Müslüman burjuvazisi ve Bediüzzaman
Zaman yazarı Yavuz'un 'İslam Medeniyetine ancak Müslüman bir burjuvazinin sahip çıkabileceği' düşüncesine Amerika'dan cevap geldi
Risale Haber-Zaman yazarı Hilmi Yavuz'un 'İslam Medeniyetine ancak Müslüman bir burjuvazinin sahip çıkabileceği' düşüncesine Amerika'dan Bediüzzaman'lı cevap geldi
İşte Hilmi Yavuz'un yazısı:
"İslam Medeniyetine ancak Müslüman bir burjuvazinin sahip çıkabileceği konusundaki yazım, değerli okurlarımın çok değişik yorumlarına neden oldu. ABD'nin Cleveland eyaletinden çok sevgili bir dostumuz, şair kardeşim Ali Osman Kurun'un önemli meselelere temas ettiği mektubu, onun izniyle yayımlıyorum:
"Sevgili Hocam,
Yazılarınızın çağrışım alanı çok geniş olduğundan hakkıyla bir değerlendirme yapabilmek için belki sayfalarca yazmak gerek. Ben sadece Müslüman burjuvaziyle ilgili söyledikleriniz üzerinde durmak istiyorum.
Aslında bütün tarihi realiteler söylediklerinizi başka hiçbir söze gerek bırakmayacak ölçüde doğruluyor. Abbasi ve Osmanlı saraylarında sanatkâr ve ulemanın iltifat gördüğü dönemlerde medeniyetin büyük ölçüde inkişaf ettiği gibi. Zaten 'güçlü mümin güçsüz müminden hayırlıdır' hadisi çerçevesinde iyiliği anlatıp kötülükten sakındırmak görevinin 'elle veya dille yapılması, kötülüklere karşı yalnız kalben (üzülerek veya kızarak) sessizce tepki vermenin imanın en azı olarak kabul edilmesi, dünyevi imkânlara sahip olmanın önemini açıkça ortaya koyuyor.
Bununla birlikte 'burjuvazi'* kelimesi arkasındaki sömürü çağrışımından dolayı biraz yadırganabilir. Ayrıca sizin de belirttiğiniz gibi mesele sadece haram yemek ya da yememekten ibaret değil. Henüz toplama ve sergileme aşamasında olan bu burjuvazi entelektüel anlamda da meselelere sahip çıkmalı, sadece Capris'te tatil yapmak veya Hilton'un Kâbe manzaralı odasında kalmakla anılmamalıdır. [...]
Bediüzzaman, 1910'da Şam'daki Emevi Camii'nde 'içinde yüz ehl-i ilim bulunan on bin adama yakın bir azîm cemaate' verdiği hutbede Müslümanların üç büyük problemi olarak 'cehalet', 'zaruret' (fakirlik) ve 'ihtilaf'ı gösterir. Meseleye sadece zenginlik - fakirlik penceresinden bakmak yetmez. Zira doğal kaynaklar veya başka birtakım imkânlarla elde edilen servetlerin, entelektüel anlamda bir gelişmişlikle atbaşı olmadığında fayda kadar zarar getirdiğine de yakın tarihte yaşananlar şahittir. Son olarak, yani burjuvazi** maddi desteğin ötesinde ilimle uğraşmalı ve sanattan anlamalı mı? Verdikleri desteğin gerçek manada bir destek olması ve İslam'ın bir Medeniyet olarak yeniden üretilebilmesi için, evet! Çünkü cevahir kadrini cevher füruşan olmayan bilmez...
*Aslında Fransız İhtilali'nin öncüleri de burjuva çocuklarıydı, krala başkaldıran Ashab-ı Kehf'in saraylı gençler olduğu gibi...
** Elbette İslam'ın bir Medeniyet olarak yeniden üretilebilmesi yalnız burjuvaziye bağlanmamalıdır. Üstelik Batılı kavramlarla İslami meseleleri ele alırken yaşanan sorunlar gözden kaçmamalıdır. (Bugün için onlarsız bir şey söylemenin güçlüğü de...)
Meta-ı gurur üzerine bir not: 'Elmalı' tefsirinde meta-ı gurur, allanıp pullanıp değerinin üstünde satılan bir mal gibi aldatıcı olan dünya malı olarak açıklanıyor. Ülgener Hoca'nın eserinden yola çıkarak yaptığınız okuma, gösteriş için edinilen (tüketilen) dünya malının gurur verici bir statü sembolüne dönüşmesi, daha geniş ve çağrışımı daha zengin bir anlam getiriyor 'meta-ı gurur'a. Kanaatimce bu, günümüzde iyi bir tefsirin ancak değişik alanlarda uzman kişilerin ortak çalışmasıyla yapılabileceği gerçeğine işaret ediyor.
İnşallah vaktinizi israf etmemişimdir.
Muhabbetle..."