Bediüzzaman innovatif,spiritüalist, Ehlullahtı
Tarhan, Said Nursi’nin Türkiye tarihi açısından ‘psikolojik savaş kurbanı’ olduğunu söyledi
Abdurrahman Iraz’ın haberi:
RİSALEHABER-‘Çağın Vicdanı Bediüzzaman’ isimli yazdığı kitabın tanıtım toplantısında konuşan Prof. Dr. Nevzat Tarhan, Said Nursi’nin Türkiye tarihi açısından ‘psikolojik savaş kurbanı’ olduğunu söyledi. Nesil Yayınları tarafından piyasaya çıkarılan kitap, Barcelo Topkapı Eresin Otel’de tanıtıldı. Tanıtım toplantısına Tarhan’la birlikte Safa Mürsel ve Metin Karabaşoğlu da katıldı.
Bediüzzaman Said Nursi’yi Türkiye tarihi açısından ‘psikolojik savaş kurbanı’ olarak tanımlayan Tarhan, neredeyse yüz yıldır sürdürülen bu psikolojik savaş yüzünden onu doğru şekilde tanıyamamış kesimlere Bediüzzaman’ı kendi meslekî ve akademik birikiminin ışığında anlatmayı amaçladığını belirtti. Tarhan, “Bediüzzaman kadar yanlış anlaşılmış bir insana tarihte çok az rastlanır. Onun hakkında kalem oynatmak mayınlı araziye girmek gibiydi. Türkiye’mizin tarihinde ‘Psikolojik Savaş’ın kurbanı olan bu değere sahip çıkmazsak tarih bizi ayıplar diye düşündüm. İyiyi, doğruyu ve gerçekleri yazmak, kendi penceremden ifade etmek: yapmaya çalıştığım budur” dedi.
Said Nursî’nin başlattığı hareket ve bıraktığı eserlerin sadece dinî bir hareket ve eser olmadığını, psikolojik, sosyoloji felsefî boyutlarıyla birlikte, ‘sosyal nörobilimi’ öngörmüş bir hareket ve eser olduğunu açıklayan Tarhan, “Bugün herkesin benimsediği ‘demokratik kültürü’ Osmanlı’nın son yıllarında yazılı ve sözlü ifade etme öngörüsüne sahip olması çok anlamlıydı. Bediüzzaman’ın kişiliği ve liderliği çok dikkatimi çekti” şeklinde konuştu.
Tarhan, kitabında Bediüzzaman’ı nasıl anlattığına dair ipuçları verdi. Tarhan sözlerini şöyle sürdürdü:
“Formel eğitim almadığı halde hem Doğuyu, hem de Batıyı bilen, her ikisini iyi izlemiş ilginç bir kişilikle karşı karşıyaydım.
İdealistti; çünkü ‘ Kur’ân’ın sönmez ve söndürülmez bir eser olduğunu insanlığa kanıtlamak’ için, yirmisekiz yıllık sürgün ve çilelere rağmen geri adım atmamıştı.
İnnovatifti; çünkü iman ilimlerinde değişim üretmişti ve ‘ulu kişi’-merkezli değil, kitap-merkezli değişimi hayata geçirmişti.
Realistti; çünkü amacına ulaşmak için gücünün yettiği ve kontrol edebileceği çözümler üretebilmişti.
Şiddete karşıydı. Namık Kemal’in “Barika-i hakikat müsademe-i efkârdan çıkar,” yani “Fikirlerin çarpışmasından hakikat kıvılcımları çıkar” sözünü önemsemişti.
Aktivistti; çünkü sadece eser yazmadı, eserlerin Anadolu’da yaygın olarak okunması için ‘vatan sathını bir mektep’ yaptı.
Sosyolog gibiydi; çünkü yüz yıl önceden bugünü görebilmişti, yüz yıl önce “Güneydoğunun sorununu eğitimin çözeceğini görerek ırkçılığa karşı eğitim istedi. “Cehalet, zaruret ve ihtilaf”ı, yani cahillik, yoksulluk ve ayrımcılığı üç düşman olarak tanımlayıp, Abdülhamid’e çağrıda bulundu ve Doğuda fen bilimleri ağırlıklı, din bilimleri ile fen bilimlerini buluşturan bir üniversite kurarak aydınlanmayı savundu. “Hükûmet, hâdim ve hizmetkârdır,” “Bence memuriyete veya imarete giren, yalnız hamiyet ve hizmet için girmelidir,” “Meşrutiyet, hâkimiyet-i millettir. Hükûmet hizmetkârdır. Meşrutiyet doğru olursa, kayma kam ve vâli, reis değiller, belki ücretli hizmetkârlardır” gibi sözleriyle, devletin, yöneticilerin ve paşaların milletin hizmetkârı olduğunu, olması gerektiğini belirtti. Psikolog gibiydi; çünkü yazdığı Hastalar Risalesi ve Vesvese Risalesi gibi eserler önleyici sağlıkta çözüm üretme kapasitesine sahipti. Hutbe-i Şâmiye isimli eserinde ise toplumsal psikolojiyi ilginç biçimde analiz etti ve ümit aşıladı.
Savaşçıydı; çünkü saldırgan materyalizmi ‘akıl yürütme yöntemleri’ kullanarak tek tek çürütebiliyordu. “Büyük cihad, manevî cihaddır” tesbitiyle, bu çağda maddî kılıçların kınına girmesi gerektiğini, buna karşılık bu zamanın hakikat kılıcıyla yapılacak bir manevî cihadın zamanı olduğunu söyledi.
Direnişçiydi; çünkü tek partili dönemlerde toplumsal muhalefeti tek başına temsil etti ve 18 defa zehirlendiği halde geri adım atmadı. Sivil itaatsizliğin bir örneğini sundu.
Barışçıydı; çünkü, geliştirdiği ‘ müsbet hareket’ metodu ile, kavga çıkarmadan amacına ilerledi. Cihad kavramında, bu çağa manevî cihad anlayışının uyduğunu savundu. “Şiddet göstermeme, inancımın birinci maddesidir. Aynı zamanda o, benim itikadımın da son maddesidir” diyen Hintli lider Mahatma Gandhi gibi “Medenîlere galebe çalmak ikna iledir, söz anlamayan vahşiler gibi icbar ile değildir” diyerek; mücadeleyi savunmuş, fakat şiddeti reddetmişti. Hatta dini din için seven Hıristiyanlara dahi çok sıcak yaklaşmıştı. Fener Patriğini makamında ziyaret etmesi ilginçti.
Spiritüalistti; çünkü ‘ ihlas ve samimiyet’ olarak adlandırdığı büyülü gücü her haliyle yaşayabilmişti.
Bilgin ve bilge idi; çünkü ilimle hikmeti birleştirmişti.
Ehlullah idi; çünkü, ‘ Asâ-yı Musa’ dediği ehadiyet hakikatina dayalı marifetullah yaklaşımıyla çağın tarikat dersi vermeden aynı sonucu alan, zamanımızın Mevlânâ’sıydı.