Necip Fazıl'dan Başbakana Ayasofya mektubu
Dönmez, Necip Fazıl'ın Ayasofya ile ilgili sözlerinin Başbakan Erdoğan'ın omuzlarında olduğunu belirtti
Risale Haber-Haber Merkezi
Yeni Akit yazarı Yener Dönmez, Necip Fazıl Kısakürek'in Ayasofya Hitabesini Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a "mektup" olarak aktardı.
Necip Fazıl'ın Ayasofya ile ilgili sözlerinin Başbakan Erdoğan'ın omuzlarında olduğunu belirten Dönmez, şu satırları köşesine taşıdı:
"Bana öyle geliyor ki, yalnız, mânayı anlasak, yalnız onu yerine getirebilsek, Ayasofya’nın kapıları sabır taşı gibi çatlar, kendi kendisine açılır, isterse açılmasın; ondan sonra her şey, küçük bir tatbikat işinden ibaret kalır. Ayasofya...
Bizi bu hale getiren annelerimizin cennet kokulu başörtüsünü sarhoş kusmuğuna bez diye kullanan, ahlakımızı, Paris’in dünya çapındaki Şabanek kerhanesinden daha aşağı düşüren, milli kültürümüzü çöplüğe ve milli iktisadımızı tımarhaneye çeviren, zekamızı maymunlaştıran ve kalbimizi kanserleştiren tarihi cereyanın kendi öz evimizde yüzümüze kapadığı oda, ruh ve mukaddesat otağımız...
Ayasofya budur...
126 yıl boyunca dışarıdan batı emperyalizmasının, içerden de onların sadık ajanları sıfatıyla kozmopolitlerin, Yahudilerin, dönmelerin, masonların ve nihayet hepsinin birden ana sermayesi ve gönüllü fedaisi halinde ‘Adı Türk küfür tiptir’ cümlelerinin idare ettiği bu cereyan Ayasofya’yı müzeye çevirmekle Türk’ün öz ruhunu müzeye kaldırmış olur.
Demek ki Ayasofya, ne taş, ne çizgi, ne renk, ne hacim, ne cisim ne de bütün bunların madde senfonisi; sadece mâna, yalnız mâna...
İstanbul’daki Süleymaniye, Edirne’deki Selimiye, bunlara karşılık da Roma’daki “Senpiyer” ve Paris’teki “Noturdam”, bizde ve onlarda daha niceleri, madde ve hatta gayelerine bağlı mâna kıymeti olarak, Ayasofya’nın eşik taşına bile denk olamaz. Zira bunlardan her biri kendi gayesinin tabiî şartları içinde, tek taraflı olarak yükseltilmiş eser...
Ayasofya ise bunların yanında bir kümes bile olsa, öyle bir nasibin sahibi ki, ne madde, ne de tek taraflı mâna ölçüsü ile ona varmak kabil...
Ayasofya, bir mânanın, zıt mânaya taarruz ve onu zebun edişinin, bütün dünyada eşi olmayan âbidesi...
Ayasofya, Türkün öz evi ve anayurdu içinde, güya Türklerin eliyle mânasından koparılıyor, duvarlarından Allah ve Resulünün mukaddes isimleri indiriliyor, iç sıvaları kazılıp putlar meydana çıkarılıyor ve Hilâlden ziyade Salib’in faziletlerini ilâna memur bir müze, yani içinde İslâmiyet’in gömülü olduğu bir lahit haline getiriliyor.
Artık o, basit bir taş yığınıdır, öyle bir taş yığını ki, sadece kendisinde kıyılan ulvî mânanın katillerini ilân ve ihtarla kalmıyor; üstelik her an Salib’in ağzından salyasını akıtıcı bir iştah telkiniyle, Türk’ün ruhiyle beraber maddesini, maddesiyle beraber de ruhunu Hıristiyanlık âlemine peşkeş çeken, ‘Buyurun, ne duruyorsunuz; gelin ve bizi esir edin!’ diyen bir hava yaşatıyor.
Ayasofya’nın Hilâl hâkimiyetinden uzaklaştırılmasiyle düşmana aşılanan gayret, bir ordunun harp plânlarını satmaktan beter bir tehlike ve suç belirtir.
Eğer o kökünden tıraş edilse ve yıkılsa bir şey değil de, bu haliyle, bütün bir milleti ve tarihi her an öldürüp yine dirilten ve tekrar öldüren bir felâket...
Sebeb açık: Ayasofya’nın Kapılariyle beraber ruhumuzu kilitlediler. Onun için, her mâna, her hikmet, her münasebet Ayasofya’ya bağlı...
Nasıl bütün yollar Roma’ya çıkarsa, Türk manevî kurtuluş dâvasının bütün meseleleri de Ayasofya’ya ve onu müzeleştiren ellere çıkar.
Ayasofya açılmalıdır!
Türk’ün kapanık bahtiyle beraber açılmalıdır.
Ayasofya’yı kapalı tutmak, mânada bütün camileri ve cami mefhumunu kapalı tutmaktır.
Ayasofya’yı kapalı tutmak, Yunanlıya “ben yapamıyorum; sen gel de kendi hesabına aç!’ demekten farksızdır...
Ayasofya’yı kapalı tutmak, bu toprağın üstündeki 70 milyon ve altındaki 30 milyar Türk’ün, semaları tutan lanetine hedef olmaktır.
Bu gün mü, yarın mı bilemem!
Fakat Ayasofya açılacak!
Türkün bu vatanda kalıp kalmayacağından şüphesi olanlar, Ayasofya’nın da açılıp açılmayacağından şüphe edebilirler.
Allah tarafından mühürlenmiş kalplerin kapısını mühürlediği Ayasofya, yine onların ayni şekilde mühürlemeğe yeltenip de hiç bir şey yapamadığı, günden güne kabaran akınını durduramadığı ve çığlaşacağı günü dehşetle beklediğim mukaddesatçı Türk Gençliği’nin kalbine eş açılacak...”