
Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ
27 Nisan 2007’de ne olmuştu?
Bu tarihte ordu içinde yuvalanan vesayetçi bir grup tarafından, halkın oylarıyla seçilmiş hükümete muhtıra verilmişti. Önce muhtıra kelimesinin anlamına bakalım: Muhtıra bir kişinin, bir grubun ya da bir kurumun, bir başka kişiyi, grubu ya da kurumu uyarmak amacıyla gönderdiği yazılı metindir. Şu var ki, askerî makamlardan hükümete gönderilen muhtıralar, darbenin mukaddimesidir. Muhtıra verenler, “Agâh ve mütenebbih olun ey hükümet yetkilileri! Böyle devam ederse sizi yeriz Âlim Allah” demek istiyorlar. Türkiye'de ilk darbe, 1960'ta, bir grup subayın yönetime el koymasıyla yaşandı. Peki, bu ilk darbeden önce yine muhtıra verilmiş miydi? Askerî makamlardan değil, ancak resmi evraklara geçmeyen fakat muhalefet tarafından defalarca dile getirilen muhtıralar olmuştur.
Nitekim o zamanki muhalefet partisi CHP’nin başındaki İsmet İnönü, TBMM'de söz alarak “Eğer baskı rejimi kurulursa ihtilal behemehal olur. Bu yolda devam ederseniz sizi ben de kurtaramam. Şartlar tamam olduğu zaman milletler için ihtilal meşru bir hak olur” diyor.[1] Şimdiki muhalefet gibi o zamanın muhalefeti de dış güçlerle irtibat halinde olmazsa böyle konuşabilir mi?
1960 darbesinden önce Kore'de bir darbe olmuş, Cumhurbaşkanı Syngman Rhee görevden uzaklaştırılmıştı. İsmet İnönü TBMM kürsüsünden, Demokrat Parti sıralarına hitap ederek şöyle diyordu: “Beyler, Kore’de Syngman Rhee kurtuldu mu? Üstelik ordu, polis, memur onun emrindeydi. Hâlbuki sizin elinizde ne ordu ne memur ne üniversite ne de polis var. Türk milleti, Kore milletinden daha az şerefli değildir.”[2] Demek istiyor ki, şerefli milletler seçtikleri hükümetlerine ordu eliyle darbe yapmalıdırlar.
CHP’li muhalefetin cuntacı generallerle işbirliği halinde olduğunun en büyük delili de, 1960 darbesinin lideri Cemal Gürsel’in, İsmet İnönü'yle yaptığı telefon görüşmesidir. Peygambere inanmadığı sözlerinden anlaşılan bir Paşa darbeden sonra İnönü’ye telefon açıyor, konuşmalarının arasında “Paşam emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur” diyor.[3]
1960 Darbesi sonrasındaki süreçte toplumsal olaylar arttı, karşıt görüşlü gruplar arasında çatışmalar yaşandı. 1970'e kadar gelinen süreçte sağ-sol örgütlerin eylemleri, sokaklarda ve üniversitede yaşanan olaylar çoğalmaya başlamıştı. Ordu yeni bir darbeye hazırlanıyordu. Ama önce muhtıra…
Bu muhtıra 12 Mart 1971'de verildi. TSK, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Faruk Gürler, Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Celal Eyiceoğlu ve Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur imzasıyla Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay'a bir muhtıra vererek 32. Hükümeti istifaya zorladığı bir askerî müdahaledir. Bu muhtıranın zımnen anlatmak istediği şudur:
“Sizden önceki demokrat Parti iktidarının başına nelerin geldiğini gördünüz. Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve bazı bakanlar canlarını zor kurtardılar. Adnan Menderes ve arkadaşları ise canlarını kurtaramadılar. Siz hala akıllanmayacak mısınız? Bu size son ihtarımızdır.” Bu muhtıra üzerine o zamanın başbakanı Süleyman Demirel hemen istifa etmişti.
Bu muhtırayı 1980 darbesi takip etti. Bu darbeyi 28 Şubat post modern darbesi izledi. Nihayet 2007’ye gelindiğinde darbelerin etkisiyle seçilen son cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’in görev süresi sona ermişti ve mecliste çoğunluğu bulanan Ak Parti hükümeti yeni ve sivil bir cumhurbaşkanı seçme arifesindeydi. Vesayetçiler bu güne kadar yaptıkları gibi laikliğin bekçiliğini yapacak ve irtica ile mücadeleyi gaye edinen bir cumhurbaşkanı seçmek istiyorlardı. Meclis çoğunluğunu elinde bulunduran Ak Parti ise, eşinin başı örtülü, dindar bir cumhurbaşkanı seçtirmek istiyordu.
Vesayetçiler bunu engellemek için önce hukuki yoldan bir darbe girişiminde bulunup mecliste 367 nisabını öne sürdüler. Diğer taraftan Genelkurmay başkanlığı 27 Nisan günü bir bildiri kaleme alıp internet sitesine koydu. Bildiri metnini okuduğumuzda ceviz kabuğunu doldurmayacak bahaneler ileri sürüldüğünü asıl maksatlarının başka olduğunu görürüz.
Şimdi o bildiriden bazı pasajları tahlil ederek okuyalım:
“Ankara’da 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlamaları ile aynı günde kuran okuma yarışması tertiplenmiş, ancak duyarlı medya ve kamuoyu baskıları sonucu bu faaliyet iptal edilmiştir.”
Ya siz Kur’an okumaya karşı mısınız? Hani TBMM dualarla açılmış ve açılışında Kur’an-ı Kerim okunmuştu… Şimdi ne diye çocukların Kur’an okuma yarışmasına karşı çıkıyorsunuz? Yoksa siz milleti kandırdınız mı?
“22 Nisan 2007 tarihinde Şanlıurfa’da; Mardin, Gaziantep ve Diyarbakır illerinden gelen bazı grupların da katılımı ile, o saatte yataklarında olması gereken ve yaşları ile uygun olmayan çağ dışı kıyafetler giydirilmiş küçük kız çocuklarından oluşan bir koroya ilahiler okutulmuş… Devlete açık bir meydan okumaya dönüşen bu çabaları din kisvesi arkasına saklayarak, asıl amaçlarını gizlemeye çalışmaktadırlar.”
Çağ dışı kıyafetlerden kasıtları başörtüsüdür. Ya siz hangi millettensiniz? Hem dinden söz ediyorsunuz hem de çocukların ilahi okumalarını devlete meydan okumakla eş tutuyorsunuz? Hiç tefekkür kabiliyetiniz yok mu? İlahi okuyan çocuk korosu nasıl devlete meydan okuyabilir?
Ve son paragraf:
“Son günlerde, Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde öne çıkan sorun, laikliğin tartışılması konusuna odaklanmış durumdadır. Bu durum, Türk Silahlı Kuvvetleri tarafından endişe ile izlenmektedir. Unutulmamalıdır ki, Türk Silahlı Kuvvetleri bu tartışmalarda taraftır ve laikliğin kesin savunucusudur. Ayrıca, Türk Silahlı Kuvvetleri yapılmakta olan tartışmaların ve olumsuz yöndeki yorumların kesin olarak karşısındadır, gerektiğinde tavrını ve davranışlarını açık ve net bir şekilde ortaya koyacaktır. Bundan kimsenin şüphesinin olmaması gerekir.”
Bu son paragraftan anlaşılacağı gibi asıl amaç dindar bir cumhurbaşkanını seçtirmemekti.
O hafta aynı zamanda kutlu doğum haftasına dek gelmişti. Şanlıurfa’daki MGV yetkilileri, haftanın önemiyle ilgili bir konuşma yapmak üzere beni toplantıya davet ettiler. Gittim ve bir konuşma yaptım. Yaşları 8 ila 11 olan bir grup genç kız da ilahiler söylediler. Ertesi gün fakülteye gittiğimde iki tane sivil adam odama geldiler ve beni sorguya çektiler. İlk sordukları soru, “Siz hangi tarikata mensupsunuz, şeyhiniz kimdir?” şeklindeydi. Ben ilim adamı olduğumu ve hiçbir tarikata mensup olmadığımı, şeyhimin de olmadığını söyledim. Adamlar ikna olmamışlardı ki, “Ama hakkınızda yapılan ihbarlar böyle söylemiyor. Siz nurculuk tarikatının derslerine gitmiyor musunuz?” dediler. Ben, “Nurculuk bir tarikat değildir. Risale-i Nur külliyatı adı altında eserler okuyanlara nurcu ismini vermişler. Risale-i Nur asrımızın güzel bir tefsiridir. Ben tefsir hocasıyım, hem Risale-i Nurları hem onlar gibi çok sayıdaki tefsiri okudum ve okumaya devam ediyorum. Türkiye’de özgürce basılan bir eseri okumak suç mu?” dedim.
Adamlar bu kez konuyu değiştirdiler, “Sizin yanınıza gelen bazı öğrencilerin bölücülerin toplantılarına da gittiklerini görüyoruz. Siz buna ne dersiniz?” dediler. Ben onlara, “Ya kardeşim, burası bir fakültedir ve yüzlerce öğrencimiz vardır. Benim odama gelen, yanımda çay içen bazı öğrenciler eğer suça karışmış ise siz neden onları yakalamıyorsunuz? Ben bu fakültede genel ahlak kurallarına uyan her öğrenciyi odama alır ve onunla dostça sohbet ederim. Bu benim görevim. O öğrencinin dışarıda ne yaptığı beni değil sizi ilgilendirir” dedim.
Adamalar kalkıp gittiler. Dört beş gün sonra da bu 27 Nisan bildirisi yayınlandı. Ancak bu muhtıra, Türkiye vatandaşlarının alışık oldukları muhtıralara benzemiyordu. Hükümetten, bu bildirinin yok hükmünde olduğu, hükümetin görevi başında olduğu ve kendilerini bu bildiriye muhatap bile almadıkları yönünde açıklamalar gelince vesayetçiler tıs etmeye başladılar. İşte o bildiri tarihe “27 Nisan Muhtırası” şeklinde yüz karası bir sayfa olarak geçti.
[1] 27 Mayıs askeri darbesi sonrası Yassıada'da işkence sonucu hayatını kaybeden dönemin Emniyet Müdürü Faruk Oktay'ın oğlu Emre Oktay’ın, 21.05.2018’de AA muhabirine yaptığı açıklamalardan.
[2] Adı Geçen Kaynak.
[3] Bunları da Metin Toker'in “İsmet Paşalı Yıllar” kitabından öğreniyoruz. Metin Toker, İsmet Paşa'nın damadıdır. Kendisi onun yanındayken bunları yazmış.[Emre Oktay]
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.