Mustafa H.KURT
Mevcudatı ‘kapital’ görmek
Sayamayacağımız çeşitlikte nimetlerle donatılmış olan şu kainatta; her mevsimde, her coğrafyada, her madende, her bitkide, her hayvanda, kısacası hemen her şeyde faydalanabileceği bir “nimet” sunulmaktadır insana…
Dünyadan sadece ihtiyacı kadar al(a)mayan insanoğlu ise, diğer canlıların aksine; muhatap olduğu nimetleri ‘seven’ ve onları biriktirerek değişim aracı olarak da kullanma yoluna giden bir varlıktır. Hayatın idamesi adına belli bir noktaya kadar gerekli olan bu durum; kaynağını, Kur’ân-ı Kerîm’in işaretiyle, insanın dünyaya karşı duyduğu “fıtrî sevgisinden” almaktadır:
“Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara 'süslü ve çekici' kılındı. Bunlar, dünya hayatının metaıdır. Asıl varılacak güzel yer Allah katında olandır.” (1)
Bundan dolayıdır ki, daha devlet kavramının tarih sahnesine çıkmasından çok önce ortaya konulan ve adına hukuk denilen şeyin büyük kısmı, hayatın düzenlenmesiyle ve bu alemdeki kaynakların (nimetlerin) kullanımıyla ilgili kurallara yönelik olmuştur. Örneğin hukukun, aile, ceza, ticaret, idare, vergi, vatandaşlık hukuku vs. gibi, sayabileceğimiz temel alanlarının hepsi de; aslında insanoğlunun (*) ‘emrine ve idaresine’ verilmiş olan şeylerin, yine insanlarca kullanılış esaslarını düzenlemektedirler. Daha da önemlisi bu kurallar, insanı, ihtiyaçlarını temin davasında dünya nimetlerine ve bunların paylaşımı meselesinde de diğer ‘canlılara’ karşı konumlandırmaktadırlar.
Ne var ki, dünya sevgisine karşı ifrata veya tefrite (hırsta veya boşlamada aşırıcılığa) dair fikirlerin kendilerine dayanak görebildikleri bu ayette ifade edilen hakikatten, dünya nimetinin lüzumsuzluğunu ve yerilmesini değil; tam da bu nimetlerin ‘süslü ve cazip’ kılınmalarından dolayı, insanın bunlara fıtrî bir meylinin olacağını anlamamız daha makul olacaktır.
Çünkü ayet-i kerîmedeki ifade, bu yönüyle; dünyada insan yaşamının idamesini, bunun için verilen uğraşları, öğrenilen sanatları, üretim ve alış-veriş faaliyetleri gibi daha pek çok ‘insanî faaliyetin’ kaynağını ve gerekliliğini de ortaya çıkarmakta. Ki, ayette ifadesini bulan bu hakikat, insanın böylesi faaliyetlerine kaynak ve itenek olması gereken bu türden bir sevgiyi yermek bir yana, aslında bu sevginin gerekliliğini de açıklamakta. Öyle ya, diğer türlü, insanlık her zaman ‘toplayıcı’ olacaktı belki de…
Yani konuyu, İslam’ın getirdiklerinin o her zaman için “dengeyi” öngören “genel mesajıyla” ele almadığımız takdirde, dünyayı kutsamak ya da boşlamak gibi sonuçlara ulaşmamız da sürpriz olmuyor!... Ama söz konusu ayette ve dinin ana kaynaklarında dünyaya karşı var olan o dengeli bakış açısı göz önüne alındığında görülecektir ki, dünya nimetlerinin ve imkânlarının dışlandığı bir hayat anlayışını savunmak mümkün değildir ve böylesi bir yanlışın, ister istemez ahiret hayatını anlamsız saymayı gerektireceği de açıktır. (2)
Ancak, dünyanın ve ahiretin mahiyetini tek başına özetler nitelikteki bu ayette; insan için süslü ve çekici kılınmış olan dünya nimetlerine karşı duyulan o ‘aşırı ve tutkulu sevginin’; ya da bu nimetlere duyulan ‘şehvetlerin sevgisinin’ (3) , “olumlu ve olumsuz” yanları olduğuna da işaret edilmektedir…
Sözgelimi, bu sevgisinde çoğu zaman aşırıya kaçarak saplandığı kazanma hırsı, insanoğlunun aslında “kaybedenlerden olmasını” netice verebilmektedir örneğin…
Örneğin, insanın bu sevgiden kaynaklanan nice arzuları, korkuları ve bazen de hırsı; bu nimetlere karşı hakları, ödev ve yasakları sürekli ve yeniden belirlemeyi de zorunlu kılmıştır hep. “İş, idare, borçlar, icra-iflas, miras hukuku” gibi örneklerini sayabileceğimiz bu sistemli yeni kuralları oluşturmak, bunları sürekli geliştirmek, uygulamak ve denetlemek de; insanı şu dünyada meşgul eden en önemli meselelerden birisi olmaktadır.
Ve bu meşguliyetle yetinmeyen insanlığın diğer bir kısmı ise, dünyaya karşı o fıtrî sevgisinde daha da aşırıya gitmiş olacak ki; Kolonicilik, Emperyalizm, Kapitalizm, Sosyalizm gibi sistemlerle, köken olarak ekonomik ideolojiler ve felsefeler dahi oluşturmuşlardır…
Ne yazık ki, “dünyalığa” layık olduğu derecedeki bir sevgiden çok daha fazlasıyla bakan böylesi ideolojilerin çoğu, bu bakış açılarının bir sonucu olarak o “nimetleri” kapitalleştirip, bir meta haline getirmekle kalmamış; hakları ve ihtiyaçları olmamasına rağmen, diğer insanlara ait kaynakları da elde etmeye çabalamış ve hatta her imkanı buna hizmetkar kılmışlardır.
Oysa dünya hayatının devamını sağlamak ve şu ‘dünya imtihanını’ kazanmaya “araç” kılabilmek için emrimize verilmiş birer ihsan-ı İlâhi olan bu nimetler; üzerlerindeki İlahî isimlerin tecellî şekilleri sayesinde Rezzâk-ı Hakîm’i tanıyabilmemiz için bizlere verilmiş birer “emanettirler” de aslında!..
Ama ele alınan bir nesneyi ancak maddî değeri ve “eder’i” kadar değerli görebilen bu tarz bir ideolojinin, bırakın nesneleri, insanı dahi ecir kılmak istediği de bir sır değilken; son zamanlarda, bu ideolojinin İslam’a uygun olduğunu, hatta bunun “İslam’ın yitiği” olduğunu ileri süren fikirlerle karşılaşıyoruz.
Dahası, kapitalizmin İslam’a göre nasıl anlaşılması gerektiğine dair Müslümanlarca yazılmış onca esere ve yazıya rağmen; Milliyet’ten E. Temelkuran’ın 13 Kasım 2009 tarihli yazısında da yansıttığı üzere, bu konuda “Ebu Zer’in yoldaşlarından” ses çıkmadığı gibi bir hava hakim popüler düşünce hayatımıza. Bu durumun bir sebebi, bu konuda ‘Ebu Zer’in yoldaşlarından’ bunca zaman çıkan “feryatlara”, konjonktürel medyamızın pek itibar etmemesi… Diğer önemli bir sebep ise, bir ‘abdestli kapitalizm’e’ dair, kimi inananlarda görülen şuursal kayma. (bu konu şimdilik başka bir yazıya kalsın.)
İslam’ın böyle bir sistemi reddettiğini söylemenin, “bir ezberin tekrarı” olduğunu söyleyenlere; E. Temelkuran’ın ifadesiyle “İnançlıların, sermaye hırsıyla çıldırmış bu ‘ekipten’ ibaret olmadığına” dair kimi örnekleri hatırlatmak veya belki de tanıtmak gerekiyor anlaşılan…
Ancak, hemen belirtmek lazım ki, İslam’la kapitalizmin uyuşamayacağını söylemek bir “ezberden” ibaretse şayet; bu görüş, hiçbir ezberin sahip olamayacağı derecede kendisini destekleyen argümanlara sahip durumda... Yani 20 yüzyıldaki Müslümanların, bazı ayetlerde ‘ticarî bir dil’ kullanılmasına bile bakmadan; “Batı’ya karşı koyuyoruz” diyerek, Batı’yı zenginleştiren bu ekonomik sistemi reddetmeleri(4); zannedilenin aksine ne bir gaflet örneğidir, ne de bir raslantı…
Pek bilinmese de (!), özellikle 20. yüzyıldaki birçok düşünür, kapitalizmin etkilerini 20. yüzyılda iyice göstermeye başlamasından olacak, İslam’la kapitalizm arasındaki derin uçuruma dikkat çekmişlerdir. Üstelik günümüzde birçok Müslüman âkil adamın, durup dururken (!) tam da dindarların kapitalist huylar ve refleksler ediniyor olmalarından yakındıklarını hatırlatmak da, bir hakkın teslimi olacaktır…
Bu âkil insanlardan bazılarına yer vermeden önce, bir ‘yakınma’ şeklinde olmasa da 20. yüzyıldaki ‘dışardan’ düşünürlerden Jacques Austruy’ın konumuz hakkındaki bazı görüşlerine yer verelim örneğin… Türkçe’ye “Kapitalizm, Marksizm ve İslam” adıyla çevrilen eserinde, İslam’ın Batılı ekonomik büyüme modellerine uygun olmadığına değindikten sonra şöyle demektedir Austruy: “İslamî zihniyet kapitalist gelişmeye elverişli değildir.” Ve bunun sebeplerini de: “Psikolojik, Sosyolojik, Kurumsal Engeller ile Kıymet hükmünün subjektifliği” şeklindeki dört üst başlıkta izah etmekte. (5)
Muasırlarımızdan ama ‘içerden’ bu ideolojiye karşı çıkanlardan en-Nedvî ise, kapitalizmi Seyyid Kutup gibi “bu rezil düzen” diye (6) tanımlamasa da, gelirini arttırmak için her yolu mübah gören bir düzen olarak yermekte pek de haksız sayılmaz. (7)
Yani Hayrettin Karaman’ın da belirttiği üzere; birçok İslam düşünür ve aliminin tekrarladığı gibi, İslam'dan çıkarılabilecek düzenler arasında kapitalizmin de yeri yoktur!. (8)
Bu konu hakkında görüşleri ‘gereken yerlere’ ulaştırılamayan Müslümanların belki de başında gelen asrın ‘iman ve iz’an’ timsali Bediüzzaman Said Nursî Hz. ise: “Devletler, milletler muharebesi, tabakat-ı beşer muharebesine terk-i mevki ediyor. Zira beşer esir olmak istemediği gibi, ecir olmak da istemez” derken, açıkça; ‘medeniyet-i hâzıranın sömürgeci ve sermayeci faaliyetlerle insanı dahi ecir kılan, meta’laştıran bir ‘Sermayeciliği’ kendisine sistem kılan özelliğinden söz etmektedir. Ancak, aynı zamanda “o cereyan hem zalimâne, hem tabiat-ı âlem-i İslâma münâfi, hem ehl-i imânın ekseriyet-i mutlakasının menfaatine mübayin, hem ömrü kısa, parçalanmaya namzettir.” (9)
Bediüzzaman Hz.nin bu konularla ilgili görüşlerini de başka bir yazıya bırakırken, şu kadarını belirtmeden geçmeyelim: 1920’li yıllarda, sosyalizm ve kapitalizm hakkındaki görüşlerini öğrenmek isteyenlerin : “Gâvurlardaki iki cereyanları nasıl görüyorsun?” şeklindeki sorusuna karşılık olarak Üstad Hz.: “Şimdilik biri necis, biri encestir. Tâhir-i mutlak yalnız desåtir-i İslâmiyettir” cevabını vermektedir. (10) Buradaki encesin yani pisten daha pis olanın hangi ideoloji olduğunu ise, Üstad’ın Batı medeniyeti eleştirisindeki ana eleştiri nedenlerinden birisi olarak, en azından, o medeniyeti şekillendiren ‘menfaatperest, maddeci ve müstevlî’ özelliklerine dikkat etmek yeterli olacaktır.
Ancak şuna değinmekte yarar var ki, kapitalizmin girişimciliği teşvik eden ve özel mülkiyetten yana olan yönlerine bakarak İslam’ın yitiği olduğunu söylemek ilk bakışta kulağa yanlış gelmiyor. Üstelik “kar etme güdüsünün” gayr-ı ahlakî olmadığına, bilakis çeşitli hikmetlere binaen insana verilmiş bir özellik olduğuna da yazının başında verdiğimiz ayetle değinmiştik.
Burada önemle vurgulamamız gerektiği üzere; gayr-ı ahlakî ve de gayr-ı İslamî olan şey, bütün dünyadaki uygulanış şekliyle bir “tüketim kültürü” üzerine kurulmuş olan kapitalizmdir. Metin Karabaşoğlu’nun işaret ettiği gibi, kötü olan şey servetin kendisi değil, “..o mallar, sizden yalnız zenginler arasında el değiştiren bir servet haline gelmesin.” (11) ayetinde ifadesini bulan; yalnız zenginler arasında el değiştiren ve nedense kendisini hep acımasız, çıkarcı ve maddeci gösteren o kapitalist metotlarla edinilip, kapitalistçe de harcanan bir servettir… (12) Çünkü yine ne hikmetse daha çok mutlu azınlıklara yaramış bir sistem olan kapitalizmin aksine, “Nev’-i beşere rahmet olan Kur’ân, ancak umumun, lâakal ekseriyetin saadetini tazammun eden bir medeniyeti kabul eder.” (13) Yani genelin, o mümkün olamıyorsa da en azından çoğunluğun saadetini!...
O halde ‘kapital’ist fikriyatın; sermayeyi, serveti hayatın mihengine koyması ne ile açıklanabilir?
“Allah bir millete bir şeyin yenmesini haram etti mi, onun parasını da haram etti demektir." (14) ya da, “suyun alım-satım malzemesi kılınmaması” (15) gibi örnekler, “kapitalist ahlakın” riayet edebileceği şeyler midir hiç?...
Hem, İslamiyet’in ‘bir lokma bir hırkaya inanmak’ gibi bir şart öğretisi de olmadığı gibi, dinin en temel kaynaklarında bile görebileceğimiz üzere insan, dünya nimetlerine karşı var olan o fıtrî sevgisinden dolayı çalışmaya, kazanmaya teşvik edilmiştir:
Allah'ın, göklerde ve yerdeki (nice varlık ve imkânları) sizin emrinize verdiğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi? (16)
Namaz kılındıktan sonra yeryüzüne dağılın ve Allah'ın lütfundan (nasibinizi) arayın. Allah'ı çok anın ki kurtuluşa eresiniz. (17)
Ancak ne bu ayetlerden, ne yazının başında zikrettiğimiz ayetten; ve ne de “Ticaretle uğraşın ve cesur olun” ya da, “Kim, mal sahibi bir yetime veli olursa, bu malla ticaret yapsın, malın zekatını yiyip bitirmesine terketmesin." (18) gibi hadislerden –haşa- kapitalizm övgüsü çıkarılamaz!... Bu durum, “‘lüks İslami hayat’ sitelerinin cam duvarlarla yoksullardan ayrıldığı, bunlara yapılacak muhalefetin sınırının bile iktidar tarafından belirlendiği” günümüzde dahi mümkün olamaz!...
Dahası, birçok din büyüğünün ticaretle geçimlerini sağlamış olmaları ve hatta Aşere-i Mübeşşere’nin yarısının zengin kimselerden oluşması da bu sonucu değiştirmez. Zira bu zatlar:
De ki: Allah nezdindeki (sevab, mü'minler için) eğlenceden de, ticaretten de hayırlıdır. Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır" (19).
İnsanlardan öyleleri de var ki, Allah'ın rızasını almak için kendini ve malını feda eder. Allah da kullarına şefkatlidir. (20)
“Allah’ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah’ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap ve yeryüzünde bozgunculuk isteme. Çünkü Allah, bozguncuları sevmez.” (21) gibi İlâhi fermanların yol göstericiliğiyle mala, sermayeye gönüllerini bağlamamışlar; daha da önemlisi, yeri geldiğinde bir çırpıda bağışlayabildikleri servetlerini, asla o kapitalist metotlarla elde etmemişlerdir.
Hem şunu da önemle hatırlatmak gerekir ki, kapitalizmin tek etki alanı ekonomi değildir!.
Hristiyanlığın, sömürge faaliyetleri sayesinde kapitalizmin yayılma alanlarında ilerleyerek en yaygın din haline gelebildiği, inkar edilemeyecek tarihsel bir gerçekliktir. “Kültürel emperyalizm” deyimi bile, ‘yumuşatılan’ kültürlerin kapitalizmin pazarları haline getirilmelerini ifade etmektedir. Kapitalistleşmiş çağdaş(!) toplumlardaki içi boşaltılmış dinî, millî, tarihî sembollerin yürek burkan hallerinde, “meta’laştırmak ve sermayeye dönüştürmek” çabalarının etkisi; yani o sistemin, bugün çekilmek istendiğimiz kapitalizmin güçlü etkisi neyle izah edilebilir?
Oysa faiz kurumlarını ‘can damarları’ kılmış bir sistemin, bırakın insanlar arasında, orijinindeki Protestanlık gibi, “dünyalığa” manevî derecelerde bile gayet belirleyici bir misyon yüklemesine mukabil İslamiyette, “…Her kim nefsinin hırsından ve mala düşkünlüğünden kendini kurtarırsa, işte felah ve mutluluğa erenler onlar olacaklardır.” (22) gibi “derslerle”, servetimizin miktarıyla manevî sorumluluğumuzun derecesi birbiriyle ters orantılı görülmüştür. Tıpkı, kapitalist mantığın insanlığı mahkum ettiği bir başka kahredici etkisiyle, yani “bireysellikle” İslam’ın özündeki ideal insanın özellikleri arasındaki bağıntı gibi.
Konuya kısıtlı bir çerçeveyle de olsa değinmeye çalıştığımız bu yazıda -kendimce belirleyici ve- son söz olarak diyorum ki:
Müslüman, mevcudatı kapital olarak görmediği sürece kapitalist olamaz!...
Kaynakça:
1-Al-i İmrân Süresi-3/14. Bu ayetteki ‘insan’ ifadesinden kastın sadece erkekler olmadığı açıktır. Zira birçok sebebinin yanında, bu ve benzerî hitaplardaki eril hitabın bir sebebi, Arapça’daki, çoğul hitapta eril zamirin kullanılması özelliğindendir. Ki aynı durumun, Almanca, Fransızca, İspanyolca ve –kısmen- İngilizce olmak üzere, Hint-Avrupa dil grubuna dahil bir çok dil için de söz konusu olduğu bilinmektedir. Aynı mantıkla, Arapça da dahil olmak üzere, sayılan diğer bir çok dildeki çoğul zamirlerin müennes/dişil özellikteki takılarla kullanılmasından dolayı da, hitapta erkeklerin ihmal ediliyor olduğu varsayılabilinir. Ancak ne acıdır ki, Kur’ân’daki bu gibi hitaplar tenkit edilirken, her nedense sayılan diğer dillerdeki benzer hitaplar hiç hatıra getirilmez!... Batı’nın, sözcüklerinde kadını yok saydığı iddia edilmez… (M.KURT)
* - Tıpkı, dilimizdeki “İnsanoğlu” sözcüğüyle, insanlığın sadece erkek üyelerinin kastedilmemesi gibi (bkz. 1. dipnot)
2-Hadd-i vasatı tercih eden İslam’ın bu konudaki dengeli yaklaşımıyla alakalı olarak sadece Kitap ve Sünnetten bile pek çok delil sayılabilir: "Yeyiniz, içiniz israf etmeyiniz, De ki: Allah'ın kulları için yarattığı süsü ve temiz rızıkları kim haram kıldı?” (Araf Süresi-7/31-32); "Onlar harcadıkları vakit israf etmezler, cimrilik de yapmayıp ikisinin orasında orta bir yol tutarlar" (Furkan Süresi- 25/67); "Bu din kolaylık dinidir. Hiçbir kimse yoktur ki, bu din hususunda kendisini zorlasın da ona galip gelmesin. Öyleyse orta yolu tutun, ifrat ve tefrîtin ortasını bulun" (Buhârî, İmân, 29; Müslim, "Münafikun", 78; Müsned V, 69)
3-Al-i İmran Süresi 14. ayette, sayılan dünya nimetlerine karşı insana süslendirilen şeyle ilgili olarak beyan buyrulan “Hubb-uş Şehevât” ifadesinin, Türkçe meallerdeki kullanımıyla ilgili olarak bakabildiğim 18 mealden altısında ifade, “şehvetin sevgisi” olarak tarif edilirken, geri kalan 12 mealde “aşırı ve tutkulu sevgi” olarak geçiyordu. Ancak ayetteki bu orijinal ifade, şehvetin sadece cinsellikle alakalı olmadığına, “dünyalığa” dair hissedilenin de kimi zaman şehvetten gelen bir sevgi olabileceğine dair bir düşünceyi de hatırlattı… (M.KURT)
4-Mustafa AKYOL, “Kapitalizm Müslümanın Yitik Malıdır 1-2-3” Star Gaz. 27-29 Temmuz,3 Ağustos 2009.
5-J. Austruy, L’Islam Face au d’eveloppement economique, (çev.:A.O.GÜNER),Damla Yay.İst.1980,s.63-78.
6-S. KUTUP, İslam-Kapitalizm Uyuşmazlığı, Hareket Yay. İst.,1972,s.17-33, bkz.: Austruy, a.g.e, s.13.
7-A.el-Hasenî en-Nedvî, Müslümanların Gerilemesiyle Dünya Neler Kaybetti?, “İslam’la Kapitalizm Arasındaki Fark” (çev.:M.SÜSLÜ), Kitabevi,İst.2007,s.196-199.
8- http://yenisafak.com.tr/Yazarlar/Default.aspx?t=09.08.2009&y=HayrettinKaraman
9-Tarihçe-i Hayat,Envâr Neşr.,1989,İst.,s. 132
10- Asar-ı Bediiyye, s.136.
11- Haşir Süresi- 59/7
12-Metin KARABAŞOĞLU, Peygamberin Kardeşleri, “Örtülü Kapitalizm” Karakalem Yay. İst.2005, s.127. Konu hakkında yazara ait özellikle dikkat çekebileceğimiz (ya da haberdar edebileceğimiz !) yazılardan bazıları için bkz: ‘Dünya bizi İşgal etti’, ‘Amerika dedikleri’, ‘Başörtülü kapitalizm’, ‘Tükeneten Tükenir’ vb.
13- Tarihçe-i Hayat, aynı yer.
14-Ebu Davud, Büyu 66 (3488)
15-Ebu Davud, Büyu 63, (3478); Tirmizi, Büyu 44, (1271); Nesai, Büyu 88, (7, 307); İbnu Mace, Ruhun 18, (2477)
16- Lokman Süresi- 31/20
17-Cuma Süresi-62/10
18-Tirmizi, Zekat 15, (641)
19-Cuma Süresi-62/11
20-Bakara Süresi-2/207
21-Kasas Süresi-28/77
22- Haşir Süresi-59/9
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.