İsmail BERK
Devlet bir çatıdır binaya yakışmalı
Üyesi olduğumuz devlet, bizi vatandaş olarak tanımlar. Doğduğumuz anda, devletin yeni hissedarıyız. Temel haklarımız ve insani taleplerimiz, vatandaşı olduğumuz devlete sorumluluk yükler.
Devlet, vatandaşa karşı sorumluluk altına girer. Vatandaşına, evrensel ölçekte insani hizmetler ve ortamlar sağlar. Anayasal metinler bunu taahhüt eder.
Devlet, bir organizasyondur, bir sosyal aygıttır. Toprakları belli, sınırları çevrili bir coğrafi alanda yönetim modelini icra ederken, onu bağlayan insan kavramına yüklediği anlam ve bu anlamı hayata geçirme başarısı içinde vatandaşı ne kadar mutlu ettiği ile değerlenir.
Devlet dediğin dayatmaz. Dayatmaları, iç çatışmaları çözer.
Modern devlette, ırka dayalı devlet olmaz. Doğan vatandaşına ırk tayini yapamaz. Birey, ırki varlık, dini varlık v.b. aidiyetleri kendi nesebinden ve ailesinden alır. Bunlar devlet denen sistemle güvence altına alınır.
Evrensel temel haklar listesi bugün için bilinen doğrulardır. Özellikle AB üyeliğine aday bir ülke için bu yol haritası ve yapması gerekenler çok nettir.
Türkiye, bu anlamda dersine ve ödevine çalışmayan, tam tersine direnen bir tembel öğrenci gibi hareket etmektedir.
Devlet, bir ırk ve din değildir. Bir çatıdır. Barındırdığı sakinlerini koruyucu çerçevedir.
Devlet, vatandaşını köle görüp zihnini yıkadığı, formatladığı ve değerler sistemini silip yerine aklınca ve buyruk düzenin diktatörlerince belirlenmiş doğmaların telkin edildiği bir organizasyon değildir. Hele çarpıtma, provoke ve tahrik üzerine kurulu bir “derin” çeteleşme hiç olmamalıdır.
Devlet dediğin, problem değil çözüm üretir. Ürettiği çözümler ise vatandaşın sıkıntılarını gidermeyi amaçlar.
Halbuki görünen tabloda problemin öznesi vatandaş değil, sistem ve devlettir. Çözecek olan, düğüm haline getirdiği ipi çözecek olan yine kendisidir.
Vatandaşına insani davranmayan, yöneticileri ranta bulaşmış, suistimal batağına saplanmış bir düzenin yapması gerekenleri unutup, hak taleplerini hep ötekileştirerek çözümsüz bırakma sorumsuzluğu bir devlet düzeni değildir. Olsa olsa bir çete düzenidir. Devlete bulaşmış ete gömleğidir.
Sosyal, kültürel, siyasi ve ekonomik talepleri bir insan hakkı ve değişen talepler listesi olarak gören bir devlet, anında çözüm üretir.
Devlet bir hizmet yeridir. Hizmetkardır. Bürokratlar ise onun işçileridir. Devlet,sınırları içindeki üyelerine/vatandaşlarına servis yapmakla, onların isteklerini karşılamakla ve sükuneti sağlayacak büyük şemsiye altında tutmakla yükümlüdür.
Bireyin ırkı, dini, dili, kültürü ve çağdaş normlarda talepleri bir temel haktır. Taleplerin çeşitliliğini önemseyecek ve çözme iradesi gösterecek sorumlu üst organizasyon devlettir. Milletin kaynağını yöneten devlet olduğuna göre onun isteklerine hal çaresi bulmak bir zorunluluktur. İhtiyaçlar zamanında ve doğru karşılanmadığı takdirde gerilimin müsebbibi olur.
Devletin görevi talepleri engellemek, inkar/iptal/dayatma ve işkence ile çatışma alanlarını bizzat üretmek ve çaresizlikte ayrıştırarak tahrik etmek ve bölmek değildir.
Devleti, vatandaş değil, devletin zafiyet ve yanlış politikaları ve çarpık dayatmaları böler. Bölücü olan ve bölmeyi bizzat yöneten devlettir aslında. Huzuru, hakları ve ihtiyaçları karşılanmış hangi modern devlet, bölünmeyi ve çatışmayı konuşuyor?
Türkiye Cumhuriyeti’ne bakarsak, çok ırklı bir devlet yapısına sahip iken, herkesi “Türk” diye tanımlayıp, sonra Türkleri bile ezen ve inançları ile kavgalı bir rejime dayanmakla, ne kadar modern ve çağdaş bir devlet olunabilir?
Ortada terör var. Irk inkarı var. Başörtüsü yasağı var. Alevi, Ermeni ve azınlığa baskı var. Farklılıkları çatışmaya dönüştüren, azınlıktan devşirme militarist bir etki ve propaganda ile devleti ittihatçı bir komiteye çeviren bir tezgahın sahibi/sahipleri asla Türkler değildir. Bu perdeye sarılmış bir oyun ve tahriktir.
Sonra hastanedeki sıkıntı, Güneydoğudaki devlet baskısı, Egedeki çiftçinin problemi, İç Anadoludaki işsizlik, din eğitimindeki sınırlama, Karadenizdeki çetin şartlar ve kıt imkanları çözecek olan bir devlet, neden laiklik ve ırkçılık üzerinden kendini idame edecek bir anti demokratik yapıyı korumaya çalışıyor?
Burada, cumhuriyetin kuruluşu ile başlayan tipleştirme dayatmalarının doğurduğu ciddi sıkıntılara karşılık ciddi itirazlar var.
Mağdur tarafların bir kısmı sessiz, bir kısmı sesli, maalesef bir kısmı ise terörü besleyecek bir mekanizmaya dönüştürülmüş.
Kesin olan vatandaşın çoğu mutsuz ve bir şekilde parçalı bohça gibi bütün gruplar gücünü yitirip, silahlı devlet karşısında sindirilmiş, ürkütülmüş, bastırılmış ve düzlenmiş adeta.
Askeri darbelerden sonra işkence görmeyen sağcı, solcu, dindar var mı?
Vatandaşlarından Egeliye gavur, Çingeneye hırsız, Araba pis, Kürde kıro, Ermeni’ye hain, Karadenizliye Rum diyen ve sözüm ona yakıştıran/yaftalayan, bütün komşularını düşman ilan eden bir anlayışı, bir rejimi ve diktatörlüğü, Allah aşkına ne diye Türklük/Kürtlük/laiklik/dindarlık üzerinden tartışıp taraf oluyoruz?
Buradaki sıkıntı, vatandaşına insani haklarını çok gören ve tam vermeyen devletin, kurgulanmış bir rejim dayatmasıdır.
Ayrımcılığı, çatışmayı, dayatmayı, inkarı ve isyanı doğuran ve doğurtan yapı acaba vatandaş mı, yoksa devlet mi?
Devlet kutsal olmadığına göre eleştirilebilir. Eleştirileri makul zeminde çözmek ve ihtiyacı karşılamak devletin sorumluluğunda. Vatandaşının aynasıdır.
Yönetenleri sorgulamak yerine yönetileni suçlu addetmek, baskıcı devletin profilidir.
Sıkıntı, yönetenlerin yönetilenleri kendi keyfine ve buyruklarına göre tanzim etme ve adına devlet diyerek askeri bir vesayet ile anayasal ortaklığı zora sokma gayretidir.
Devlet ayırım yapmazsa büyüyecektir. Devlet, kanunlarını, anlayışını ve kültürünü vatandaşına göre yeniden düzenlemek, düzeltmek, demokratik standardını yükseltmek zorundadır.
Mutsuz vatandaşın devleti zavallıdır, başarısızdır. Kendini düzeltmek yerine, dönüp aidiyetler üzerinde polemik yapmak ve sürekli çatışmalardan beslenmek son yüzyılın bize yakışmayan, geçmişimize uymayan devlet totaliterliğidir.
Açılım, insanın hak ve taleplerini merkeze koyan, devleti ona göre yapılandıran ve üyesi olmaya çalıştığı AB örneğinin gözüne soktuğu güçlü devlet ve demokratik ülke standartlarını ıskalayarak, hala 80 yılın kafatasçı, inkarcı ve inançlarla kavgalı sivil olmayan vesayetiyle ve anlayışıyla hiçbir yere varamaz.
Problemi ırk, din ve aidiyetler üzerinden çözemeyiz ve çözümü de yok. Otoriter devlet düzeni değişmedikçe, rejim kök bulamadığı bu Anadolu topraklarından sökülüp yerine hak ve adalet ikame edilmedikçe, havanda su dövme ve dövdürme oyunları bitmeyecektir.
Siyaset, taraftarlarda tarafgirlik oluşturup ortamı gerdirme ve mahalle kavgasına dönüştürme, tahrik etme işi değildir.
Demokratik devlette siyaset, yönetir ve çözer. Devlet memurları ise vatandaşa hizmet etmek dışında bir lükse ve takdire sahip değillerdir.
Buyurun demokratik devleti inşa edecek müzakereyi öne çıkaralım.
Her şeye rağmen Anadolu bağrında ruhunu asla kaybetmeyen kardeşlik şuurunu ihya edelim.
Asla tasnif edici taraf ve gölgelerin oyunu olmayalım.
Millete layık ve ona paralel bir devletin inşa edileceğine, demokratikleşme süreçleri ile birlikte yüzümüzü güldürecek bir noktaya geleceğine inanıyoruz.
Az daha sabır ve şefkatle sevgi pınarları akıp, bereketli zihin topraklarını hürriyet suyu ile besleyeceklerdir.
Evet, çatı dediğin binaya yakışmalı. Binayı kendine benzetmemeli.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.