Ne istiyorsun bu Nurculardan müftü efendi?
Prof. Dr. Servet Armağan Urfa'da Nur Talebelerine zulmeden müftüye babasının nasıl kızdığını anlattı
Röportaj: Nurettin Huyut-Risale Haber
II. BÖLÜM:
İSTANBUL’DAKİ İLK VE EN ESKİ DERSHANESİ
İstanbul’da talebe iken bir yer var mıydı? Gidiyor muydunuz?
İstanbul’da zaten tahsile gelirken Abdullah ağabey bana Kirazlı Mescit’in adresini verdi. Kirazlı Mescit, İstanbul’daki ilk ve en eski dershanenin ismi. Süleymaniye camisine yakın. Kirazlı Mescit Sokak 46 numara. Orası meşhur, adresi böyledir.
Orada haftada bir dersler yapılıyordu. Fakat yüreğimiz ağzımızda, basıldı basılacak. Mesela kapı çalınır biz hemen telaşlanırız. Zil yok megafon yok cam yok kim gelmiş bilemezsin, açtığında karşında polis olabilir. O nedenle kapı çalındığında hemen her şey toplanıp kaldırılır. Ders yaparken basılmamak için… Bakılır tanıdık ise, cemaatten biri ise tekrar kitaplar indirilir ve ders devam eder. Ders biter, çıkarken teker teker çıkılır. Eski bir sokak. Diğer evler içeriyi görebiliyor. O nedenle hep tedbirli hareket edilirdi.
1976’da liseyi bitirip üniversite sınavına girmek için gitmiştim. Halen dershaneydi orası.
Evet, uzun zaman dershane kaldı. İlk yerdir. Küçük, dar bir ev, ahşap bir evdi. Çok dardı.
Siz, yurtta mı kalıyordunuz?
Evet. O tarihlerde henüz dershane diye bir yer yoktu.
ANNEM BİZE HEP ARKA ÇIKTI
İlk gittiğinizde hayli tehlike söz konusu imiş aileniz bir şey söylemedi mi?
Hayır, söylemedi. Dediğim gibi çok münevver insanlar annemle babam. Komşular gelip korkutuyorlardı annemi. Annem de okuma yazması yok fakat akıllı bir kadındı. Zekâsıyla çıkarırdı her şeyi. Hiç okuma yazma yok, takvimi bile okuyamazdı. Parayı bile tanımaz, öyle bir kadın. Konu komşu biraz dedikodu, biraz gevezelik ederek, “gönderme oğlunu, yakalarlar, vururlar” diye telaşlandırıyorlardı. Ama hep sağlam duruyordu. Hatta bir gün onlara cevap verirken ben de duydum. “Kötü bir yere gitmiyorlar. Nereye gidiyorlar ki?” dedi. O dönem çok farklı bir dönemdi gençleri iğfal için bir çok tuzak yerler vardı.
Annem bize hep arka çıktı. Ara sıra da, Mustafa Sungur ağabeyin geldiği gün ders oluyordu. Yaz günleri damda, avluda yapıyoruz. Her an polis gelip hepimizi götürebilir. Nitekim öyle çok olay oldu.
UTANMAZ HERİF, TERBİYESİZ, ARSIZ, NE İSTİYORSUN BU NURCULARDAN?
O olaylardan birini anlatayım; O dönemde imamlar hatta müftü Risale-i Nur’a ve Abdullah ağabeye düşmanca tavırlar içindeydi. Urfa’nın müftüsü garipti. Dedemin de talebesi vaktiyle, medrese tahsili görmüş, icazet bile almış fakat fötr şapka giyen bir adamdı. Müftü, elinde büyük bir asa, iri yarı, imamlara hakaret eder, yüzlerine kamçı ile vurur, zalim bir adamdı. Biz de tanıyoruz. Tabi hocasının torunuyuz veya arkadaşının oğluyuz. Bir gün Abdullah ağabeye imamlarla haber göndermiş, “Benden ders almayan bir adam nasıl burada ders verebilir? Nedir o anlattığı şey?” demiş. Rızvaniye Caminin genişçe bir odası var, misafir odası gibi. Orada ders verirdi, Arapça bir şeyler anlatırdı. Bir müddet Abdullah ağabey de katıldı.
Babam, onun Abdullah ağabeye kızdığını duydu... Hemen bana, “Beni ona götür, o edepsiz herifi rezil edeyim” dedi. Babamı müftülüğe götürdüm. İçeri girdi. Girer girmez yüksek sesle bağırmaya başladı müftüye, “Utanmaz herif, terbiyesiz, arsız. Ne istiyorsun bu Nurculardan?” dedi. Ağzını açtı, gözünü yumdu. Müftülüğün içinde bağırıyor. Memurlar, diğer çalışanlar da duyuyor orada. Sesini çıkarmadan sadece babama bakıyor. On-on beş dakika hakaret edip, bağırarak çıktık, gittik. Ama vazgeçmedi adam. Epey zulmetti. Sonra öldü. Öyle bir müftü vardı.
BAYRAM AĞABEY İLE HATIRAMIZ ÇOKTUR
Bayram ağabey ile bir hatıranız var mı?
Hepsi ile hatıram çoktur. Çünkü bu ağabeyler, Üstad vefat edince İstanbul’a yerleştiler. Bayram ağabey Ankara’da kaldı. 27 Numara diye bir yer var Hacı Bayram’da orada kalıyordu. Bayram ağabey ile hatıramız çoktur. Bizim eve çok geldi. Ankara’ya geldiğim zaman mutlaka uğrardım. Bayram ağabeyin bize anlattığı hatıralardan, yine benim hatırımda kalan, genç yaşta Üstad’a intisap etmiş. Çok hızlı yürüyen, canlı kanlı bir insan, çok sadık... Üstad, “bana git şuradan su getir” dermiş. O da diyor “giderdim, suyu alırdım. Hiçbir yere bakmadan hızlı hızlı Üstad’ın yanına gelirdim. Yolda ‘Bayram hele biraz gelsene, kime götürüyorsun suyu?’ diye söyleyenlere hiç bakmazdım, robot gibi gider gelirdim” derdi. Genç yaşta, doğru, ciddi bir adamdı. Benim okuduğum büyük Cevşenim var. O üzerine dualar yazıp imzalamış, ondan hatıra olarak saklıyorum. Kendisi ile ilgili hayli hatıralarım oldu. Hanımı ile benim hanım kızlık arkadaşları idi.
Bir hatıram da şöyle: Asistanlar toplantısı diye bir toplantı başlattım -Allah enaniyetten korusun- yani Risale-i Nurlar’ı bilen asistanların toplantısı. Sene 1977. Öyle bir şey yapalım ki hem Risale-i Nur’u bilen hem de üniversitede akademik kariyer yapanların toplantısı olsun. Ben, en kıdemlisiyim, doktoram var. Öyle gizli saklı toplanıyoruz, kurumumuzdan korkuyoruz, kurumumuzun haberi olursa ihraç eder. Ben, Alâaddin diye bir arkadaş vardı Erzurum’da, bir de Celalettin, emekli oldu mu bilmiyorum. Bizden yaşça küçük Mahsun vardı. Daha böyle birkaç arkadaş vardı. Hepsinin ismini söyleyemeyeceğim şimdi.
BAYRAM AĞABEY BİR GÜN GELMİŞ, HOLDA OTURUYORMUŞ
Nerede toplanacağımızı en son ben kararlaştırıyorum, kimse duymasın diye. Ankara’da birkaç defa toplandık. Senede iki toplanıyoruz, tatile denk getiriyoruz. Ya 29 Ekim ya da diğer bayram tatillerine ki izin aldığımız belli olmasın fakültede. Ankara’da toplanırdık. Bayram ağabey vardı. Ona derdim ki, “Bayram ağabey siz dâhil, kimse gelmeyecek toplantıya. Ben sizden sadece yemek isteyeceğim, çay isteyeceğim. Yemeği de bir çocuk getirip kapıdan baksın, ‘içeri gir’ dersem getirsin. İçeri girmeyeceksiniz.” “Peki” derdi. Bir gün gelmiş, holda oturuyormuş. “Servet hoca girmeyin dedi” demiş. Orada oturmuş, içeri girmemiş. Çok sadık bir insan.. Benim için değil… Toplantının selameti için, çünkü bunlar özel toplantılar, biri geliyor lafa karışıyor. Biz, üniversite konularını konuşuyoruz. Asistanlık, doktoralık, yurt dışı vs. Başkası gelsin, ne anlasın orada? O nedenle kimseyi almazdık.
ŞİMDİKİ GİBİ NURCULARIN HENÜZ GELİR KAYNAKLARI YOK
Bu toplantıları İstanbul’da, Erzurum’da bir veya iki kez yaptık. Tabi gidiş geliş masrafları bizden. Şimdiki gibi meyve getiren, para organize eden kimseler yok. Nurcuların henüz gelir kaynakları yok. Erzurum’da da yine öyle… Ne Kırkıncı ağabey, ne diğerleri, hiçbiriniz girmeyeceksiniz, bize ait özel bir şeydir derdik. Ve bence de öyle olması lazım. Meslek dersleri, doktorların dersi, esnaf dersleri…
Bu ilmi durumu arkadaşlar muhafaza edemediler. En son bundan iki sene evvel Kayseri’de toplandık. İlla ki ısrar ediyorlar, “şu kardeş de girsin” diye. “Girsin” dedik ama ne yapacak? Ne ihtiyacımız var bizim o kardeşe? Zaten oradakilerin hepsi Risale-i Nurlar’ı bilen insanlar. Dinlemediler, biri girdi. Baktım ki bu kez de lafa karışıyor, mesela “Biyoloji olmasın, fizik olsun” diyor. Buyurun, bakın işte. Demiyor “girdim, oturayım.” Biz orada mal vermiyoruz, mal satmıyoruz. Para alan, veren yok. Bu inceliği kavrayamıyorlar.
(Devam edecek)
BİRİNCİ BÖLÜM İÇİN TIKLAYINIZ