Bediüzzaman sinemayı ustaca kullanmış

Bediüzzaman sinemayı ustaca kullanmış

Hazar, Bediüzzaman Said Nursi'nin sinema arasında başından beri çok sıkı bir ilişki olduğunu söyledi

Risale Haber-Haber Merkezi

M. Nedim Hazar, Bediüzzaman Said Nursi'nin sinema arasında başından beri çok sıkı bir ilişki olduğunu söyledi. Aksiyon dergisindeki, "Bir nasihat insanı; Allah’ın Sadık Kulu" başlıklı yazısında Hazar, Bediüzzaman'ın hayatının belirli bir döneminde sinemayı yakından takip ettiğini ve kaleme aldığı eserlerinde drama tekniğini kullandığını ifade etti.

İşte Nedim Hazar'ın yazısı:

Gişe rekorları kıran Yüzüklerin Efendisi, Kutup Ekspresi, Neşeli Ayaklar ve Avatar gibi filmlerde kullanılan teknikle hazırlanan ve Türkiye’de yapılmış ilk uzun metraj 3D animasyon film olan “Allah’ın Sadık Kulu: Barla” birçok açıdan ilkleri barındırıyor.

Ünlü Rus sinemacı Andrei Tarkovsky, “Sinema bir fetih değil, nasihat aracıdır.” diyor. Ve Hz. Muhammed (SAV), “Din nasihattir.” buyuruyor.

Geçen hafta, sinemayı ‘iyi’ denebilecek derecede bilen ve bu işle profesyonel olarak uğraşan birkaç arkadaşla, dünya sinemasının en seçkin ve beğenilen örneklerinden birini izliyorduk. Gerçekten de muhteşemdi görüntüler. Ne ki kumandayı elime alıp bir yerde durdurdum filmi ve şu soruyu sordum: “Dostlar, bu görüntüleri şüphesiz her birimiz kendi kalibrasyon ve birikimlerimize göre algılıyoruz. Hiçbir metin ile desteklenmeyen bu ucu açık sahneler muhakkak ki etkileyici; ancak bundan daha iyisi olamaz mıydı?”

Şaşkınlık içinde bakıp itiraz edenler de oldu ve amansız bir ‘görüntü mü, söz mü’ tartışması başlattık. Nihayetinde bir noktaya vardık, birazdan oraya geleceğim. Ancak Batı sinemasının bilinçaltımıza yerleştirdiği çok mühim bir tuzak var ve maalesef ben de yıllar boyu bu tuzağın içinde kıvranıp duranlardanım. O da şu: Batı’ya göre iyi bir sinema filmi, söze ne kadar az yer verirse o kadar iyi sayılıyor, bir film görselliğe ne kadar sırtını yaslıyorsa o kadar başarılı görülüyor ya da gösteriliyor. Ve bizler de bunu kıstas olarak benimseyip ‘iyi film eşittir suskun film’ gibi çok bahtsız bir sonuca ulaşıyoruz. Oysa öyle midir?

Aslolan kelamdır!

Öyle olmamalı elbette. Bunun için en büyük delil ise bizzat Cenab-ı Hakk’ın sözleri ve kutsal kitabıdır. Girişte belirttiğimiz gibi, din bir nasihatten ibaret ise, bu nasihati sadece görüntünün sığ sularına hapsetmek en azından cimrilik ve nasipsizlik olur. Oysa yine biraz önce bahsini ettiğim tartışmada vardığımız nokta gibi, görüntü eğer lafza yardım ediyorsa anlamlıdır. Resim, kelamı destekliyorsa yücelir. Yoksa en hafif ifadesiyle ‘malayani’ kalır.

Kutsal kitabımız Kur’an-ı Kerim bunun sayısız delilleriyle doludur. Bu düzlemden bakıldığında mübarek Kur’an eşsiz bir sinopsis yatağıdır. Sayısız elbise çıkarılabilecek, -neredeyse- hiç kullanılmamış atlas kumaştır. Yazık ki günümüz Müslüman sineması da bu kolay düşülen tuzağa düşmüş ve Batı’nın bizim bilinç kodlarımızın arasına özenle yerleştirdiği ‘sus-pus’ sinemayı yüceltmiştir. Asla küçümsemiyorum ama Nuri Bilge Ceylan filmleri bunun için güzel örnektir. Ama ulaşılacak son nokta değildir, olmamalıdır. Hâl böyleyken, iyi bir sinematografi peşinde kafa yormak yerine “Nuri Bilge Ceylan’a ne kadar benzersen o kadar başarılısın” bilinçaltına takılmak ne acı bir durumdur!

Kur’ân ve onun tefsiri olan Risâle-i Nur, varlıklara “ma’nâ-yı harfî” ile bakmaktadır. Oysa Batı medeniyeti varlıklara “ma’nâ-yı ismî” ile bakar. Doğrusu, bu hiç de küçümsenmeyecek bir makas farkıdır. Can yakıcı olan ise bu farkı bilmesi gerekenlerin, yani cevhere yakın duranların yönlerini başka tarafa çevirmeleri olsa gerek.

Risale-i Nur ve sinema

Risale-i Nur’ları pek çok başlık altında analiz etmek mümkün. Şüphesiz meselenin uzmanları bunu yaptılar ve bundan sonra da yapacaklar. Ancak bu eserlerin müellifi ve sinema arasında bidayetinden beri çok sıkı bir ilişki mevcuttur. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, hayatının belirli bir döneminde sinemayı yakından takip etmiş ve kaleme aldığı eserlerinde drama tekniğini, bugün incelediğimizde, bizi hayrete düşürecek derecede ustaca kullanmıştır. ‘Flash Back’ denilen geçmişe yolculuklar yapmıştır mesela. Keza ‘Flash Forward’ denilen geleceğe yolculuklara da rastlanır Risale’lerde.

Tüm bunların dışında, Risale-i Nur’un kendine has bir öyküleme ve betimleme tarzı vardır. En derin imanî hakikatleri öyküleyerek, okurların rahat algılayıp unutamayacağı bir etkiye çevirir Bediüzzaman. Namazı anlatırken de, ömrün kısalığını, insanoğlunun imtihan edilişini aktarırken de, hikâyeleme yaparak anlatır bize. Bol bol benzetmeler kullanır. Gece ile gündüzü, siyah-beyaz iki fare şeklinde tasvir eder mesela. İki fare; kuyuya düşen bir insanın tutunduğu dalı kemiren… Eceli, ‘Cesim bir arslan’ olarak tasvir eder mesela… Örnekleri çoğaltmak mümkün…

Bir de sinematografik yapısı vardır Risale’lerin. Bu, şüphesiz müellifinin sinemayla olan yakınlığından gelir. Efendimiz dönemine ait bir tasviri yaparken de, Kur’an’ı Kerim’den bir mucizeyi aktarırken de epik bir dil kullanır Said Nursi Hazretleri.

Bakınız daha önce de aktardığım şu cümleler nasıl bir ‘flash forward’dır: “İşte kabrimin başına ulaştım, boynuma kefenimi takıp kabrimin başında uzanan cismimin üzerine durdum. Başımı dergâh-ı rahmetine kaldırıp bütün kuvvetimle feryad edip nida ediyorum: ‘El-amân, el-amân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Beni günahlarımın ağır yüklerinden hâlas eyle!’ İşte kabrime girdim, kefenime sarıldım. Teşyîciler beni bırakıp gittiler. Senin afv ü rahmetini intizar ediyorum... Ve bilmüşahede gördüm ki senden başka melce’ ve mence’ yok. Günahların çirkin yüzünden ve mâsiyetin vahşi şeklinden ve o mekânın darlığından bütün kuvvetimle nida edip diyorum: ‘El-amân, el-amân! Yâ Rahmân! Yâ Hannân! Yâ Mennân! Yâ Deyyân!” (17. Lema / 12. Nota)

Üstad ve Risale’nin sinematografisi

Şüphesiz sinema alanında yetkin olmadan, böylesi derinlikli metinleri, hak ettiği görsellikle desteklemeden ve metinleri en uygun yere yerleştirmeden Risale-i Nur’a sinematografik olarak yaklaşmak risklidir de. Riskli, zira müellifinin tarzı ve derinliği, drama tekniğinin beylik ve güncel klişelerinde eriyip gidebilir. Kabul etmek lazım ki bu ciddi bir haksızlık olacaktır.

Zannımca meselenin sırrı şuradadır: Risale-i Nur’dan bir bölümü ya da müellifinin hayatını filme alırken, Efendimiz’in (SAV) yukarıda bahsettiğimiz muhteşem cümlesi ve Tarkovsky’nin bakış açısını önceleyerek yapıldığında mesele daha kolaylaşacaktır. Beyan ve kelama dayalı olmayan bir sinema, asla ama asla bahsini ettiğimiz kahramanı ve kitaplarını tam olarak anlatmak için yeterli gelmeyecektir.

Yüzyıldan fazla bir geçmişi olan sinema, gerek teknik, gerekse estetik açıdan bunları yapabilecek duruma çoktan gelmiştir. O kadar ki artık film çekmek için oyuncuya bile ihtiyaç duyulmayabiliyor. 2001 yapımı Final Fantasy bu anlamda tam olarak bir kırılma ve nirengi noktasıdır. Film ‘Motion Capture’ denilen teknikle perdede gerçek manada oyuncu görmediğimiz bir filmdir. Ama bildik çizgi-anime filmlerden olmadığı gibi, görselliği, efektleri ve müziği ile sıkı bir macera filmidir de…

Motion Capture nedir?

Bu durumda bahsini ettiğimiz teknikten biraz söz etmek doğru olacaktır. Motion Capture, yani MOCAP, bilinenin aksine; manuel olarak hazırlanan animasyondan çok daha gerçekçi ve doğru olan hareketleri sağlayan bir sistem.

Şöyle çalışıyor: Oyunculara giydirilen GYPSY 5 ile vücut eklemleri üzerine yerleştirilen 37 adet sensor sayesinde karakterlerin yaptığı bütün hareketler kablosuz olarak bilgisayara kaydediliyor. Ardından kaydedilen bu veriler temizlenip bilgisayarda ayrıntılarıyla işlenerek animasyoncuların kullanabileceği Autodesk Maya ve 3D Max gibi program formatlarına dönüştürülüyor. Daha sonra filmin tamamen gerçek zamanlı MOCAP çekimleri, oyuncu ile daha önceden tasarlanmış olan 3 boyutlu animasyon karakteri etkileşime geçerek tamamlanıyor. Çekimler istenilen her mekânda ve her ışık koşulunda gerçekleştirilebiliyor.

Ve Allah’ın Sadık Kulu: Barla

İşte daha önce Hollywood’un gişe rekorları kıran Yüzüklerin Efendisi, Kutup Ekspresi, Neşeli Ayaklar ve Avatar gibi filmlerinde kullanılan bu teknikle hazırlanan ve Türkiye’de yapılmış ilk uzun metraj 3D animasyon film olma özelliğine sahip “Allah’ın Sadık Kulu: Barla” yukarıda anlatmaya çalıştığımız birçok özelliği içinde barındırıyor. 3,5 yıllık titiz bir çalışmanın ürünü olan “Allah’ın Sadık Kulu: Barla”, Ser Film tarafından hazırlanmış.

Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri’nin sıkıntı, çile ve mücadele dolu hayatının en çarpıcı dönemlerinden biri olan ‘Barla Hayatı’nı animasyon türüyle beyazperdeye aktaran film, Anadolu’nun ücra bir köşesine tecrit edilmeye çalışılan bir âlimin iman hakikatlerine dayanarak sonradan tüm dünyayı saran bir ‘muhabbet ve adanmışlık’ hikâyesini ele alıyor. Film, her ne kadar animasyon tarzında olsa da gerek kahramanı, gerekse anlatım tekniği ile küçük-büyük herkesin ilgisini çekecek türden.

Yapımcılığını Fatih Gök’ün, yönetmenliğini Esin Orhan’ın yaptığı film, Bediüzzaman Said Nursi ve talebelerinin tamamen orijinal fotoğraflarından faydalanılarak üç boyutlu olarak modellendirilmiş. Isparta’nın Barla beldesinde 1927-1934 yılları arasında yaşanmış hikâyelerden yola çıkan filmin senaryosunu ise Rıdvan Kızıltepe, Zeynep Kayadelen ve Ali Sacit yazmış. Filmin orijinal kopya master hazırlıkları ise Almanya ARRİ stüdyolarında gerçekleştirilmiş. Müzikleri Budapeşte Senfoni Orkestrası tarafından seslendirilen “Allah’ın Sadık Kulu: Barla”, yurt çapında 255 kopyayla 303 salonda vizyona girdi.

Birçok açıdan ilkleri barındıran film, âdeta görsel bir ‘ders-sohbet’ niteliğinde. İzleyici sadece asrın en büyük âlimlerinden birinin serencamını izlemiyor, aynı zamanda bir Kur’an tefsirinin yazılış öyküsünü, bu tefsirden okunulan pasajlar eşliğinde takip ediyor.

Umarız bu titiz çalışma, görülen eksiklikleri giderilerek devam eder ve görsel-estetik olarak daha da yukarılara çıkılarak bir klasiğe dönüştürülür.