Müsbet hareket etmek için sabrettim

Müsbet hareket etmek için sabrettim

Günün Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Aziz kardeşlerim,

Bizim vazifemiz müsbet hareket etmektir. Menfî hareket değildir. Rıza-yı İlâhîye göre sırf hizmet-i imaniyeyi yapmaktır, vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır. Bizler âsâyişi muhafazayı netice veren müsbet iman hizmeti içinde herbir sıkıntıya karşı sabırla, şükürle mükellefiz.

Meselâ, kendimi misal alarak derim: Ben eskiden beri tahakküme ve terzile karşı boyun eğmemişim. Hayatımda tahakkümü kaldırmadığım, birçok hâdiselerle sabit olmuş. Meselâ, Rusya’da kumandana ayağa kalkmamak, Divan-ı Harb-i Örfîde idam tehdidine karşı mahkemedeki paşaların suallerine beş para ehemmiyet vermediğim gibi, dört kumandanlara karşı bu tavrım, tahakkümlere boyun eğmediğimi gösteriyor. Fakat bu otuz senedir müsbet hareket etmek, menfî hareket etmemek ve vazife-i İlâhiyeye karışmamak hakikati için, bana karşı yapılan muamelelere sabırla, rıza ile mukabele ettim. Cercis Aleyhisselâm gibi ve Bedir, Uhud muharebelerinde çok cefa çekenler gibi, sabır ve rıza ile karşıladım.

Evet, meselâ seksen bir hatâsını mahkemede ispat ettiğim bir müdde-i umumînin yanlış iddiaları ile aleyhimizdeki kararına karşı, beddua dahi etmedim. Çünkü asıl mesele bu zamanın cihad-ı mânevîsidir. Mânevî tahribatına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir.

Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhafaza etmek içindir. وَلاَ تَزِرُ وَازِرَةٌ وِزْرَ اُخْرٰى (En’âm Sûresi, 6:164; İsrâ Sûresi, 17:15; Fâtır Sûresi, 35:18; Zümer Sûresi; 39:7.) düsturu ile—ki “Bir câni yüzünden onun kardeşi, hanedanı, çoluk—çocuğu mesul olamaz”—işte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhafazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak hâricî tecavüze karşı istimal edilebilir. Mezkûr âyetin düsturuyla vazifemiz, dahildeki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muharebat ancak binde bir olmuştur. O da aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihad-ı mâneviyenin en büyük şartı da vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, “Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir. Biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefiz.”

Ben de Celâleddin Harzemşah gibi, “Benim vazifem hizmet-i imaniyedir; muvaffak etmek veya etmemek Cenâb-ı Hakkın vazifesidir” deyip ihlâs ile hareket etmeyi Kur’ân’dan ders almışım. (Emirdağ Lahikası)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
âlem-i İslâm : İslâm âlemi
Aleyhisselâm : Allah selâmı onun üzerine olsun
âsâyiş : bir yerin düzen ve güvenlik içinde bulunması durumu, güvenlik
Cenâb-ı Hak : Hakkın ta kendisi olan şeref ve yücelik sahibi Allah
cihad : Allah için kutsal şeyleri koruma gayret ve mücadelesi
cihad-i mânevî : ilim, fikir, dua gibi mânevi unsurlarla din düşmanlarına karşı mücadele
dahil : iç
dahilî : içe ait
düstur : kural, prensip
hakikat : doğru, gerçek
hakikî : gerçek
hâricî : dışarıya ait, dış ile alâkalı
hizmet-i imaniye : iman hizmeti
içtihad : dinen kesin olarak belirtilmeyen bir konuda Kur’ân ve hâdise dayanarak hüküm çıkarma
ihlâl edici : bozucu, karıştırıcı
ihlâs : ibadet ve davranışlarda sadece Allah rızasını gözetme; samimiyet
istimal edilme : kullanılma
menfî hareket : yıkmak, yakmak, saptırmak, inkâr etmek gibi olumsuz ve yıkıcı hareket, davranış
meslek : hizmet yolu, ekolü
mezkûr : adı geçen
muamele : davranış
muhafaza etmek : korumak
muharebat : harpler, savaşlar
mukabele etmek : karşılık vermek
muvaffak etmek : başarıyı sağlamak, oluşturmak
müdde-i umumî : savcı
mükellef : birşeyi yapmaya mecbur olan, yükümlü
müsbet hareket : yapmak, yol göstermek, yardım etmek gibi olumlu ve yapıcı hareket, davranış
tahribat : tahripler, yıkıp bozmalar
tecavüz : saldırı, haddi aşma
vazife-i İlâhiye : Allah’a ait olan iş