Sünnetin terkinde büyük sevab kaybı var

Sünnetin terkinde büyük sevab kaybı var

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Sünnet-i Seniyyenin herbir nev’ine tamamen bilfiil ittibâ etmek, ehass-ı havassa dahi ancak müyesser olur. Ona bilfiil olmasa da, binniyet, bilkast, taraftarâne ve iltizamkârâne talip olmak, herkesin elinden gelir.

Farz ve vâcip kısımlara zaten ittibâa mecburiyet var. Ve ubudiyetteki müstehap olan Sünnet-i Seniyyenin terkinde, günah olmasa dahi, büyük sevabın zayiatı var.

Tağyirinde ise büyük hata vardır. Âdât ve muamelâttaki Sünnet-i Seniyye ise, ittibâ ettikçe, o âdât, ibadet olur.

Etmese itab yok; fakat Habibullahın âdâb-ı hayatiyesinin nurundan istifadesi azalır. Ahkâm-ı ubudiyette yeni icadlar bid’attır. Bid’atlar ise, (1) اَلْيَوْمَ اَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ sırrına münafi olduğu için, merduttur.

Fakat, tarikatte evrad ve ezkâr ve meşrepler nev’inden olsa ve asılları Kitap ve Sünnetten ahzedilmek şartıyla, ayrı ayrı tarzda, ayrı ayrı surette olmakla beraber, mukarrer olan usul ve esasatı, Sünnet-i Seniyyeye muhalefet ve tağyir etmemek şartıyla, bid’a değillerdir. Lâkin bir kısım ehl-i ilim, bunlardan bir kısmını bid’aya dahil edip, fakat “bid’a-i hasene” namını vermiş. 1 İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sâni diyor ki:

“Ben seyr-i sülûk-i ruhanîde görüyordum ki, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan mervî olan kelimat nurludur, Sünnet-i Seniyye şuâı ile parlıyor. Ondan mervî olmayan parlak ve kuvvetli virdleri ve halleri gördüğüm vakit, üstünde o nur yoktu. Bu kısmın en parlağı, evvelkinin en azına mukabil gelmiyordu. Bundan anladım ki, Sünnet-i Seniyyenin şuâı bir iksirdir. Hem o Sünnet, nur isteyenlere kâfidir; hariçte nur aramaya ihtiyaç yoktur.”

İşte, böyle hakikat ve şeriatın bir kahramanı olan bir zâtın bu hükmü gösteriyor ki, Sünnet-i Seniyye, saadet-i dâreynin temel taşıdır ve kemâlâtın madeni ve menbaıdır.

(2) اَللّٰهُمَّ ارْزُقْنَا اتِّباَعَ السُّنَّةِ السَّنِيَّةِ 
(3) رَبَّنَاۤ اٰمَنَّا بِمَاۤ اَنْزَلْتَ وَاتَّبَعْنَا الرَّسُولَ فَاكْتُبْنَا مَعَ الشَّاهِدِينَ 

(Lem'alar, On Birinci Lem'a, Dokuzuncu Nükte)

Bediüzzaman Said Nursi

1)“Bugün sizin için dininizi kemâle erdirdim.” Mâide Sûresi, 5:3.
2)“Allahım bize Sünnet-i Seniyyeye ittiba etmeyi nasip et.”
3)“Ey Rabbimiz! Biz indirdiğin kitaba inandık ve peygambere uyduk. Sen de bizi, Senin birliğine ve peygamberinin doğruluğuna şahitlik edenlerle beraber yaz.” Âl-i İmrân Sûresi, 3:53.

SÖZLÜK:
ahzedilmek : alınmak
âyet : Kur’ân’ın her bir cümlesi
bid’a : dinde olmayıp sonradan dine zarar verecek şekilde ortaya çıkan şey
bid’a-i hasene : Hz. Muhammed’den (a.s.m.) sonra ortaya çıkan, fakat Kur’ân ve Sünnete aykırı olmayan şey
dahil etmek : içine almak
derc edilmek : içine yerleştirilmek
ehl-i ilim : ilimle uğraşan kişiler, âlimler
esasat : esaslar, temel prensipler
evrad : okunması âdet olan dualar
ezkâr : zikirler
hakikat : gerçek, asıl ve esas
hariç : dış, başka yer
i’câz : mu’cize oluş, bir benzerini yapmakta başkalarını aciz bırakma
îcâz : veciz söz söyleme, az sözle çok mânâlar anlatma
iksir : etkili ilaç
kâfi : yeterli
kelimat : kelimeler, sözler
kemâlât : mükemellikler
mervî : rivayet edilen, nakledilen
meşrep : hareket tarzı, metod
mukarrer : kesinlik kazanmış, belirlenmiş
Müceddid-i Elf-i Sâni : hicrî ikinci bin yılın müceddidi anlamına gelen ve İmam-ı Rabbanî (r.a.) için kullanılan bir ifade
Resul-i Ekrem : Allah’ın en şerefli ve en değerli elçisi olan Hz. Muhammed (a.s.m.)
saadet-i dâreyn : dünya ve ahiret mutluluğu
seyr-i sülûk-i ruhanî : manevî makamlarda ruh ile yapılan seyir ve seyahat
Sünnet/Sünnet-i Seniyye : Peygamberimizin söz, fiil ve hareketlerine dayanan yüce prensipler
şeriat : Allah tarafından bildirilen hükümler, Kur’ân ve Sünnet
şuâ : ışın, güçlü ışık huzmesi
tağyir etmek : değiştirmek