Musa Kazım YILMAZ
Asr-ı Saadetten Tablolar
Resûl-i Ekrem’in (sav) vefatından uzun bir zaman geçmeden, sahabe arasında meydana gelen olaylar sebebiyle çok nahoş şeyler yaşanmıştır. O zaman yaşanan üç tarihî hadiseyi nakledeceğim. Birisi, Hz. Ali (ra) tarafından Mısır’a vali olarak atanan Muhammed b. Ebû Bekir’e verilen valilik kararnamesi; diğeri de Kerbela’da şehit olmaya giden Hz. Hüseyin ile Abdullah b. Ömer’in vedalaşmalarıyla ilgili tablo. Üçüncüsü de Hz. Ömer b. Abdülaziz’in adalet anlayışıyla ilgili bir tablo.
Muhammed b. Ebû Bekir’in Mısır’a vali tayin edilmesiyle ilgili Hz. Ali’nin yazdığı kararname şöyledir:
“Bu, Allah’ın kulu Emîrü’l-Müminin Ali’nin, Muhammed b. Ebû Bekir’i Mısır’a vali olarak tayin ettiğinde yazdığı ahitnamedir. Ali Muhammed b. Ebû Bekir’e, hem özel hem de genel işlerinde, açık ve gizli hallerde Allah’tan korkmayı ve ona itaat etmeyi emretti. Bilhassa hem insanların gözü önünde hem de gözlerden ırak olduğunda Allah’tan korkmasını ve onun murakabesi altında olduğunu unutmamasını ona emretti. Allah’a isyan edenlere karşı sert ve Müslümanlara karşı yumuşak olmasını tavsiye etti. Zalime karşı şiddetli ve mazluma karşı insaflı olmasını, insanlara karşı affedici olmasını ve onlara iyilikte bulunmasını emretti. Çünkü Allah iyilikte bulunanları mükâfatlandırır ve ıslahat yapanlara bol sevap verir. Ali b. Ebû Tâlib.” (Belazurî/Ensabu’l-Eşraf)
Devlet idaresinin başarıyla ve şaibesiz yürütülmesinde Allah’tan korkmak esastır. Allah Resulünün devleti idare etmekle ilgili tüm prensiplerinde adalet gözetilmiştir. Adaletin sağlanması için de, gizli-aşikâr Allah’tan korkmak gerekir.
Hz. Ali’nin valilik kararnamesine dikkatle baktığımızda saadet asrı yöneticilerinin, dini muhafaza etmek ve adaleti temin etmek için nasıl olağanüstü bir gayretle çalıştıklarını ve adalet-i mahza ile hüküm sürdürmek istediklerini görebiliriz. Bu yüzden raşid halifeler hiçbir haksızlığa, hiçbir iltimasa ve hiçbir rüşvete göz yummamışlardır. Hz. Ali’den sonra dengenin adalet aleyhine bozulmasının sebebi, devlet idaresinde adalet-i mahzaya riayet edilmemesidir.
***
Hicretin 60. yılında Abdullah b. Ömer (ra) Mekke’den Medine’ye geldi; artık uzun müddet Medine’de kalacaktı. Bir müddet sonra Hüseyin’in (ra) Irak’a gitmek üzere Mekke’den yola çıktığını haber aldı. Haber ulaşır ulaşmaz apar topar Mekke’ye geri döndü. Mekke’ye birkaç gecelik mesafedeki bir konaklama yerinde Hüseyin’le ve 71 kişilik ailesi ve yakınlarının kafilesiyle karşılaştı. Hemen atının yularından tutarak, “Kardeşim, nereye gidiyorsun böyle?” dedi. Hüseyin, “Irak’a gidiyorum” dedi.
İbn Ömer, ‘Iraklıların yanına gitme, ne diye gidiyorsun?” dedi. Hüseyin, hurcundaki mektupları göstererek, “Bunlar hep onların gönderdiği mektuplardır; cevap vermem lazım” dedi. Bunun üzerine Abdullah b. Ömer, “Bak kardeşim onlara güvenme. Sen Resûlüllah’tan bir parçasın; sana ihanet ederler. Vallahi şunu bil ki, ebediyyen sizden hiçbir kimse halife olamayacaktır. Sizin için daha hayırlıdır diye Allah bu yükü omuzlarınızdan indirmiştir. Baban Ali’nin karşılaştığı felaketleri gördün. Resûlüllah’ın halifesi olarak kendisine isyan edenlerden Cemel’de 4 bin, Sıffin’de 20 bin Müslüman öldürdü. Seni ve aileni çok seviyoruz. Fitne büyüktür. Beni dinle ve yanımızda kal! Vallahi Allah, hakkınızı elinizden almakla ancak sizin için büyük bir hayır murad etmiştir” dedi.
Bunun üzerine Hüseyn, “Yâ Abdallah! Görmüyor musun? Bu iki hurçta yer alan mektuplar Iraklıların bana yazdıkları mektuplar ve gönderdikleri biatlardır. Bunları cevapsız mı bırakayım?” dedi. İbn Ömer, Hüseyin’in gitmeye kararlı olduğunu görünce ağlayarak onun boynuna sarıldı ve, “Ne yazık ki şu anda bir ölüyü Allah’a emanet ediyorum, ve’s-Selâm” dedi. (Belâzurî/Ensâbu’l-Eşrâf)
Abdullah b. Ömer (ra) dünya saltanatının neden Ehl-i Beyt’e verilmediğinin sebebini Hüseyin’e söylemiştir. Sonradan Hz. Hüseyin Kerbela’da, Amr Sa’d b. Ebi Vakkâs’ın büyük ordusuyla karşılaşınca Irak’a gitmekten vazgeçti ve onlara iki seçenek sundu: A) Beni bırakın, Mekke’ye veya Medine’ye geri döneyim. B) Beni bırakın amcamın oğlu Yezid’in yanına gidip ona biat edeyim. (Hüseyin hem Muaviye’ye hem de Yezid’e karşı sert söylemleriyle bilinir.)
Ancak her iki isteği de kabul edilmedi. Ona bir tek seçenek sundular. Ona, “Sen Irak valisi Ubeydullah b. Ziyad’a biat edecek ve onun hükmüne boyun eğeceksin. Senin hakkındaki hükmü o verir” dediler. Hüseyin de, “Ben o nesebi meçhul (Ubeydullah, Ziyad b. Ebihi’nin oğludur) adamlara biat etmem” dedi ve savaşmaya başladı. Hüseyin şehit edilmeden onlardan 70’e yakın asker öldürdü.
İşin zahiri tarafı oldukça karışık. İbn Ömer’in (ra) dediği gibi fitne çok büyük. Müslümanlar; peygamberlerinin vefatından 30-35 yıl sonra birbirileriyle savaşmaya başladılar. Bizler, neye binaen bu yürek yakan acılara kaderden fetva verildiğini bilmiyoruz. Ama o çalkantılı dönemde güzel çiçekler de açtı. İşte müçtehit imamlar; işte Resûl-i Ekrem’in (sav) hadisini seçebilmek için kılı kırk yaran titiz muhaddisler; işte binlerce evliya ve asfiya-i muhakkikin… Bunlar hep o karışık dönemin meyveleri.
***
Üçüncü tablo Ömer b. Abdülaziz’le ilgili. İslam âlimlerinin büyük kısmı onu da 5. Raşit halife olarak kabul ederler. Ömer b. Abdülaziz (ra) Hicri 99 (717) yılında Süleyman b. Abdülmelik’in ölümü üzerine halife ilân edildi. Ancak Ömer bu önemli görevin kendisine bilgisi dışında verildiğini söyleyerek affını istediyse de biat merasimine katılanların ısrarları üzerine görevi kabul etti. Ömer b. Abdülaziz, Hz. Ali’den sonra devlet idaresinde gevşeyen adalet anlayışını yeniden ihya etmek ve dindeki lakaytlığı ortadan kaldırmak için kolları sıvadı. Halifeliği İslâmî kurallar çerçevesinde yürütmeye çalışan Ömer b. Abdülaziz, uygulamalarında Hz. Peygamber’in (sav) ve (anne tarafından dedesi) Hz. Ömer’in yönetimle ilgili karar ve icraatlarını esas aldı.
Onun amacı Allah korkusunu ve adaleti yeniden devlet idaresine yerleştirmekti. Çünkü devlet zenginleşmiş, toplumun her kesimini ilgilendiren para çoğalmış ancak para adaletle yönetilmiyordu. Kuşkusuz Allah korkusu olmadığı zaman para adaleti yönetmeye başlar ki rüşvet ve iltimasın kapısı buradan açılır. İlk iş olarak Hz. Muaviye’den itibaren haksız yere Emevî hanedanı mensuplarına ve devlet adamlarına verilen malları tespit etti ve onları hak sahiplerine iade etti.
Önce Hz. Muaviye tarafından dedesi Mervan’a hibe edilen ve kendisine miras kalan Fedek arazisini sahipleri olan Ehl-i beyte iade etti. Ardından önceki halifeler tarafından hanımı Fatıma’ya hediye edilmiş olan altın gerdanlığı ve evindeki fazla eşyayı da beytülmale iade etti. Bununla da kalmadı, halifelik görevi karşılığında maaş almayı reddetti. Bu sert ama adil kararlar yüzünden ellerindeki malların alınmasına tahammül edemeyen yakınları tarafından ölümle tehdit edildi. Ancak Ömer b. Abdülaziz tehditlere aldırmadan bu adil uygulamayı ısrarla sürdürdü. (İbn Sa‘d, Tabakat).
Bugün dünya bu yönetim şekline ne kadar da muhtaç! Ömer b. Abdülaziz ehl-i sünnet itikadını esas alan büyük bir fakih ve muhaddisti aynı zamanda. Fakat ömrü vefa etmedi ve hicri 101 (720) yılında vefat etti. İki buçuk yıl süren hilafeti döneminde devlette büyük bir kalkınma ve refah sağlandı. Denilebilir ki eğer 10 yıl idarenin başında kalsaydı bugün o dönemle ilgi çok daha güzel şeyler konuşurduk. Ama gayb perdesi altında ne hikmetler gözetildiğini bilemiyoruz.
Allah onlardan razı olsun.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.