Bu dava herkesin başına açılmış
Günün Risale-i Nur dersi
Bismillahirrahmanirrahim
Herkesin, iman mukàbilinde, bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlarla müzeyyen ve bâki ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvâsı başına açılmış. Eğer iman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyyunluk tâunuyla çoklar o dâvâsını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde kırk vefiyattan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvânın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?
İşte o dâvâyı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o dâvâyı kaybettirmeyen harika bir dâvâ vekilini o işte çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedî dünyada kalacak gibi âfâkî mâlâyaniyatla iştigal etmek tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur şakirtleri, herbirimizin yüz derece aklımız ziyade olsa da ancak bu vazifeye sarf etmek lâzımdır diye kanaatımız var.
Ey hapis musibetinde benim yeni kardeşlerim, sizler, benimle beraber gelen eski kardeşlerim gibi Risale-i Nur’u görmemişsiniz. Ben onları ve onlar gibi binler şakirtleri şahit göstererek derim ve ispat ederim ve ispat etmişim ki:
O büyük dâvâyı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmi bin adama o dâvânın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan iman-ı tahkikîyi eline veren ve Kur’ân-ı Hakîmin mu’cize-i mâneviyesinden neş’et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dâvâ vekili bulunan Risale-i Nur’dur. Bu on sekiz senedir benim düşmanlarım ve zındıklar ve maddiyyunlar, aleyhimde gayet gaddarâne desiselerle hükümetin bazı erkânlarını iğfal ederek bizi imha için bu defa gibi eskide dahi hapislere, zindanlara soktukları halde, Risale-i Nur’un çelik kal’asında yüz otuz parça cihazatından ancak iki-üç parçasına ilişebilmişler. Demek avukat tutmak isteyen onu elde etse yeter.
Hem korkmayınız, Risale-i Nur yasak olmaz. Hükümet-i Cumhuriyenin mebusları ve erkânlarının ellerinde mühim risaleleri, iki, üçü müstesna olarak serbest geziyorlardı. İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslahhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahpuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler. (Asa-yı Musa, Dördüncü Mesele)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
âfâkî : dış dünyaya ait
bahtiyar : talihli, mutlu
bâki : devamlı, kalıcı
berat : kurtuluş
cihazat : cihazlar, parçalar, kitaplar
desise : hile, aldatma
ebedî : sonu olmayan, sonsuz
ehl-i keşif ve tahkik : gayb âlemine ait bilinmeyen hakikatleri Cenâb-ı Allah’ın lütfu ve ihsanıyla bilen ve ilmen doğrulayan kimseler
erkân : ileri gelenler, reisler
gaddârâne : acımasızca, zulmederek
Hükümet-i Cumhuriye : Cumhuriyet hükümeti
ıslahhane : ıslah evi, iyileştirme, düzeltme yeri
iğfal etmek : gaflete düşürerek kandırmak, aldatmak
iman-ı tahkîki : inandığı şeylerin aslını, esâsını bilerek inanma; sarsılmaz iman
inşaallah : Allah’ın izniyle, Allah dilerse
iştigal etmek : meşgul olmak, uğraşmak
kasır : köşk, saray
Kur’ân-ı Hakîm : her âyet ve sûresinde sayısız hikmet ve faydalar bulunan Kur’ân
maddiyyun : materyalistler, herşeyi madde ile açıklamaya çalışanlar
mahpus : hapsedilmiş
mâlâyâniyat : faydasız, yararlı olmayan boş şeyler
meb’us : milletvekili
mu’cize-i mâneviye : mânâya ait mu’cize
mukàbil : karşılık
musibet : belâ, dert, felâket
müstesna : dışında
müşahede etmek : görmek, gözlemlemek
müzeyyen : süslenmiş
neş’et etmek : çıkmak, yetişmek
sarf etmek : harcamak
sekerat : ölüm sarhoşluğu, can çekişme hali
şakirt : öğrenci
tâun : salgın ve ölümcül hastalık
tevzi etmek : dağıtmak
vefiyat : vefatlar, ölümler
vekil : sözcü
vesika : belge, güvence
zemin : yer
zındık : dinsiz
ziyade : çok, fazla