Risale-i Nur şefkati ders veriyor
'Risâle-i Nur tefsirleri şefkat duygumuzun nasıl kullanılması gerektiğini ders veriyor bizlere'
Yasemin Güleçyüz'ün yazısı
Zulmün küreselleştiği, merhametsizliğin sınır tanımadığı, ben merkezciliğin firavunlaştığı bu asırda insanlığın şefkat ve merhamet derslerine, hatta şefkati bir meslek olarak tanımlayıp, çalışmalarının hizmetlerinin özü, temeli yapan insanlara ne kadar çok ihtiyaç var!
İşte asrımızın maddî manevî yaralarına merhem olmak üzere Kur’ân eczahanesinden tertip edilen reçetelerden oluşan Risâle-i Nur tefsirleri şefkat duygumuzun nasıl kullanılması gerektiğini ders veriyor bizlere.
Hız asrı!
Zamanın hızla ve bereketsiz bir şekilde aktığı, her türlü günahın yaygınca işlendiği felâket ve helâket asrının insanları olan bizler için en kısa, en doğru ve en hızlı şekilde hakikatlere ulaşmak çok önemli.
İşte Risâle-i Nur’lar Rahim ve Hakim isimleri vasıtasıyla insanı Rabbinin huzuruna bir anda götürüveren Kur’ân tefsirleridir.
Risâle-i Nur, Rabbimizin Rahîm ve Hakîm isimlerine acz, fakr, şefkat ve tefekkür denilen dört esas ile ayna olmaktadır.
Bediüzzaman Hazretleri bu hakikati 26. Söz’ün Zeyli’nde şöyle açıklar: “Cenâb-ı Hakk’a vâsıl olacak tarîkler pek çoktur. Bütün hak tarikler Kur’ân’dan alınmıştır. Fakat bu yolların bazısı bazısından daha kısa, daha selâmetli, daha umumiyetli oluyor. O yollar içinde kasır fehmimle Kur’ân’dan istifade ettiğim acz ve fakr ve şefkat ve tefekkür yoludur. Evet, bu yol daha kısa olup dört aşamadan ibarettir.”
Acz, fakr, tefekkür
Acz; kişinin kusur ve noksanlığının kendine, hayır ve güzelliklerin Rabbine ait olduğunu anlamasıdır. Kişi Rabbinin kudretine dayanarak mahbubiyet makamına çıkabilir.
Fakr; haz ve hırsla istenilen şeylerde kişinin nefsini geri çekip, ölümde ve hizmette öne atılmasıdır.
Tefekkür; Hakîm isminin gereği olarak kişinin kendisinde ve varlık âleminde Yaratıcısını eserleri ile tanıması, isimlerini, sıfatlarını keşfetmesidir.
Ve şefkat…
Şefkat; aczini fakrını tefekkür eden insanın kendinde bulunan bütün güzelliklerin Cenâb-ı Hak’tan geldiğini anlamasıdır. Karşılıksız, hiçbir menfaat gözetmeksizin fedakârlık yapmayı beraberinde getirir. Bu yönüyle peygamberlik makamına has bir duygudur. Bediüzzaman Hazretleri bu meseleyi anlatırken Hz. Yusuf’un (as) kıssasına atıfta bulunarak Hz. Yakub’un (as) oğlu Yusuf’a (as) duyduğu şefkatin, Züleyha’nın Yusuf’a duyduğu aşktan çok daha üstün olduğunu belirtir. (Bediüzzaman Said Nursî, Mektûbât, 7. Mektub)
Bediüzzaman Hazretleri, kadınları “şefkat kahramanları” olarak tanımlar. Şefkat duygusuyla en korkak hayvan olan tavuğun yavrusu için ölümü göze alacak fedakârlığını örnek verir. Eğer kadınlardaki bu şefkat suistimal edilmezse, âhir zamanda büyük fedakârlıklarla iman dairesinde önemli hizmetler yapacaklarını müjdeler. Bu müjdeyi Peygamberimizin (asm) hadislerinden çıkardığını ifade eder. (Hanımlar Rehberi, s.30)
Dengeli şefkatler…
Aczini, fakrını tefekkür edemeyen insanın, şefkat duygusunu da dengeli bir şekilde “sırat-ı müstakîm” üzere kullanamaması kaçınılmazdır. İşte o zamanlar şefkat yürek yakar, yandırır… Ya da şefkat imanla inkişaf etmemişse Nemrut gibi ezer geçer…
Şefkat seciyesi eğer tevhid nuru ile aydınlanmazsa en lâtif, en şirin halden yakıcı bir ıztıraba, zahmete, musîbete dönüşür. Sevdiklerinin ölüm ve ayrılıklarını gören insanı, şefkat duygusu yakar ve yandırır.
Rabbine karşı isyana sürükler
Şefkati iman nuruyla inkişaf etmeyen insanlar Firavunmeşreb olurlar. Zulmeder, baskı uygularlar. Böyle insanların etrafı dalkavuklarla doludur.
İman ile nurlanan bir şefkat ise özgürlüğü, cesareti ve onuru da beraberinde getirir.
Bediüzzaman Hazretleri Münâzarât isimli eserinde şu tesbiti yapar: “Rabıta-i iman (iman bağı) ile Sultan-ı kâinata hizmetkâr olan adam, başkasına tezellül ile tenezzül etmeye ve başkasının tahakküm ve istibdatı altına girmeye izzet ve şehamet-i imaniyesi bırakmadığı gibi, başkasının hürriyet ve hukukuna tecavüz etmeyi dahi şefkat-i imaniyesi bırakmaz.”
Yeni Asya