Resulullah elini kaldırdı ve yağmur yağdı

Resulullah elini kaldırdı ve yağmur yağdı

Günlük Risale-i Nur dersi...

Bismillahirrahmanirrahim

Dokuzuncu Misal: Meşhur Abdullah ibni Amr ibni'l-Âs'ın hafidi ve dört imamın ona itimad edip ve ondan tahric-i hadis ettikleri Amr ibni Şuayb'dan, nakl-i sahihle haber veriyorlar ki:

Demiş: Nübüvvetten evvel, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm, amcası Ebu Talip ile deveye binip, Arafe civarında Zilhicaz nam-mevkie geldikleri vakit, Ebu Talip demiş: "Ben susadım." Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm inmiş, yere ayağını vurmuş, su çıkmış, Ebu Talip içmiştir.

Muhakkikînden birisi demiş ki: Şu hadise nübüvvetten evvel olduğundan, irhasat kabilinden olmakla beraber, bin sene sonra aynı yerde Arafat çeşmesi çıkması, o hadiseye binaen bir keramet-i Ahmediye (a.s.m.) sayılabilir.

İşte, şu dokuz misaller gibi, doksan misal olmasa da, belki doksan surette rivayetler, mu'cizât-ı mâiyeyi haber vermişler. Baştaki yedi misal, mânevî tevatür gibi kati ve kuvvetlidirler. Âhirdeki iki misal, çendan o derece tarikleri kuvvetli ve müteaddit değil, râvileri çok değiller. Fakat sekizinci misalde Hazret-i Ömer'den rivayet olunan mucize-i sahâbiyeyi teyid ve takviye eden ikinci bir mucize-i sahâbiye, başta İmam-ı Beyhakî ve Hâkim olarak, kütüb-ü sahiha, Hazret-i Ömer'den haber veriyorlar ki:

Hazret-i Ömer, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmdan yağmur duasını niyaz etti. Çünkü ordu suya muhtaçtı. Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâm elini kaldırdı. Birden bulut toplandı, yağmur geldi, ordunun ihtiyacı kadar su verdi, gitti. Âdetâ, yalnız orduya su vermek için memurdu; geldi, ihtiyaca göre verdi, gitti.

Şu hadise, nasıl ki sekizinci misali teyid ve kati ispat eder. Öyle de, şu hadisede, meşhur allâmelerden ve tashihte çok müşkülpesent, hattâ çok sahihlere mevzu deyip kabul etmeyen İbni Cevzî gibi bir muhakkik der ki: "Şu hadise gazve-i meşhure-i Bedir'de vuku bulmuş.

"Sizi temizlemek için üzerinize gökten yağmur indirmişti." (Enfal Sûresi: 8:11.) âyet-i kerimesi o hadiseyi beyan edip ifade eder."

Madem âyet o hadiseyi gösterir; katiyetinde şüphe kalmaz. Hem dua-i Nebevî ile, birden ve süratle, daha elini indirmeden yağmurun gelmesi, çok tekerrür etmiş, tek başıyla bir mucize-i mütevatiredir. Bazı defa camide, minber üstünde elini kaldırmış, daha indirmeden yağmış; tevatürle nakledilmiş. (Mektubat, Mu’cizat-ı Ahmediye Risalesi)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:

ÂHİR : Son.
ÂLLÂME : Birçok ilimde ihtisas sahibi kimse.
ÇENDAN : Gerçi, her ne kadar; o kadar; pek o kadar.
DUÂ-I NEBEVÎ : Peygamber duâsı.
GAZVE-İ MEŞHURE-İ BEDİR : Müslüman ile müşrikler arasında Bedir Kuyusu civarında geçen ilk şiddetli  ve meşhur savaş.
HÂDİSE : Olay.
HAFÎD : Evlâd. Oğul. Torun.
İRHASÂT : Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) peygamberliğinden önce meydana gelen hârikulâde hallerdir ki, bunlar peygamberliğine delil olan hâdiselerdendir.
İTİMAD : Güvenme, emniyet etme, birşeye kalben güvenip dayanma.
KATİYET : Kesinlik.
KERÂMET : Allah'ın ihsanıyla velîlerin gösterdikleri adet dışı, olağanüstü haller.
KERÂMET-İ AHMEDİYE : Peygamberimizin dünyadan gittikten sonra onun mu'cizelerine istinaden meydana gelen olağanüstü haller, durumlar.
KÜTÜB-Ü SAHİHA : Doğru, kusursuz, şüphesiz kitaplar.
MÂNEVÎ : Mânâya âit, maddî olmayan.
MEŞHUR : Ünlü, bilinen.
MEŞHUR : Ünlü, bilinen.
MEVKÎ : Yer, bir şeyin bulunduğu veya meydana geldiği yer.
MEVZU' : Uydurma. Doğru ve hakikat olmayan.
MİSÂL : Benzer, örnek.
MU'CİZÂT-I MÂİ : Su ile ilgili mu'cizeler.
MU'CİZE : Benzerini yapmaktan insanların âciz kaldığı şey.
MU'CİZE-İ MÜTEVATİRE : Çok kimsenin naklettiği, doğruluğunu tasdik ettiği mu'cize.
MUHAKKİKÎN : Hakikatı bulup meydana çıkaranlar. * İç yüzünü araştırıp bulan büyük İslâm âlimleri ve velileri. Hakikat araştıran, hak âlimleri.
MÜŞKÜL PESEND : Beğenmekte zorlanan, geç kabullenen. Zor  beğenen.
MÜTEADDİD : Pekçok. Türlü türlü, çeşitli.
NAKL-İ SAHİH : İçinde yalan yanlış olmayan doğru nakil, rivâyet.
NÂM : İsim, ün, şan
NİYAZ : Yalvarma, yakarma, isteme.
NÜBÜVVET : Peygamberlik.
RÂVİ : Rivâyet eden, nakleden.
RİVÂYET : Peygamberimizden işittiklerini veya Sahabeden duyduklarını, birisinin başkasına anlatması.
SAHABİYE : Peygamberimiz Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâmı sağ iken görmüş olan ve mü'mine olarak vefat etmiş bulunan kadın müslüman. (Bak: Ashab)
TAHRİC : Müçtehidlerin nâslara, kaidelere, asıllara dayanarak şer'î hükümler ortaya çıkarması.
TAHRÎC-İ HADÎS : Hadis dersi, hadis ilmini almak.
TAKVİYE : Destekleme, kuvvetlendirme.
TARÎK : Yol, tarz, usul, vâsıta, meslek.
TASHİH : Düzeltmek, yanlışlardan arındırmak.
TEKERRÜR : Tekrarlanma.
TEVÂTÜR : İçinde yalan ihtimâli bulunmayan ve birbirlerine kuvvet veren haberlerden oluşan büyük bir topluluğa ait haber.
TEYİD : Kuvvetlendirmek, desteklemek, sağlamlaştırmak, pekiştirme.