Mehmet Ali KAYA
Müceddidin belirlenmesi (2)
Müceddidin görevi ve fonksiyonu Yürürlükten kaldırılan herhangi bir ameli Kitap ve Sünnete göre ihya etmek ve uygulanabilirliğini göstermektir. İmam-ı Şafi için Sünneti izhar etti, bidatı ise imha etmiştir denilmesinin sebebi budur. Bu da tecdidin özüdür. Siyasi değişim müceddidin sorumluluğuna dâhil değildir.
Müceddidin belirlenmesi, onunla çağdaş ulemanın zann-ı galibi; talebelerinin, yazılarının ve hizmetinin sağladığı fayda ile anlaşılır. Bu açıdan İmam Muhammed el-Gazzali (v.505/1111) tartışmasız tam müceddittir. Kuran-ı Kerimde peygamberlerin görevlendirilmesi ile ilgili Yebasü ifadesinin hadiste mücedditler için kullanılması cay-ı dikkattir. Bunun sebebi ise onun dağıttığı hidayettir. Mücedditler genellikle Şafiî mezhebine mensup olup Tâceddin Abdülvahhab İbn-i es-Sübkî (v.728/1326) Şafii olanları saymaktadır.
Tasavvuf erbabı bunun haricindedir. Tasavvufta kutup derecesine çıkan aktablara, Hz. Peygamber (asv) ve dört halife Abdülkadir-i Geylani ve Hızır (as) cübbe giyerek manevi âlemde manevi feyze ve irşada tayin etmesi de tecdit vazifesinin dışındaki bir husustur. Bunun için tasavvuf büyüklerine kutup, aktap ve gavs denmiştir; ama müceddit denilmemiştir. Zira Müceddit Şeriatta imamdır, kutup ise tarikatta rehberdirler. Tarikattaki kutupların şeriate ve şeriat imamlarına uyma zarureti vardır. Zira şeriatın emri olan bir farz ve sünnet-i peygamberiye uymamak insanı manevi sorumluluğa sokarken, tarikatın bir adabını yapmamak manen mesuliyeti gerektirmez; ancak faziletini artırır. Bu bakımdan tarikat liderleri şeriat imamlarına uymakla Allah rızasını kazanabilirler.
İmam-ı Rabbani Müceddid-i elf-i Sani Şeyh Ahmed-i Sirhindi (v. 1034/1624) ikinci bin yılının müceddididir. Mektubatında der ki: Bin yılda bir ulul-Azm peygamber gelirdi. Şimdi ise bin yılda büyük bir müçtehit gelmektedir.
İmam-ı Rabbani tarikat imamı olmakla beraber müceddit olması tarikatları kitap ve sünnet dışına çıkmaktan koruması ve kitap ile sünnete bağlılığı tarikatların esası haline getirmesi yönü iledir. Zamanında tarikatlar liderlerini ve şeyhlerini peygamber seviyesine çıkararak ona itaat için Allahın farz ve haram sınırlarını aştıkları gibi sünnet-i seniyye ölçülerini aşıyor ve sünnete değer vermiyorlardı. İmam-ı Rabbani tarikatların bu yanlışlarını göstererek onları şeriat içine almıştır. Bu sebeple mücedditdir.
İslam bilginlerinin tümünün ittifakı ile mücedditler sünnete bağlılığı teşvik ederler ve bidattan kaçınmaya davet ederler. Şah Veliyyullah Dehlevi (v. 1176/1763) de Nakşibendî silsilesinden müceddit cübbesi giymiştir. Kendisine Hilatül-Müceddidiye ihsan edilmiştir. 13. asırda ise Sirhindinin manevi halifelerinden Mevlana Halid-ı Bağdadi (v. 1242/1827) bu makama layık görülmüştür. Kendisi Gulam Ali diye meşhur olan Şah Abdullah Dehlevinin (v.1240/1824) talebesi olduğu için Nakşibendî silsilesinde Müceddid sayılmıştır. Bunun sebebi de yine Kurân ve Sünnete yapmış olduğu hizmeti, sünnete bağlılığı esas alarak dini ihya etmesidir.
Mücedditlerin bazı manevi işaretlerinin bulunması da normaldir. Bediüzzamana yüz yıllık Mevlana Halidin cübbesi Asiye hanımın dedesi Küçük Âşık aracılığı ile intikal etmesi bu konuda bir örnek olabilir. Yüce Allah Ehl-i kitaptan onu mutlaka açıklayacaksınız, gizlemeyeceksiniz diye söz almıştı. Bu bakımdan mücedditler de Kuran-ı Kerimin mana denizinden kendilerine ilham edilen hakikatleri her türlü imkânsızlık, istibdat ve zulme rağmen izhar ederler. Bundan dolayı mücedditler için Peygamber değil, ama kitapları vardır denilmiştir.
Mücedditlerin sonuncusu olan Bediüzzamanın diğer mücedditlerden farklı olan en belirgin özelliği ve en önemli tecdidi; müceddit olarak zatını değil, Kurân-ı Kerimin hakiki bir tefsiri olan, sünuhat ve ilham eseri olarak telif edilen Risale-i Nur eserlerini Müceddit olarak göstermesi ve müntesiplerini Risale-i Nurlara yönlendirmesidir. Böylece gelişen şartların gereği şahıstan ziyade Şahs-ı Manevi oluşturma ve kurumsal yapıların öne çıkmasını sağlamasıdır. Bediüzzaman tecdit işi ve işlevini şahıstan kitaba, fertten cemaate ve ferdiyetten şahs-ı mâneviye yönlendirmiştir. Bediüzzaman bu durumu da tahdis-i nimet olarak ilan etmektedir.
Bediüzzamanın şartların gereği olarak insanları şahıstan ziyade kitaba, prensiplere bağlılığa ve istişare ile şahs-ı manevi denen kurumsal yapılara ve inananları da Kurân ve sünnete uymaya yönlendirmiştir.
Mücedditler din düşmanlarınının dine olan hücumlarını önlemeye yönelik çalışmalar yaparlar. Dinin ulviyet ve şerafetini gösterirler. Tüm ümmet içinde makes bulacak şekilde dini ifade ederler. Her şeyin gerçek amacını ve bu amaca ulşatıracak olan istikametli yolları gösterirler.
Dipnotlar:
1-Azimabadi, Avnül-Mabud, 11: 386
2-Prof. Dr. Hamid ALGAR, Yüzyılın Müceddidi: BSN ve Tecdid Geleneği, (Bediüzzaman ve Tecdid, 2002 İst. Gelenek Yay. s. 15)
3-Suyuti, Tahaddüs bi-Nimetilllah, 1:225226
4-Kuran-ı Kerim, 3:164; 7:103, 10:74; 17:15; 28:59; 40:34, 62:2
5-Suyuti, Tahaddüs bi-Nimetillah, 1:218
6-Sirhindi, Mektubat, (Karaçi, 1393/1973) 2:21 ve 1:390
7-Kastamonu Lahikası, 63; Sikke-i Tasdik-i Gaybi, 47, Sikke-i Tasdik, 14-16.
8-Al-i İmran, 3:187
9-Duha, 93:11
10-Prof. Dr. Oliver Kaman, İhya Geleneğinde Said Nursinin Yeri, Uluslararası Bediüzzaman Sempozyumu 20-22 Eylül 1998 İstanbul
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.