Emrullah BEYTAR

Emrullah BEYTAR

Müslümanlar soykırım yapmazlar!

İSEDAK toplantısı için Türkiye’ye geleceği söylentileri üzerine son günlerde ismi en çok zikredilen kişilerden birisi Sudan devlet başkanı Ömer El Beşir olmuştur. Ömer El Beşir’in ismi Sudan Darfur bölgesindeki yerleşik halka yönelik soykırım yaptığı iddiasıyla gündeme gelmiştir. İnsan hakları örgütlerin raporlarına göre bu bölgede yüzbini aşan ölümlerin yaşandığıdır. Sudan yönetimi de ölümlerin yüzbinin üstünde değil ellibinin altında olduğu vurgusunu yapıyor. Dolayısıyla Sudan yönetiminin kendisi de, dolaylı da olsa Darfurdaki katliamı bir şekilde kabul ediyor. Gerek insan hakları örgütünün ve gerekse de Sudan yönetiminin ortaklaştığı nokta bu bölge çok sayıda insanların hayatlarını kaybettiği gerçeğidir.

MAZLUMDER’in de bu iddiaları araştırmak üzere bir heyet gönderme talebi Sudan devletince reddedilmiştir.

Uluslararası Ceza mahkemesi savcılığı bu iddia üzerine Ömer El Beşir hakkında tutuklama kararı vermiş. El Beşir bu karara karşı direnç gösterdiği gibi bu dirence destek veren ülkeler de yok değildir. İşte o ülkelerden biride Türkiye devleti olmuştur.

El Beşir’in Türkiye’ye geleceği söylentilerinden sonra özellikle Avrupa ülkelerinin Türkiye’de yakalayıp teslim edilme noktasında bir talebin geldiği söylentilerine karşılık Cumhurbaşkanı’nın cevabı daha diplomatik bir dil içerirken, başbakanın cevabı daha maslahatçı ve adaletten uzak bir söylem içermekteydi. Başbakan devletin resmi kanalında, övünerek Sudan’a gittiğini ve oraya hizmet götürdüğünü orada öyle iddia edildiği bir soykırımın olmadığını söyledikten sonra birde şu çarpıcı notu düşürmeyi de ihmal etmemiştir. O da “Ömer El Beşir’in Müslüman olduğu ve müslümanın soykırım yapamayacağı” iddiasıydı.

Müslüman Soykırım Veya Katliam Yapamaz mı?

Sayın Erdoğan’ın bu cümlesi doğru İslamiyet ve islamiyete layık doğrularına uygun hareket eden insanlar için geçerli bir sözdür. Zaten teorideki İslam bunu emretmektedir. Zira İslam dinin en temel kaynağı olan Kur’an-ı Kerim’de “kim haksız yere bir cana kıymamış ve yeryüzünde bozgunculuk yapmamış birisini öldürürse bütün insanları öldürmüştür” diyerek insanları uyarmış ve insanların bu suça tevessül etmemeleri ikazında bulunmuş “zalimlere meyletmeyin ki sonra ateş size de dokunur” emriyle de kendisine tabi olanların her hal ve zeminde zalimin karşısında durarak ilkesel bir tavır takınmanın erdemliliğine işaret etmiştir. Son peygamber Muhammed-i Arabi (s.a.v) hayatı boyunca sergilemiş olduğu tavır bu hakikatlerin pratize edilebileceğini ispatlamıştır.

Said Nursi’in imanın temel özelliklerinden saydığı izzet ve şefkatin, müslümanın mazlum ve zalim olmasına engel olması gerektiğinin altını çizmiştir.

Teori ve Hz. peygamberin (sav) uygulamaları bu yönde iken yıllar önce Muhammed İkbal’in “Müslümanlardan kaçtım Müslümanlığa sığındım” cümlesinin çok anlamlı ve veciz olduğu kadar bir o kadar da acı vericidir. Çünkü ikbal, İslamın de günün Müslümanları tarafından hayata tatbik edilmediğinden şikayetçi olmuştur.

Başbakanın, Ömer El Beşir’in Müslüman olduğundan dolayı bu suçu işlemeyeceği yönündeki tespitini tarih doğrulamamaktadır. Çünkü; Kerbela’da Hz Ali’nin yavrularını öldürenler de, Hama ve Halepçe’ye bomba atanlar da, İhvan-ı Müslümü işkence tezgahlarında geçirenler de, her gün direniş adına Irak’ta bomba patlatanların da, 1915 vahşetini işleyenlerin de, bu topraklarda din adına insanları boğanların da, fail-i meçhullerin failleri ve gencecik kızları kılık kıyafetinden dolayı okul kapılarından çevirerek hayallerini yıkanların da,  kutsal topraklarda insanları suda boğarak öldürenlerin de en az Ömer El Beşir kadar Müslüman olduklarını tarih bize nakletmektedir.

Sözün özü şudur ki hakiki bir imana sahip bir Müslüman bırakın haksız yere bir insan öldürmeyi bilerek karıncayı dahi incitmez bir inceliğe sahip iken din perdesi altında insanlara vahşi uygulamaları yapan kişilerin de var olduğu/olacağını gözden kaçırmamak gerekir. 

Uluslararası değer ve kurumları Müslümanların da koruma yükümlülüğü olmalıdır

Soykırım ve insanlığa karşı suçları işleyen kişileri yargılamak amacıyla kurulmuş bulunan Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin dayanağı Roma Statüsü olmuştur. İnsan hak ve özgürlüklerine ilişkin en kapsamlı metin 1940’lı yılların sonunda yayınlanmış bulunan İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi olduğu halde bu hakları koruyan mahkemelerin kuruluşları yakın tarihte olmuştur. Soykırım ve İnsanlığa karşı suçların faillerini yargılama yetkisi Uluslararası Ceza mahkemesinindir. Birçok ülke bu mahkemenin yargılama yetkisini kabul etmiş olmasına karşılık ABD, İsrail ve Türkiye gibi ülkeler bu mahkemenin dayanağı olan Roma sözleşmesinin tarafı olmamış ve dolayısıyla bu mahkemenin yargılama yetkisini kabul etmemiştir. Bilhassa ABD, ülkelerin bu sözleşmeye taraf olmasını engelleyici  politikalar izlediği bu süreci takip edenlerin malumdur.

Türkiye bu mahkemenin yargılama yetkisini kabul etmemiş olmasına rağmen soykırım ve İnsanlığa karşı suç işlemiş kişilerin Türkiye’ye gelmesi halinde tutuklayıp yargılayabileceğine dair ceza kanuna hüküm koymuştur.

Uluslararası Ceza Mahkeme’sinin bugüne kadar ki tavır ve tutumları hak, adalet ve hakkaniyetin tesisi adına eleştirilebilir hatta eleştirilmelidir. Bu mahkemenin bazı konulardaki çifte standartlı yaklaşımları dünya kamuoyunca da bilinmektedir. Adaleti tamamen elde edemediğimizden dolayı adalet talebimizden vazgeçmek faydadan çok zarar getirecektir. Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin de bugün yerine getirmeye çalıştığı fonksiyon bu nitelikte olduğu düşüncesindeyim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum