُ ق۪يلاًۜ “Şüphesiz gece kalkışı, (kalp ve uzuvlar arasında) tam bir uyuma ve sağlam bir kıraata daha elverişlidir.” (6)
Seçkin kulun (sav) ve onu dost ve rehber edinen ve edinecek olanlar için gece vaktinde kalkmanın sebebi ve hikmeti ise şu âyetlerle izah ediliyor:
اِنَّ لَكَ فِي النَّهَارِ سَبْحاً طَو۪يلاًۜ “Zira gündüz vakti, sana uzun bir meşguliyet var.” (7)
وَاذْكُرِ اسْمَ رَبِّكَ وَتَبَتَّلْ اِلَيْهِ تَبْت۪يلاًۜ “Rabbinin adını an. Bütün varlığınla O´na yönel.” (8)
Bütün varlığıyla Rabbine kul olan Nebi’ye ve yolunda giden kullara tavsiye edilen yönelim vakti, uzun ve oyalayıcı meşguliyetlerin yaşandığı günün gündüz dışındaki bir zamanıdır. O vakit, maddi ve mânevi bütün uzuvlar arasında tam bir uyum olan gecenin çok özel vaktidir. O vuslat veya huzûra çıkma vakti, bütün hislerin ve lâtifelerin uyanık olduğu, bütün algıların almaya, duyguların duymaya, hislerin massetmeye, istidat ve kabiliyetlerin azami bir dikkatle ve rikkatle hikmeti ve hakikati yakalamaya müheyyâ olduğu vakittir. İşte o en mahrem ve hususi vakitte, kuldan, dünyaya ve içindekilere sırt çevirip Rabbe yönelmesi ve kelâmını tane tane okuyarak onu anması istenmiş.
Niçin mi? Belki de şu sebepten: اَقِمِ الصَّلٰوةَ لِدُلُوكِ الشَّمْسِ اِلٰى غَسَقِ الَّيْلِ وَقُرْاٰنَ الْفَجْرِۜ اِنَّ قُرْاٰنَ الْفَجْرِ كَانَ مَشْهُوداً “Gündüzün güneş dönüp gecenin karanlığı bastırıncaya kadar (belli vakitlerde) namaz kıl; bir de sabah namazını. Çünkü sabah namazı şahitlidir.” (İsra/78) Öncesiyle, esnâsıyla ve sonrasıyla Allah’ın, meleklerin ve kim bilir başka nelerin ve kimlerin kulun ibadet ettiğine şahit oldukları o efsunlu vakitler.
***
Bir düğüne veya herhangi bir merasime herkes şahit olmaya davet edilir fakat halvet ille de can ile canan arasında, seven ile sevilen arasındadır. Sevenin sevdiğine en mahrem ziynetini, en değerli emanetini arz ettiği halvet vaktidir. Aynen misaldeki gibi, Yüce Allah, “Eğer biz Kur’an’ı bir dağın üzerine indirmiş olsaydık, onu Allah korkusundan titremiş ve paramparça olmuş görürdün.” (Haşir/16) diye buyurduğu, vahyin heybeti ve azameti karşısında titrediği için örtünen Resûlünü hem teskin ve teselli, hem teşrif, tekrim ve tahsin, hem de hikmeti ta’lim için gecenin böğründe huzûruna istemişti; gecenin son üçte birinde…
Sûrenin 20. âyetinde ise, Cenâb-ı Allah, kendi tayin ettiği o mahrem vakitte huzûra çıkan ve “Her vakit ümmetiyle alâkadar olan” Peygamberi (sav) de, onunla beraber olacakları da biliyor, bildiğini de müjdelerle bildiriyor.
اِنَّ رَبَّكَ يَعْلَمُ اَنَّكَ تَقُومُ اَدْنٰى مِنْ ثُلُثَيِ الَّيْلِ وَنِصْفَهُ وَثُلُثَهُ وَطَٓائِفَةٌ مِنَ الَّذ۪ينَ مَعَكَۜ وَاللّٰهُ يُقَدِّرُ الَّيْلَ وَالنَّهَارَۜ عَلِمَ اَنْ لَنْ تُحْصُوهُ فَتَابَ عَلَيْكُمْ
***
“(Resûlüm!) Senin, gecenin üçte ikisine yakın kısmını, (bazen) yarısını, (bazen de) üçte birini yatmadan (ibadetle) geçirdiğini ve beraberinde bulunanlardan bir topluluğun da (böyle yaptığını) Rabbin elbette biliyor. Gece ve gündüzü ölçüp biçen ancak Allah´tır. O sizin, bunu sayamayacağınızı bildiği için, sizi bağışladı…”
Mâdem “Kişi sevdiğiyle beraberdir”, o halde -mânen de olsa- sevdiğimizle beraber olmalı değil miyiz? Madem sevdiğimiz, en sevilenin sevdiğiydi, o halde sevileni sevdireni yapmalı değil miyiz? Madem yaptıklarıyla kendini sevdiren, sevgili oldu. Sevgili’nin yaptığını eden de sevilmez mi?
***
Gecelerin hamile olduğu rahmet, feyiz ve berekete dair bu kadar sarf-ı kelâm ettikten sonra, kendisini rahmetle yâd edelim, Sultan III. Murad Han’ın şu meşhur “Uyan ey gözlerim, gafletten uyan” sözleriyle başlayan şiirinde yakındığı “Uykuyu seven gözlerine” sitem etmekte haklı değil miydi?
Geceler ki, “Semâvâtın kapılarının açıldığı” ve “Rahman’ın gönül saraylarına misafir olduğu” gecelerde ve seherlerde, gönün ve gönlün gözlerine İbrahim Hakkı gibi şöyle demeli: “Ey dide (göz) nedir uyku, gel uyan gecelerde.”
Ve illâ ki gecenin son üçte birinde…
(NOT : Şükürler olsun ki, bir mübarek mevsime, Receb, Şaban ve Ramazan ile bir üç aylar mevsimine daha kavuştuk. Geceleri ve gündüzleriyle, her anını ibadetle, dua, tesbih, kıraat, tefekkür ve tezekkürle değerlendirmek, gecelerde ve seherlerde gözlerimizden yaşlar akıtarak Rabb’ul Alemine halimizi arz etmek zamanıdır. Bir dakikasını bile zayi etmeden, boşa geçmesin duâ ve temennisiyle.)
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.