M. Nuri BİNGÖL
Meşveret
İnsanın bir tek ferdinin, diğer bütün yaratılanların bir türü mahiyetindeki ifade çok iyi hatırlanır. Aynı manaların etrafında dolaşan ve hedefini vuran izah, ibare ve “nakl”den anlıyoruz ki, insan nev’ini diğer varlıklarla birlikte düşünmeyi bırakın, mukayese imkanına bile sahip değiliz.Onun diğer varlıkları temaşa etmesi bile onu “tefekkür” ettirmek ve irfan arşına ulaşmasına vesile olması için değil midir?
“İnsan, topluma basit bir kira mukavelesi ile bağlanmamıştır, toplumda yeri de vardır onun. Ortaçağ’daki insaflı izahlar, Ondokuzuncu Yüzyıl’ın hodgam anlayışından çok daha yerindedir. İşletmenin - veya insan cemiyetinin- insani bakımlardan muvaffak olabilmesi, ancak cemiyetin uzvi bir yapıya sahip olmasıyla mümkündür. Yani bir vücudun organları gibi kendi arasında birleşen gayr-ı mütecanis unsurların bir araya gelmesine ve bağlanmasına tabidir. İçtimai organların biri diğerinden pek farklıdır,ama yine de - düzenli yaşamak için- hepsi zaruridir.Hacimleri, kaliteleri ve yapıları bakımından eşit değillerdir ama, organizma hayatı için ehemmiyet bakımından hepsinin de ayrı önceliği vardır.Mesela karaciğer, mide, kalın bağırsak, anüs, ağız, pankreas - ayrı fonksiyonları olsa da- önem bakımından aynı gibidirler. İşbirliği, beraberlik ve aynı zamanda farklılık arz ediyorlar. Organlar farklıdırlar ama bir bütünü teşkil cihetiyle , birbirinden ayrılmazlar.” İfadesinin sahibi de Alexis Carrel... İhlas Risale’sindeki “ muntazam vücut” benzetmesiyle aynı mihverin etrafında buluşmuş izahı olabildiğince “müsbet” görüyoruz.
“Kimin himmeti yalnız nefsi ise, o insan değil; çünkü insanın fıtratı medenidir.” Neden öyledir insan? “... Cami bir mahluk olması itibariyle , ebna-yı cinsiyle teşrik-i mesai etmeye muhtaçtır” da ondan. Aynı zamanda, “ Hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir. Mesela, bir ekmeği yese kaç ellere muhtaç ve ona mukabil o elleri manen öptüğünü ve giydiği libasla kaç fabrikayla alakadar olduğunu kıyas ediniz. Hayvan gibi bir postla yaşayamadığından, ebna-yı cinsiyle fıtraten alakadar olmasından ve onlara manevi bir fiyat vermeğe mecbur olduğundan , fıtratıyla medeniyetperverdir.”
İçtimai hayata atılmak ve muayyen bir vazifeyi yaparak, belli bir ihtiyacı gidermek, aynı zamanda insani bir mes’uliyettir de... “ İnsanların en hayırlısı, onlara faidesi dokunandır.” Kur’an Emri de meseleyi vuzuha kavuşturan ölçülerden; Risale’nin aynı mevzularda hep bu hadise atıfta yapması ise çok daha manalı, çok daha zihin açıcıdır.
Varılan böylesi bir neticeden sonra gelinecek nokta, elbette “cemiyet” halinde yaşama zarureti olacaktır. Bilhassa İslam Müntesibleri için bir “ vecibe” haline gelmiş bulunan “ Teşrik-i Mesai, İştirak-ı Emval-i uhreviye, Mesailerin Tanzimi” gibi hakikatlar ve zaruretler, “ ittifak, maksat ve esasta ittifak” içinde bulunmayı da gerektirir. “ Tevhid-i İmani, elbette tevhid-i kulubu dahi ister.”şeklindeki düstursa , aynı hadiseye işaret eder. Bu nevi beyan ve ifadelerde serrişte edilen “uhuvvet-i islamiye” esasınının içtimai- sosyal hayatla alaka derecesini ise yine aynı sahifelerde veriyor
Bediüzzaman Said Nursi:
“.....Ve vahdet-i itikad dahi, vahdet- i içtimaiyeyi iktiza eder.” Yani, “beşeriyetin” en mühim özelliklerinden biri olan inanma hususiyetini yerine getirip, neticede “ Din-i Hakk’ı “ bulan insanlar, elbette “ vahdet-i itikad” içerisinde olacaklardır. “ Bir adamla bir taburda bulunmakla” (Uhuvvet R.) bile kişi eğer “ dostane bir rabıta” anlıyor, öyle hissediyorsa içini, gelip geçici dünya hanının bir menzilinde “ bir memlekette beraber bulunmakla” arkadaşlığı ve hemşehriliği netice verici “ uhuvvetkarane” bir vaziyet alıyorsa; “ imanın verdiği nur ve şuur ile” o insanın diğer inananlarla “ vahdet alakaları ve uhuvvet münasebetleri” içinde kalmasının, “ esma-i İlahiyye adedince” büyük ve “ külli” bir vecibe olacağı kendiliğinden ortaya çıkar.
“Hayat, vahdet ve ittihadın neticesidir.İmtizaçkarane vahdet gittiği vakit, manevi hayat da söner.” İfadesiyle müttehid diğer beyanlar, “ ittihad ve vahdet” hakikatının insanlıkla pek ilgili olduğunu gösterir! “ Manevi hayat”ı şuurlu biçimde yaşayan yegane varlık - dünyada- insan nevi olduğu gibi, insanın da en büyük önceliği “ manevi hayat”ının bulunmasıdır. Daha önce varabildiğimiz “inanç birliği” merhalesinde, kalplerini birliğinin onu iktiza edeceği de bedrihi değil midir? “ Vahdet-i imani” içinde mes’ut insanların cemiyet hayatları daha sağlam, daha çözülmez, daha düzenli ve perk olacaktır.
Demek ki cemiyet halinde yaşamak “beşeriyet”in levazımından biridir.” Fıtratı medeni” olan insan, “ ebna-yı cinsiyle mülahazaya mecbur” bir halde bulunduğundan, “ hayat-ı içtimaiye ile hayat-ı şahsiyesi devam edebilir.” Böyle bir “hayat-ı içtimaiyi” sağlamlaştırıp muhkem kılan sır ise, “ imtizaçkarane ittihad”dır. Bunda ifadesini bulan “ bir “ ve “ bütün” olma hakikatının , hem “ Meşveret-i Şer’iyye” tabiri ile, hem de “ manevi hayat” ibaresinden yola çıkarak, nihai hedef olan “ ihlas” sırrının temelleri ile alakadar oluşu apaçıktır.
Bediüzzaman hazretlerinin Meşveret’e dayalı olması şart Meşrutiyet-i Meşru’a “ diye zikrettiği idare tarzının, herhangi ferdi bir cevazın bile “ gayr-ı muayyen” olamayacağı “usul” kaidesinden hareketle, hudutsuz ve “ edeb” hudutları dışında telakki edilemeyeceği beyanını bile bile, tam tersi yorumlara girmenin , nefsin kendini “âvukat gibi müdafaa” etmesinden başka ne olabilir? “ Asya’nın bahtının miftahı “ haklı meşveret” ve “ meşveret-i şer’iyye” olduğuna göre, ferdi meşveretlerin bile umumi ve külli, daha doğrusu içtimai yapıya ışık tutacaktır gibimize gelir.
Anlaşıyor ki , “ Meşveret-i şer’iyye”nin yerli yerinde ve bütün icabatı gerçekleştirilerek tatbik edilememesi, ihlassız ve riyakar tavırları ortaya çıkarma vebalini yükler sırtımıza. “ Ümmetimden her kim istişare ederse rüşdden mahrum olmaz, her kim de terk ederse hatadan kurtulamaz.” Şeklindeki emr-i Peygamberi ( A.S.M. ) nin ikazına,itabına, ihtarına muhatab olur! “Fıtratı medeni” insan nevinin “ cemiyet” halinde yaşayabilmesi için “ müşavere- meşveret-i şer’iyye”ye muhtkaç olduğu gibi, “ vahdet-i itikad” içinde bulunan Müslüman’ların “ istişarede” - mes’uliyet sahalarına göre- fikir alış verişinde bulunmaları esası daha açıktır ve fıkhi bir mütearifedir; herkesin kendine yontabileceği bir kırık ,sahipsiz, hamisiz dal parçası değil... Meselenin ayrıntılı ve esasa müteallik yönlerini fıkhi eserlere bırakmak; “ Din edepten ( haya ve haddini bilmekten) ibarettir Peygamber emri gereği, onlara havale ediyorum.
İstişare yapmanın meşru Devlet Başkanı için “evleviyetle” vacib olduğu bir hakikatken, bu hakikatı kendi zannı istikametinde “ Ya da insanların çoğuna uyarsan, seni dalalete götürürler.” Ayeti’nin zıddını işmam eden pratikler, nedende Uhud’un bidayetindeki istişareyi görürler de, Hendek harbinde, tek Sahabi’nin (Selman-ı Farisi) fikri istikametinde tedbir alındığını gözlerden kaçırırlar.
İstifade edilen kaynaklar:
Said Nursi, Sözler, s. 327
İşaretül-İ’caz,shf: 59, Sözler Yayınevi
Sözler, 23.Söz
Yarınlara Doğru, Alexis Carrel,shf: 153
Mesnevi-i Nuriye,Sözler
Tarihçe-i Hayat,shf: 88
Hutbe-i Şamiye,shf: 52
Uhuvvet Risalesi
20.İhlas Lem’ası
Mesnevi-i Nuriye, Notalar
Mektubat,Sözler Yayınevi, shf, 254
a.g.e. shf:255
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.