Muhammet BENEK
Nefsin, şu ıslah/k mevzusu
“Nefsini ıslah etmeyen, başkasını ıslah edemez.” diyor Said Nursi.
Bilmeyen yoktur.
Bu cümleyi sarf etmemiş olan da yoktur sanırım.
Hatta o kadar çok söyledik ki; sözün içini boşalttık, biz kendi içimizi dolduramadığımızdan…
Söz sulandı iyice, ıslah edemedik ‘ıslak’ ettik…
Hep başkalarından başladık.
Bu sözü kendimize söylemeden, başkalarına tekrar ediyo bulduk kendimizi hep…
Çoğu zaman olduğu gibi, kendi okuduğumuz da değildi tekrarladığımız şey. Bir başkasından duymuştuk ve biz de bir başkasına tekrar ediyorduk.
Aslına bakarsanız konuşan da biz değildik zaten, nefsimizdi.
Okusaydık şunu anlayacaktık ki; Üstad, o sözü bir başkasına değil kendisine söylüyor. Kendisiyle hasbihalinin satırlara yansıyan bir kısmı bu ifade.
Ne diyor peki Üstad ? Sözün, öncesine de sonrasına da bakalım:
“Madem nefsim emmâredir (kötülüğü emredendir). Nefsini ıslah etmeyen başkasını ıslah edemez. Öyle ise nefsimden başlarım.”
Eğer okusaydık/anlasaydık, madem nefsimiz emmâre, işe nefsimizi tanıyarak başlayacaktık.
“Bildiğimiz ‘nefis’ işte, neyini tanıyacağız?” diye içimizde soru soran şey için bakın Risale-i Nur’da ne gibi sıfatlar sıralıyor Said Nursi, nasıl tanımlar getiriyor nefse:
Riyakâr, mağrur, serkeş, müftehir, ucüblü, fani, muzır, nefisperest, bedbaht, pürheves, tembel, sabırsız, sersem, ‘fahre meftun’, ‘şöhrete müptelâ’, ‘medhe düşkün’, ‘hodbinlikte bîhemtâ’, şikemperver, aldatıcı, dünyaperest vs.
Ve bunlar gibi birçoğu daha Risale-i Nur içerisinde mevcut. Basite alınacak bir düşman değil içimizdeki…
“Düşmanlarınızın en kuvvetlisi içinizdeki nefsinizdir.” diyor kâinatın efendisi Hz. Muhammed (SAV).
Evet, nefsimizi bir düşman olarak değerlendirdiğimizde onu iyi tanımak zorundayız. Onu tanımamız için Risale-i Nur’da birçok kapı açılmış durumda. Sadece içine girmek gerekiyor.
Yukarıda nefsi niteleyen sıfatların ardında neler yazılmış Risale-i Nur’da, okumak lazım. Biraz susup, sadece okumak.
Eğer okusaydık/anlasaydık, ‘öyle ise nefsimden başlarım’ kısmını da es geçmeyecektik…
Susacaktık. Nefsi susturarak başlayacaktık, nefsin ıslahına.
Konuşarak nasihat vereceğimize, susarak derinleşecektik.
Nefsiniz susmadı ve şöyle dedi varsayalım: “Peki buraya kadar tamam. Ama benim bir farkım var. Ben bu hakikatleri biliyorum. Bilmeyenlere söylemem gerekmez mi?”
Siz de Üstad gibi şu cevabı verirsiniz:
Hem deme ki, “Halk içinde ben intihap edildim. Bu meyveler benimle gösteriliyor. Demek bir meziyetim var.” Hayır, hâşâ! Belki herkesten evvel sana verildi; çünkü herkesten ziyade sen müflis ve muhtaç ve müteellim olduğundan en evvel senin eline verildi.
Yukarıdaki alıntı, On Sekizinci Söz’ün Birinci Nokta’sının son paragrafı.
Birinci Nokta’nın başında da Üstad şöyle diyor:
Nefs-i emmâreme bir sille-i tedip (Kötülükleri emreden nefsime bir edeplendirme tokadı.)
Evet, vuralım nefsimize tokadı. O sussun, konuşan yalnız hakikat olsun.
Bil ey nefsim!
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.