Muhammed Numan ÖZEL

Muhammed Numan ÖZEL

Sıddıkiyet Makamına Yolculuk

İnsan, hilkati gereği hayatın derinliklerinde kendi kemâlini arar. Bu arayış, bir bakıma onun fıtratında gizlidir; çünkü insan, eksikliğini hissettiği ölçüde tamamlanmaya yönelir.

Cenab-ı Hak, herşey için bir nokta-i kemal tayin etmiştir.

Ve o noktayı elde etmek için o şeye bir meyil vermiştir.

Her şey o nokta-i kemale doğru hareket etmek üzere, sanki manevî bir emir almış gibi muntazaman o noktaya müteveccihen hareket etmektedir.”[1]

Kendi kemalini arayan bir insan, henüz Sıddıkiyet makamına ulaşmamış olabilir. Zira bu arayış, bir yolculuğun işaretidir; kişinin kendini tanıma, nefsiyle yüzleşme ve hakikati bulma çabasının bir yansımasıdır.

Sıddıkiyet, teslimiyetin ve doğruluğun zirvesidir; bu makamda insan, arayışın ötesine geçer, bulmuşluğun sükûnetine erer. Ama bu olgunlaşma süresi insanın Cennet’e kadar sürecek olan bir yolculuğunun ismidir. Dünyada ben oldum diyen insan ham meyve gibidir. İnsan iddiasından sınanır.

Fakat dava, kemâl uğruna bir mücadele ise, işte o zaman insan Sıddıkiyet makamında demektir. Çünkü dava, bir idealin peşinde koşmaktır; bu uğurda sabretmek, sadâkât göstermek ve hakikât yolunda sebat etmektir.

Kemal, insanın ulaşabileceği en yüksek erdemse, bu davaya adanmışlık Sıddıkiyetin ta kendisidir.

Sıddık, sözünde duran, özünde duru olandır; davasını kemâl ile taçlandıran ise, bu makamın hakkını verendir. Şüphesizki bu söz “Elest Bezmi”ndeki sözümüz, ahdimiz, peymanımızdır.[2]

Öyleyse diyebiliriz ki, kemâlini arayan insan yoldadır, Sıddıkiyet makamına henüz varamamıştır; lakin davasını kemâl ile yoğuran, o makamın kapısını aralamış, belki de içeri adım atmıştır. Her iki hâl de güzeldir; zira biri arayışın, diğeri ise bulmuşluğun hikâyesidir.

İnsan, bu iki hâl arasında gidip gelirken asıl olan, niyetin samimiyeti ve gayretin sürekliliğidir. İnsan kalbinde saklayıp büyüttüğü niyetine bakması gerekir daima.

Sıddıkiyet makamı, insanın manevi yolculuğunda ulaşabileceği en yüksek mertebelerden biridir. Bu makam, sadâkât, doğruluk ve hakîkate tam bir teslimiyettir.

"Sıddık" kelimesi, Arapça kökenli olup "sadık olan, doğruyu yaşayan ve doğruluğunda sebat eden" anlamına gelir. Bu, sadece sözde değil, özde ve fiilde de hakikatin temsilcisi olmaktır.

Sıddıkiyet, bir insanın nefsani arzularını aşarak, rıza-yı ilâhî karşısında mutlak bir bağlılık ve arayış için sergilediği bir haldir, tutumdur.

Bu makama ulaşan kişi, yalnızca kendi benliğini değil, aynı zamanda çevresindeki her şeyi hakikât ışığında görür.

Sıddık, yalanın ve ikiyüzlülüğün zerresine dahi yer olmayan bir ruhtur. Onun sadâkâti, yalnızca insanlara değil, asıl olarak Yaradan Hâlik-ı Kâinata yöneliktir. Bu vecihle Sıddıkiyet, imanın en yüksek derecesi olarak da nitelendirilir; zira iman, sözle başlar, kalple tasdik edilir ve ancak davranışlarla Sıddıkiyet makamında kemâl bulur.

İhlâs kalbin niyeti, sadâkât ise, kalpteki niyetin hayata, fiiliyata, yaşantıda görülmesidir.

Sıddıkiyet makamında, mertebenin sabır, sebat ve fedakârlıkla yoğrulduğunu ifade etmek gerekir.

Sıddık olan kişi, zorluklar karşısında eğilmez, hak bildiği yolda tereddüt etmez ve davasından asla vazgeçmez. Bu makam, Hz. Ebubekir’in “Sıddık” ünvanıyla anılmasıyla da örneklendirilir.

O, Peygamber Efendimiz’in en yakın dostu olarak, her anında sadâkâtini ve doğruluğunu ispat etmiş, hakîkate olan bağlılığıyla bu makamın timsâli olmuştur.

Onun gibi Sıddıkiyet makamına erişenler, dünya menfaatlerini bir kenara bırakarak yalnızca hakikâtin peşinden giderler.

Bu makam, aynı zamanda bir iç huzuru ve sükûnet barındırır. Zira Sıddık, arayışını tamamlamış, bulmuşluğun dinginliğine ermiş bir insandır.

Kendi kemalini arayan kişi, henüz bu dinginliğe ulaşmamış olabilir; çünkü arayış, bir eksiklik hissinden doğar. Ancak Sıddıkiyet, eksikliğin yerini tamamlanmışlığa, şüphenin yerini ise yakîne bıraktığı bir haldir. Burada her insan kalbini yoklaması gerekir ama bulduğu şeyi diline dökmeden kendi murakabesini, otokontrolü yapmalıdır. Yeri gelmişken hemen şunu da ifade edeyim

“İnsanlar helâk oldu -âlimler müstesna.

Âlimler de helâk oldu -ilmiyle amel edenler müstesna.

Amel edenler de helâk oldu -ihlâs sahipleri müstesna.

İhlâs sahiplerine gelince, onlar da pek büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar.”[3]

“Yani: Medar-ı necat ve halas, yalnız ihlastır.

İhlası kazanmak çok mühimdir.

Bir zerre ihlaslı amel, batmanlarla hâlis olmayana müreccahtır.

İhlası kazandıran harekâtındaki sebebi, sırf bir emr-i İlahî ve neticesi rıza-yı İlahî olduğunu düşünmeli ve vazife-i İlahiyeye karışmamalı.

Herşeyde bir ihlas var.”[4]

Bu yakîn, yalnızca kuru bilgi değil, aynı zamanda o bilginin yaşanmasıdır; teoriden pratiğe, sözden eyleme geçen bir hakikat tecrübesidir kısacası.

Sıddıkiyet makamının bir diğer özelliği, tevazu ve mahviyetle süslenmiş olmasıdır. Sıddık, ulaştığı mertebenin büyüklüğünü iddia etmez; aksine, kendini her daim aciz bir kul olarak görür.

Bu makam, kibirden ve benlik davasından arınmış bir kalp gerektirir. Dolayısıyla Sıddıkiyet, insanın hem kendisiyle hem de Rabbiyle barışık olduğu bir ufuktur. İnsan, hayatında ne kadar Rabbine, davasına yer veriyor burada ibremiz bu olmalıdır.

Sıddıkiyet makamı, sadakatin, doğruluğun ve hakikate adanmışlığın zirvesidir. Bu makama ulaşmak, nefsin heva ve heveslerinden sıyrılarak, ruhu hakikatle buluşturmayı gerektirir. Kendi kemâlini arayan insan, bu makama giden yolda bir yolcu olabilir; ancak davasını kemâl ile taçlandıran, Sıddıkiyetin kapısından içeri giren kişidir.

Bu, bir ömür sürebilecek bir çabadır ve her adımında samimiyet, her nefeste gayret ister.

“Mesela; siyasette Ömer İbn-i Abdülaziz müceddid olduğu gibi, fıkıhta; İmam-ı Azam Ebû Hanîfe, İmam-ı Şâfiî, Ahmed bin Hanbel, İmam-ı Mâlik (ra); tasavvufta, Maruf-u Kerhî, Bâyezıd-ı Bistâmî, Mevlana Celaleddin-i Rûmî, Bahaeddin Nakşibend, Şemseddin-i Tebrizî, Mevlana Câmî, Mevlânâ Halid Bağdâdî; ahlâkta, Ahmed Yesevî, Şeyh Edebâlî;.. hadiste, Celaleddin-i Süyûtî, İmam-ı Buhârî, İmam-ı Müslim, Tirmizî;.. feyz, harikalar ve kerametlerde, Gavs-ı Azam Abdülkadir-i Geylânî, Ahmed er-Rüfâî, gizli sırların keşfinde Hüccetü’l-İslâm; İmam-ı Gazzâlî, tarîkat ve akaidin inceliklerinde ve mertebelerinde; İmam-ı Rabbânî ve nihayet asrımızda iman hakikatlarının keşif, tahkîk ve hakka’l-yakîn suretinde görülüp anlatılmasında; Bedîüzzaman Saîd Nursî Hazretlerinin müceddid-i din olduğunda şüphe yoktur.

Bunların dışında da başımızın tacı çok sayıda müceddid gelmiş ve nice insanı irşad etmişlerdir. İmam-ı Suyutî tecdid hadisesi hakkında bir eser yazmış ve gelip geçen müceddidleri gösteren manzum cedveller nakletmiştir.

Son cedvele göre; o zamana kadar gelip geçen müceddidler şunlardır:

Ömer b. Abdulaziz, İmam Şâfiî, İmam Ebu'l-Hasan el-Eş'arî, Ahmed İsferanî, İmam Gazalî, Fahruddîn Razî, Takyuddin b. Dakîki'l-Iyd ve İmam Bulkînî (Bulukkînî).

Müceddidlerin hepsi velayet-i Kübra olan sahabe mesleğinde gitmişlerdir. Bu zatlar arasında bir mukayese yapmak doğru olmaz.

Müceddidlerin hepsi kıymet ve derece bakımından kendi dönemi ve şartları istikametinde çok mühim şahsiyetlerdir. Ama bazı müceddidleri devrinin şartlarının ağırlığı daha parlak bir hale getirmiştir. Mesela; Üstad'ın dönemi buna misal olarak verilebilir.”[5]

Rabbim hepsinden razı ve memnun olsun ve bizleri de bu kemâl yolunda en azından niyeti halis kimselerden eylesin.

Bu vesileyle vefaatının 65. sene-i devriyesinde Üstad Bediüzzaman hazretleri rahmet ve minnetle yâd ediyorum.

Selam ve dua ile.

[1] İşarat-ül İ'caz (18)

[2] BEZM-İ ELEST: Cenab-ı Hak ruhları yarattığında "Ben Rabbiniz değil miyim"? meâlinde ألست بربكم diye sorduğunda, ruhlar, بلٰى "Evet Rabbimizsin"! diye cevap vermeleri ânına "Elest meclisi" veya "Bezm-i elest" tâbir edilir.

[3] Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ 2:415; Gazâlî, İhyâu Ulûmi'd-Dîn 3:414,4:179, 362)

[4] Lemalar (133)

[5] https://sorularlarisale.com/bugune-kadar-gonderilen-muceddidleri-sayar-misiniz-muceddidler-velayet-i-kubra-makaminda-midir-muceddidleri-birbirlerine

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
3 Yorum