Mehmet DOĞAN
Necip Fazıl Kısakürek ve gençlik
Her sanatçı ve düşünür eserlerinin aynasında seyredilerek anlaşılır. Bediüzzaman Said Nursî Hazretleri, 'Beni görmek isteyenler Risalelere baksın', diyor. Onlarla konuşup görüşmek, benimle konuşup görüşmektir, demeye getiriyor.
Bir sanatçı ve düşünür için eser; bir muhasebedir, murakabedir, mefkûredir; bir teşhis ve tespittir. Yol açma ve yol göstermedir. Yazar, bu fani âlemden göçtükten sonra eserleri göreve devam eder. Necip Fazıl da öyle. Bakın çok eski, 31 Mart 1939 tarihli bir yazısında neler diyor:
"Bizi yalnız memleketimizde değil bütün dünyada tarihin en azametli hadisesi doğurdu: Büyük Harp.
Biz, elden giden imanlar, kaybolmuş muvazeneler, ürpertici icatlar, korkunç tecrübeler nesliyiz.
Biz, ruhları vecd yerine takallüsün, iman yerine şüphenin, aşk yerine şehvetin, düzen yerine kargaşalığın sardığı zamane nesliyiz.
Kader, bizim ibda hamlemizi fıkır fıkır hoplayan zelzeleli bir toprak üstünde bina yapmaya kalkmak kadar çetin bir muamma karşısında bıraktı.
Onun için bizi uyku değil, uyanıklık; yatak değil, kaldırım; tokluk değil, açlık; sıhhat değil, maraz; selim âdet değil, sakat huy; tek kelimeyle huzur değil, ıstırap emzirdi.
Biz, yaşlılarını cephede, dayanıksızlarını cemiyette kurban vermiş ve tarihin en müthiş eleğinden geçmiş, zirve kıymetler ve zirve kıymetsizlikler nesliyiz.
Biz nesil seviyesi olarak öyle inişli çıkışlı bir grafik resmettik ki, halimize dikkatle göz atan bir sismografya kartonuna bakmış gibi, yirminci asır sosyal zelzelelerinin yalnız tarafımızdan kaydedildiğini anlar.
Gümbür gümbür yıkılan sosyal kıymetlerin cehenneminde bütün bir nesil yanarken, o cehennemden sağ salim kurtulabilenler, mev'ut cenneti inşa edecek olanlardır."
Necip Fazıl, bir nesil ukdesiyle karşı karşıyadır. Bu düğüm çözülmeden hiçbir düğüm çözülemez. Çünkü, "Dünya kadar gelen şartlar, ayak ucumuzda yeni bir nesil protoplazması hazırladı. Bugünkü (3 Nisan 1939) lise çocuğunun temsile başladığı bu protoplazma, bir iki sinema artistinden başka kahraman tanımayan, futboldan gayrı herhangi bir hadiseyi mefkûreleştiremeyen, evinde ve mektebinde hiçbir telâkki ve ahlak murakabesi yaşamayan;
Bilmeyen, duymayan, düşünmeyen;
Düne, bugüne ve yarına bağlı olmayan;
Bütün hayvani ilcalarıyla baş başa;
Yeni bir adam tohumu...
Bu tohum kök salar ve nesilleşirse dava kazanılmış değil, kökünden kaybedilmiş olacaktır."
Kendi ifadesiyle hiçliğe doğru uğul uğul akan bir cemiyette bu düğüm nasıl çözülür? Cemiyet ah cemiyet yok eden güruhuyla; cemiyet ah cemiyet yok edilen ruhuyla" diye yakındığı bu derdin üstesinden nasıl gelinecekti? Böyle bir cemiyette mefkûre nasıl boy atar? İslam ideologyasını güneşli bir gök, cemiyetini bu gökten ısı ve su alan bir bir toprak, fikir ve sanat adamını köklerini bu toprağa salarak meyve veren bir ağaç olarak düşünen Necip Fazıl, göklerin kül rengi bulutlarla kapanık, cemiyet toprağının çorak ve dolayısıyla tohum kabul etmez bir durumda bulunduğunu görüyordu. Tohum piyesi tutmamış, Ağaç dergisi devam etmemiş, Bir Adam Yaratmak cehdi Çile'yle bitmişti. İş, çetinlerden de çetindi.
"İnsanları benzetişle değil, tam vâkıa olarak, kendilerinden habersiz, gidip gelen ölüler halinde görüyorum..."(O ve ben, s.114) diyen Necip Fazıl, "Siz hayat süren leşler, sizi kim diriltecek!" diye haykırıyor, çıkmaz sokaklara sapan kalabalılara sesleniyordu.
Efendimden aldığım nurla yepyeni bir gençlik yuğurma merakı, ben de, 1942'de başladı, diyen üstad, etrafında halkalanan gençlerle yapılan tarih, millet ve nefs muhasebelerine devam eder. Onun için dava, Anadolu'lu gençlerden, her biri "portör-ulvi aşıyı taşıyıcı ve bulaştırıcı" bir aşk kadrosuna maya tutturabilmekti. Ceblerde kaybedilen ve asırlardır dışarıda aranılan güneşi bulup çıkaracak, yerine oturtacak, her şeyi ilk saffet ve asliyet vahidine irca edecek, hasis fert kadrolarında eskitilmiş ve pörsütülmüş manalarla hiçbir alaka kabul etmiyecek, mutlak hakikat ölçüsüyle aklın hakkını akla ve kalbin hakkını kalbe verecek bir gençlik... Vecdiyle, estetiğiyle, ahlakiyle, ideolojisiyle sımsıkı merkeze bağlı, solmayan renk ve geçmeyen ânın, ezel kadar eski olduğu için, ebed kadar yeni dâvanın gençliği..."
Necip Fazıl Kısakürek, bir devrin çilekeş mimarlarındandır. Ama o mimarisini tamamlayamadan gitti. Yeni bir cemiyet inşasında Necip Fazıl yalnız değildi. Bediüzzaman'ın kendisi için, "Seni Nur Risalesine 40 yıl hizmet etmiş (sene sayısını tam hatırlamıyorum; daha az veya daha çok olabilir) kabul ediyorum!" dediğini söyler. Necip Fazıl'la Bediüzzaman'ın bu buluşması 22 Ocak 1952'de Gençlik Rehberi'nin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesinde yargılanması münasebetiyle İstanbul'a gelişinde gerçekleşir. İki Üstad da Gençlik peşindedir. İki Genç Ruh, tek ideal davanın iki ayrı kahramanıdır. Yollar, usuller farklı da olsa gaye tektir. Allah'ın davası için yepyeni bir Gençlik örmektir.
Bu hedefe ulaşıldı mı, dava gerçekleşti mi, o da ayrı bir yazı konusu.
Yeni Şafak
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.