‘Nasılsanız, öyle yönetilirsiniz’

Kaybettiğimiz gençlerimizin ardından parti liderleri genelde kendilerinden beklenen türden açıklamalar yaptılar. Alevi-Kürt olmasına rağmen Türkmen olduğunu kanıtlamaya çalışan Kılıçdaroğlu, ‘mesele’nin (hâlâ “Kürt” demeye korkuyor sanırım) akıl ve mantıkla çözüleceğini söylemiş. Yağlı urgan sallamak hariç “yaratıcı” bir siyasal ‘başarısı’ olmayan Bahçeli “OHAL ilan edilsin” demiş. Bir zamanlar barıştan bahseden Erdoğan da “kanlarında boğulacaklar” demişti, o kanda ilk boğulmak istenenin kendisi olduğunu bile bile... Başka türlüsünü söylemeye hâlâ cesaret edemiyor anlaşılan.

Mevzua dair en ironik açıklamayı ise Devlet Bakanı Faruk Çelik yapmış aslında: “Türk Silahlı Kuvvetleri’nin terörle mücadelede 30 yılı aşkın deneyimi var. Bu deneyimlere göre yapılması gerekenler konuşulmalı. Siyasiler, hükümet veya sivil toplum örgütleri açısından noksanlıklardan bahsediliyor. Bu eksikliklerin giderilmesi gerekiyor.”

Şaka gibi, değil mi? Otuz yıllık tecrübenin “getirisi” olan 40.000 ölüden sonra eksiklerimizi konuşmaya başlayabiliriz. Çok şükür! Faruk Çelik belli ki bu açıklamayı hisleri her an incinmeye teşne, gözümüzün bebeği ordumuzun mensuplarını incitmemek için yumuşak bir üslupla yapmış. Ancak “terörle mücadelede 30 yılı aşkın deneyim” ibaresi aynı zamanda ne kadar içler acısı bir durumda olduğumuzun da kanıtı.

PKK’nın ilk silahlı eyleminin üzerinden nerdeyse 26 yıl geçmiş ama ordu hâlâ 26 yıl önceki yöntemlerle “kararlı ve azimli bir biçimde terörle mücadelesine devam ediyor”. Yıllardır dağ koşullarında yaşayıp gerilla savaşı hususunda uzmanlaşmış PKK’lıların karşısına üç haftalık eğitimle daha silah atmayı bile doğru dürüst beceremeyen gençleri dikiyor. Aldığı istihbaratın gereğini yapmıyor. Kendi döşediği mayınla ölen askerlerin ardından “PKK yaptı” deyip yalan söylüyor. Mahkeme yalanı açığa çıkarıyor, sorumlu komutanlar ifade vermeye gitmiyor. Genelkurmay Başkanı “havalar güneşli olmazsa” saldırıya uğrayan karakollara askerî yardım bile gönderemediğini itiraf ediyor. Fazla soru sorarsan parmağını sana doğru sallayıp azarlıyor. İşte bunlar “30 yıllık tecrübe”nin bize kazandırdıkları...

TSK’nın bu kadar ihmalkâr ve vurdumduymaz –ama Allah için hep “kararlı”!- davranabilmesini sağlayansa biziz. “Laikliğin teminatı” olduğunu defaatle açıklamış bir ordu sanki İslâm adına savaşıyormuş gibi davranan, bu yüzden de ölen gençlere “şehit” muamelesi yapan, onların ardından “hainleri sevindirmemek için” ağlamayı bile haram eden, vb. biz değil miyiz? Savaşmayı bu şekilde yüceltip çoğalttıkça sadece barış ihtimalini yok etmiyoruz, aynı zamanda o gençlerin hayatını da değersizleştiriyoruz aslında.

O yüzden yasta olmamıza rağmen aynı yası bir 30 yıl daha yaşamamak için kendimize sormamız gereken sorular var: Mesela “Hiç önemli değil” diyen komutanı duyduktan sonra bile oğlunuzu davullu zurnalı yollayacak mısınız askere? Allah’a değil Tanrı’ya hamd etmenin şart koşulduğu bir orduya “Peygamber Ocağı” demeye devam edecek misiniz hâlâ? Peki, “vatan sağ olsun” derken, komutanların oğulları neden hep “sağ” ve hatta babalarının yanıbaşında askerlik yapıyorlar diye hiç mi merak etmeyeceksiniz?

Ya silah bırakıp gelen PKK’lıları “barış geliyor” ümidiyle sevinçle karşılayan halkı “Şov yapıyorlar” ya da “İçimize sindiremiyoruz” manşetleriyle haberleştirenler, “silah bırakmanın” sebep olduğu sevinci bunca yastan sonra anlayabilecekler mi? Daha şu hayattan hiçbir tat almadan toprağın altına giren 11 genci içlerine sindirmek daha mı kolay geliyor acaba? Peki, silah bırakıp gelen PKK’lılara tepki olarak “İntikam isteriz” diye yollara dökülenler, 11 askerin ölüm haberini alınca silah bırakılmasının önemi üzerine biraz olsun düşünecekler mi? Yoksa “11 askere karşılık 12 terörist öldürmüşüz” diye düşünüp kendilerini çoktan teselli ettiler mi?

Can sıkıcı  sorular bunlar ama daha can sıkıcı olanı şu: Şiddetin dozu daha da artacak. Egemen güçlerin savaşına kurban edilen gençlerimiz birer birer toprağa düşmeye devam edecek. Birer sayı olarak yer aldıkları gazeteler, “milletin kalbine gömdük” diye manşetler atacak ama iki gün sonra hiçbirinin adı bile hatırlanmayacak. Bazı komutanlar ölen askerlere “işlem hatası” muamelesi yapıp “Hiç önemli değil” diyecek yine. Sonra da utanmadan cenazelerine katılıp yaslı aileleri teselli edecek. O aileler de “Vatan sağ olsun” diyecek, “Bir oğlum daha olsa, onu da gönderirim”. “Gönder, nasılsa hiç önemli değil” diye düşünülüp sırtı sıvazlanacak bilmem kaçıncı gözü yaşlı babanın... “Asker düşmanı” diye adlandırılanlarsa gençlerimizin hayatının ne denli önemli olduğunu çaresizlik içinde anlatmaya çabalayacak, şimdi olduğu gibi...

Hülasa, böylesine ihmalkâr ve vurdumduymaz olduğumuz sürece, evlatlarımıza da ihmalkâr ve vurdumduymazca davranılacak. Zira “nasılsanız, öyle yönetilirsiniz”.

Taraf

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
2 Yorum