Neden Selimiye'nin ikincisini yapamıyoruz?
Kullanılan malzeme ve aletler dört yüz yıl öncesine göre kıyas kabul etmeyecek kadar geliştiği halde neden yapamıyoruz?
Mehmed Niyazi'nin yazısı
Mana ve madde
Hayat bir muammadır; karanlık bir dünyada yaşıyoruz; alıştığımızdan dolayı her şey bize basitmiş gibi geliyor; halbuki dikkatlerimizi bir ağaca çevirince neler görürüz. Kışın kuruyan ağaç baharla birlikte harekete geçiyor.
O kökler, o dallar neler üretiyor; ağzı dili olmayan, şuurdan yoksun zannettiğimiz o varlık, idrakleri durduracak ameliyeler yapıyor. O kupkuru bünyedeki canlılığı ancak gözlemleyebiliyoruz; ama izah edemiyoruz. Madde ve mana birbiriyle mezcedilmiş; önümüze hayat diye konulmuştur. Ona bir anlam vermek istiyorsak, ikisini birlikte ele almalıyız. Künhüne vâkıf olabilmek ancak, abidevi imanın aydınlattığı yolda, ötelere ulaşan ilimle mümkündür; zira birinin bittiği yerde diğeri başlar; biri yol gösterir, diğeri izah etmeye çalışır.
Mana ile maddeye yaklaşmayan, maddenin esrarında boğulmaya mahkumdur. Üç boyutlu idrakiyle hiçbir zaman maddenin varlık cevherini anlayamayacaktır. Üzerine bastığımız yer kabuğu, çiçekler, başımızın üzerinde gezip dolaşan bulutlar, onları bir yerden alıp, bir yere top top yığan rüzgar nedir? Nereden gelirler, nereye giderler? Hepsine bir ad takıyoruz; ama hiçbirinin gerçek sırrını çözebilmiş değiliz.
Fırtınaların ateşine elektrik diyoruz; elektrik nedir? Nasıl oluştuğunu bilsek bile, oluşmasını hazırlayan nedir? Rastlantı dahi olsa, rastlantıyı hazırlayan bir etken yok mudur? Etkensiz bir rastlantı olur mu? O etken nedir? Her şeyin bir patlamayla başladığını kabul edelim, olmayan bir şey nasıl patlar? Mimarı bulunmayan bir şey nasıl var olabilir? Bunların derinliğine inemedik, inemeyeceğiz de... Atomları sonsuz parçalara ayırsak, hepsine bir ad taksak, o sonsuz parçalarda gene bir gizlilik bulunacak; her şeyi oluşturan bu gizlilik olacaktır... Her maddenin özünde bir mana bulunduğu gibi, her mana da bir maddenin dilinde ifadesine kavuşur.
Maddeden yapılmış abide eserlerin bünyesinde sonsuzluğa açılan ruhlar yatmaktadır. Maddeye şekil veren, balçığa ölümsüzlük nefesini katan, müspet bilimlerden önce manadır. Müspet bilimlerin, onların çocuğu olan tekniğin her geçen günle baş döndürücü bir hızla gelişip, göklerin ve yerin esrarına yaklaştığımızı zannettiğimiz bu zamanda bir Selimiye Camii inşa edemiyoruz.
Kullanılan malzeme ve aletler dört yüz yıl öncesine göre kıyas kabul etmeyecek kadar geliştiği halde neden yapamıyoruz? Çünkü maddeye şekil veren müspet bilimlerle beraber ruhtur. Selimiye'ye şekil veren de Mimar Sinan'ın cetvel kalemiyle ruhuydu. Ulu Sinan'ın ruhunu yitirdiğimizden Selimiye Camii'nin bir eşini yapmak imkanından mahrumuz. Ne zaman Mimar Sinan'ın ruhunu ele geçirirsek, işte o zaman yeni Selimiyeler yapmak imkanına kavuşuruz.
Zaman