Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

Prof. Dr. Musa Kazım YILMAZ

Torpil ve Rüşvetle İş Yürütme Umudu

Halkımız öteden beri torpil ve rüşvetle işlerin yürütülebileceğine inandırılmıştır. Devletin herhangi bir kurumunda işe girmek için halka yönelik bir sınav olduğunda, başarılı olsa bile birçok insanda işe alınmayacağı inancı hâkimdir. Halk içinde, “Hocam torpilin varsa girersin” inancı yaygındır. Torpilin birçok kapıyı açtığına o kadar inanılıyor ki, bunu su-i istimal edenler bile vardır. Mesela torpilin hiç olmadığı üniversite sınavında başarılı olmayan bazı öğrenciler ailelerini kandırmak için, “Biz Kürt olduğumuz için kazandırılmadık” diyebiliyorlar. Aileler de buna inanıyor. Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan 2002 yılında iş başına geldiğinde, halkta yerleşmiş bulunan bu inancı ve bu umudu kıracağına inanılıyordu. Ben şahsen bu umudun kırılmasını ve yok edilmesini bekliyordum. Ama olmadı ve kırılamadı.

Bazı kurumlarda kısmî düzelmeler yok mu? Vardır kuşkusuz. Mesela kendi kurumum olan üniversiteden örnek vereyim. Eskiden asistanlık sınavları dost-ahbap ilişkisi çerçevesinde yapılırdı. Yani sol görüşe sahip bir hocadan torpilli değilseniz üniversitede asistan olamazdınız. Çünkü üniversitelerin çoğu kadrolarına sol görüşlü öğretim üyeleri hâkim durumdaydı. Bir şekilde jüri üyelerinden birisi vicdanının sesine kulak verip sizi asistan olarak aldığı zaman hocanızın yanında kendi siyasi görüşünüzü dile getiremez, açıkta namaz kılamaz ve muhafazakâr bir dindar gibi davranamazdınız. Keza doktora ve doçentlik sınavlarından geçmeniz hiç kolay olmayacaktı. İlahiyatta araştırma görevlisi olan bir arkadaşımız doktora yapmak için YÖK’ün emriyle batıdaki bir üniversiteye geçici olarak nakledildi. O arkadaşımız Nur talebesi olduğu için doktora hocası ona, “Bak hoca, doktorayı bitirdin ama eğer nurcularla ilişkini kesmezsen asla doçent olamazsın” demişti.

1986’ya kadar doçentlik için şart olan yabancı dil sınavı kapalı kapılar arkasında yapılır ve oluşturulan üç jüri üyesinden tam not almanız gerekirdi. Eğer siyasi görüşünüz jürinin görüşünden farklı ise kolay kolay doçent olamazdınız. Benim gibi şimdi emekliye ayrılan birçok hocamız bu örnekleri iyi bilirler. YÖK Başkanı İhsan Doğramacı 1986 yılında, rahmetli Özal’ın teklifiyle doçentlik dilini merkezi sisteme aldı da bu sayede farklı siyasi görüş sahipleri üniversitelerde doçent olabildiler. O yıl Arapça da yabancı dil kabul edildi.

Bundan 15 yıl önce araştırma görevlisi yönetmeliğinde bir değişiklik yapıldı ve bir kadroya başvuran elemanlar arasından, beraberlerinde getirdikleri şahsi puanlar itibariyle ilk 4’e girenler sınava alınırdı. Sonradan bu madde değiştirilerek il 8’e girenler sınava alınmaya başladı. Şu anda bu maddenin halen geçerli olduğunu sanıyorum. Jüri üyelerinin araştırma görevlisi adayına vereceği puan 25’tir. 75 puan da diploma notu, ALES ve yabancı dil puanı gibi kişisel puanlardır. Bu madde uygulanırsa oldukça adil bir durum söz konusudur.

Fakat maalesef hem araştırma görevlisi hem doktor öğretim üyesi kadroları için verilen ilanlar açıklamalı, şartlı ve adeta adrese teslim şeklinde veriliyor. Mesela, dekanın teklifiyle rektör bir araştırma görevlisi ya da doktor öğretim üyesi kadrosu ilan ediyor. İlan resmi gazetede çıkıyor. Fakat öyle bir adrese teslim ilan çıkıyor ki, dekanın veya bölüm başkanının istediği aday dışında hiç kimse müracaat edemez, çünkü açıklama kısmında yer alan o şartları taşıyamaz. Mesela, diyelim ki iletişim fakültesinde radyo-televizyon ve sinema bölümü için bir ilan veriliyor. Fakat açıklama kısmında şöyle yazılır:

Radyo, televizyon ve sinema bölümü için (1 adet araştırma görevlisi); iletişim fakültelerinden mezun olmak, yüksek lisansını film ve televizyon programcılığı ile medya-tasarım alanlarında yapmış olmak ve Ankara’daki üniversitelerden birinde görsel ve kültürel çalışmalar alanlarındaki doktora programlarından birine kayıtlı bulunmak.”

Belli ki, dostlarından veya ahbaplarından birisini araştırma görevlisi yapmak istiyorlar ve açıklama kısmında o kişiyi tarif etmişler. Kanun koyucu her zaman iyi niyetle bir kanun veya yönetmelik hazırlar, fakat çeşitli su-i istimallerle bu kanun uygulanamaz hale getirilmektedir. Su-i istimaller bakımından şimdiki durum ile 80’den önceki durum arasında hemen hemen hiç fark yoktur. Oysa YÖK, “Adrese teslim şeklinde profesörlük, doçentlik, doktora öğretim üyesi ya da araştırma görevlisi ilanlarını vermeyin. Verildiği takdirde bu ilanlar iptal edilebilir” mealinde rektörlükleri uyarmıştı. Ancak mağdur edilen adaylar şikâyet etmekten korkuyorlar.

Bir öğrencim, doktorasını bitirip bir doktora öğretim üyeliği kadrosu için verilen ilana başvurdu. Fakat başvurusu kabul edilmedi çünkü açıklama bölümünde bir sürü sınırlayıcı şartlar koşulmuştu. Ben kendisine, “Rektörlüğü YÖK’e şikâyet edersen ilan iptal edilir” dedim. Öğrencim, “Hocam, ben bir umutla bu üniversiteye girmek istiyorum. Eğer onları şikâyet edersem adımı çıkarırlar ve bir daha buraya başvuramam. Bana her türlü zorluğu çıkarırlar ve müracaatımı bile kabul etmezler” dedi.

Ona hak verdim, çünkü kendimden biliyorum. 1980 yılının haziran ayında (12 Eylül’den 3 ay önce) Erzurum Atatürk Üniversitesi İslami İlimler Fakültesinin açtığı asistanlık sınavlarına, aynı fakülteden mezun olmuş birisi olarak başvurdum. İngilizce sınavını yabancı diller yüksekokulu hocaları yaptılar. Hocalar solcu olduğu için İslami İlimler Fakültesine girecek kişiler onlar için önemli değildi; bu yüzden adil bir sınav yaptılar. O sınavdan yüksek puan alarak geçtim. Ancak Arapça ve bilim sınavını bizim fakültenin hocaları yapacaklardı. Beş yıl boyunca Arapçadan 100 puan aldığım halde Arapça sınavından bana 58 puan verdiler. 2 puan daha verseler bilim sınavına girmeyi hak kazanacaktım. Ama bıraktılar. Benim durumumda beş arkadaş daha vardı.

Jürideki hocalar öyle gözleri dönmüş kimselerdi ki, aldıkları elemanların tamamını torpil, iltimas ve hemşerilik ayağıyla aldılar. Üç ay sonra 12 Eylül darbesi olunca bir hocam, “Askerler insaflı olur, sen bu hocaların yaptığını askeri konseye şikâyet et, bakarsın sınav kâğıtları yeniden okunur ve size yeni bir sınav hakkı verilir” dedi. Ben de şikâyet ettim. Gerçekten sınav kâğıtlarındaki isimler kapatılarak başka bir üniversitede yeniden okundu. Bu okumadan yüksek puan almıştım. Hatta o zaman yeni dekan olan hocamız beni çağırıp, “Azizim, sınav kâğıtlarının başka üniversitede okunmasıyla 95 puan alarak Arapçadan geçtiniz. Sana bilim sınavına girme hakkı verilebilir” demişti. Ancak bizi imtihan eden hocalar bir heyet halinde askeri konseyin yanına gidip şöyle dediler: “Sayın komutanım; evet, bazı adayların kâğıtları iyi olduğu halde onları üniversiteye almadık, kazandırmadık. Doğrudur, ama bunun önemli bir gerekçesi vardır. Bu adayların tümü bağnaz, tarikatçı, nurcu ve Atatürk düşmanı kimselerdir. O yüzden bunları almadık. Aldığımız adaylar medeniyetçi ve Atatürkçü gençlerdir” dediler. Bu lafları duyan askerler dosyalarımızı sümen altı ettiler.

Genelde torpil ve kanunsuzluk siyasilerin baskısı sonucu yapılır. Ancak torpilden ve haksızlıklardan birinci derecede sorumlu olan idarecilerdir. İdareciler biraz yürekli ve cesaretli olsalar, siyasilerin baskısına boyun eğmezler. Bir idareci, bedeli ne olursa olsun haksızlığa ve kanunsuzluğa yol vermemelidir. Bu konuda en güzel örneklerden birisi eski Diyanet İşleri Başkanı Sayın Tayyar Altıkulaç’tır. Kendisi görevde iken Güneydoğu vilayetlerinin birinde CHP milletvekili olan bir adam Tayyar Beye gelip bir imamın görev yerinin değiştirilmesini ister. Tayyar bey bunun mümkün olmadığını söyleyince milletvekili haddini aşıp bağırıp çağırmaya başlar, hatta silah çeker. Ama görevliler milletvekilinin kolundan tutup onu dışarı atarlar. Tayyar beyin bu cesur tavrı bütün müftüler için bir cesaret kaynağı olmuştu ve uzun müddet kimse kanunsuz işlemlere boyun eğmedi.

Tayyar Altıkulaç’ın idare etme tarzını çok takdir eden Dr. Ahmet Yılmaz Hoca anlatmıştı: Bir gün müftülük yaptığı ilçenin zenginlerinden ve siyasilerinden oluşan bir grup evine gelirler ve yeri değiştirilen bir imamın eski görev yerine tayin edilmesini talep ederler. Müftü Ahmet Yılmaz onlara şöyle der: “Bu arkadaşımız bu camide görev yapmaya uygun değildi. Bu yüzden yerini değiştirdim. Yeni görev yerinde göreve uyum sağlayıp sağlamadığına bakacağız. Dolayısıyla eski görev mahalline gelmesi imkânsızdır.” Fakat heyet baskı kurmak isterler ve müftüye, “Hocam yani bu arkadaşımızı eski görev yerine getirmenin hiç mi imkânı yok?” derler. Müftü, “Bir tek yolu vardır” der. Heyet, “Nedir hocam?” derlerler. Müftü bey, “Benim tayinimi buradan çıkarırsınız, benim yerime getireceğiniz müftü onun tayinini yapar” der. Böylece hem heyete, hem torpile, hem kanunsuzluğa bir gönderme yapar.

Eski diyanet çalışanı olarak başımdan geçen bir anımı aktarayım: 1987 yılında, Güneydoğunun bir ilçesinde müftüydüm. Diyanet İşleri Başkanlığı bir yazı gönderip, müftüyle birlikte bir din görevlisinin de hacca gidebileceğini, bir an önce isimlerin tespitinin yapılmasını istedi. Yani görevli olarak ben ve bir imam veya müezzin birlikte hacca gidecektik. Ben de göreve başladığım 8 aydan beri görevlilerin görev bilincini araştırmaya ve hikâyelerini dinlemeye başlamıştım.

Dikkatimi çeken bir hikâye olmuştu: Ben ilçeye gelmeden 2 yıl önce Mahmut Hoca adında bir imam, çarşının ortasında, tarihi ve güzel bir camide görev yapıyor. Fakat 6-7 çocuğu var ve onlara yeterince meyve-sebze alamıyor. Bunun üzerine şehirde görev yapan hiçbir imamın yapmayacağı bir şey yapıyor. Müftüye gidip şöyle diyor: “Hocam, evim çarşıda. Eşya, sebze ve meyve pahalı. Çocuklarım başkalarının elinde görüyorlar ve ben onlara alamıyorum. Günahları boynuma girecek. Beni köy camilerinden birisine verin, bari çocuklarım orada sebze ve meyve görmezler.” Kâtiplerden onun bu hikâyesini dinleyince faziletin zirvesinde bir insan olduğunu anladım; hemen onu çağırdım ve yakından tanımak istedim. Köyüne gittim, çok güzel bir cami inşaatına başlamıştı, bitirmek üzereydi. Gerçekten hem âlim, hem fazıl, hem terbiyeli, hem görev bilinci yüksek bir insan olduğunu gördüm. Kendi kendime, “İlk fırsatta bu görevlimize bir ödül vereceğim” dedim.

Hac konusu ortaya çıkınca ilk aklıma gelen o imamımız oldu. Birkaç imam bir kişilik hac kontenjanından istifade etmek yanıma geldiler. Ben onlara, “Hocam, şu anda araştırıyorum, kim bu işe daha layık ise onu göndereceğim” dedim. Fakat onlardan birisi torpil ayaklarıyla işin peşini bırakmak niyetinde değildi. Vali yardımcısının yanına gidip bana telefon ettirdi. Ben vali yardımcısına, “Sayın valim, şu anda bir araştırma yapıyorum, kim daha çok görevine bağlıysa onu göndereceğim, bundan emin olabilirsiniz” dedim. Vali yardımcısı teşekkür edip telefonu kapattı. Anlaşılan imama olumlu bir cevap vermemişti.

Sabahleyin müftülüğe gittim. O imam geldi ve, “Hocam, gördüğünüz gibi yaşlandım, eğer beni gönderseniz yolda size iyi arkadaş olurum” dedi. Ben kendisine şöyle dedim: “Bak hocam, siz varlıklı bir aileye mensup varlıklı bir insansınız. Öyle birisini hacca göndereceğim ki, eğer siz ona gidip, ‘Hocam ne olursun, sen gitme bu sefer ben hacca gideyim, sen başka zaman gidersin’ deseniz bu teklifinizi kabul edecektir.” İmam müstehzi bir tavırla, “Hocam gerçekten merak etmeye başladım, kim bu zat acaba?” dedi ve ayrıldı. Sonra Mahmut hocanın ismini açıkladığımda o ısrarcı imam yanıma geldi ve, “Hocam helal olsun, sen bu şahsı nasıl tanıdın böyle? Vallahi o aynen senin dediğin gibi bir zattır. Şu anda ben ona, ‘Sen gitme, senin yerine ben hacca gideyim’ desem hemen kabul eder” dedi. Mahmut hocayla birlikte hacca gittik. Hac yolunda çok değerli bir insan olduğunu daha iyi anladım.

Cumhurbaşkanı Tayyib Erdoğan’ın hükümetleri ne yazık ki torpil veya rüşvet umuduyla işe girme anlayışını kıramadı, hatta zayıflatamadı bile. Eskiden devlet kurumlarında işe girmek için durum ne ise hala o şekilde torpil ve rüşvet çarkının döndüğüne inanılıyor. Her konuda torpilin döndüğüne o kadar inanılıyor ki, hacca gitmek için bile bazı adayların kura dışı hacca gönderildiğine inanılıyor. Oysa Diyanet yöneticilerinin bu konuda çok dikkatli olduklarına inanıyorum.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
13 Yorum