Nefse ‘hadi ordan’ demek zevktir
Çizer- Oyuncu Hasan Kaçan: Böyle bir zamanda oruç tutuyor olabilmenin kıymetini bilmeli.
Çizer- Oyuncu Hasan Kaçan, Ramazan duygularını anlattı.
- Ramazan dendiğinde zihninizde ne canlanır? Sizce, nedir ramazan yahut ne değildir?
Ramazanı bir iklim değişikliği gibi algılarım. Dünyevi bir iklimden manevi bir iklime geçeriz ki, bunu zaten hissederiz. Oruç tutan, tutmayan, inanan, inanmayan, Müslüman, gayrimüslüman herkes bu havayı solur, Türkiye’ye ilk defa gelmiş biri bile Ramazanda değişik bir iklimde olduğunu anlar.
- Ramazanda oruç tutmak, sizce salt yemekten ve içmekten uzak durmak mıdır?
Elbette ki, aç kalmak değildir. Allah’ın rızasına talib olan insan onun söylediğini yapmaktan dolayı bir mutluluk içindedir. Bu zevk, bu mutlulukla nefsi istediği halde yemez, içmez, o söylediği zaman yer içer.
- Sizce Ramazanla birlikte özellikle de ‘yardımlaşma’ olgusunun belirgin bir biçimde öne çıkmasının sebebi nedir?
Başkasının halinden onun halinde olunca anlıyor insanoğlu. Ramazanda zengini, fukarası aynı hal üzerinde olduğu için tabii ki insani özellikler baskın oluyor. İnsan bir süre dünyanın keşmekeşinden kurtulup, başkalarının halini anlamaya, yaşamaya başlıyor, sadece beden değil gönüller yumuşuyor.
- Oruç tutmanın ‘bilimsel’ olarak da ‘çok iyi’ ve ‘çok yararlı’ olduğu yönündeki yaklaşımları nasıl karşılıyorsunuz?
Modern bir algı saçmalığı... Oruç insanın bedeniyle değil, ruhuyla, gönlüyle alakalı bir şey... Şöyle açıklansa anlarım, ‘Oruç insanın gönlü için çok sağlıklı, çok yararlıdır’. Hayır, böyle denmiyor, sanki bir nevi perhizmiş gibi, bedenimizi güzelleştirmemizi sağlayan birşey gibi sunuluyor. Dedim ya... Saçmalık...
- Bir Ramazan klasiği vardır malumunuz...
“Nerede o eski Ramazanlar!”
- Sahi sorun nerededir? Zamanda mı yoksa geçen zamanla birlikte değişen algılarda mı?
Elli sene sonra insanlar, bugün için ‘Nerede eski Ramazanlar?’ diyecek. Anı yaşamak önemli... Eskilerin dediği gibi ‘Dem bu demdir. Dem bu dem.’ Bugünün kıymetini bilmeli. Böyle bir zamanda oruç tutuyor olabilmenin kıymetini bilmeli. Dünya hayatının bin bir türlü cazibeyle karşımıza çıktığı günümüzde oruç tutmanın, nefsimize ‘haydi oradan’ diyebilmenin keyfini yaşamalı.
- İlk orucunuzun sizin için anlamı neydi? O günü nasıl tamamlamıştınız?
Ufakken, gecenin bir yarısı sahura kalktığımızı, yemekler yediğimizi hatırlıyorum. Büyüklerimiz alıştırmak için günün yarısına kadar tuttururlardı. Eğlenceli, büyüklere benzediğimizi hissettiğimiz güzel bir hadiseydi.
- Ramazan ayına girildiğinde bazıları için ilginç bir biçimde Ramazan eğlenceleri de gündeme geliyor. Ramazanla eğlence arasında nasıl bir bağ vardır sizce? Ya da var mıdır?
Eğlence demeyelim ama ‘Coşku’ olmalıdır Ramazanda. Güler yüzün, tatlı dilin her zamankinden fazla olduğu, muhabbetin yeşerdiği, yüzümüzün güldüğü bir ay. Gönlümüzün safaya erdiği bir ay. Ramazan ile modern eğlence algısı arasında bir bağ olduğunu sanmıyorum. Ama iftardan sonra elbette ki ‘keyif’ eşliğinde hoş sohbetler olur, hikâyeler anlatılır. Bu keyif, şakkada şukkada göbek atmalı bir durum değil, tersine daha yavaş, daha sakin olduğumuz bir keyiftir.
- Elektriğin olmadığı zamanlarda ‘mahya’ muhteşem bir sanat eseri olarak arz-ı endam ederdi Ramazanlarda. Hatta kimi batılı entelektüeller, tanık oldukları bu sahneyi, ‘gökten yıldızları koparıp iki minare arasına dizmek’ şeklinde tasvir etmişler. Size bir mahya yazma imkânı verilseydi, ne yazmak isterdiniz?
Ben ‘çizer’ bir insanım... Mahyayla çizgi çizilemediğine göre, vazifeyi ehline devrederdim.
Star