Ruhi ve kalbi hastalıklarımız
Günün Risale-i Nur dersi...
Bismillahirrahmanirrahim
"Eyyüb de hatırla ki, Rabbine şöyle niyaz etmişti: 'Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.'" (Enbiyâ Sûresi: 21:83.)
SABIR KAHRAMANI Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın şu münâcâtı, hem mücerreb, hem tesirlidir. Fakat, âyetten iktibas suretinde, bizler münâcâtımızda (Ey Rabbim! Bana gerçekten zarar dokundu. Sen ise merhametlilerin en merhametlisisin.) demeliyiz.
Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın meşhur kıssasının hülâsası şudur ki:
Pek çok yara, bere içinde epey müddet kaldığı halde, o hastalığın azîm mükâfâtını düşünerek, kemâl-i sabırla tahammül edip kalmış. Sonra, yaralarından tevellüt eden kurtlar kalbine ve diline iliştiği zaman, zikir ve marifet-i İlâhiyenin mahalleri olan kalb ve lisanına iliştikleri için, o vazife-i ubudiyete halel gelir düşüncesiyle, kendi istirahati için değil, belki ubudiyet-i İlâhiye için demiş: "Yâ Rab, zarar bana dokundu. Lisanen zikrime ve kalben ubudiyetime halel veriyor" diye münâcât edip, Cenâb-ı Hak o hâlis ve sâfi, garazsız, lillâh için o münâcâtı gayet harika bir surette kabul etmiş, kemâl-i âfiyetini ihsan edip envâ-ı merhametine mazhar eylemiş.
İşte bu Lem'ada Beş Nükte var.
BİRİNCİ NÜKTE
Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın zâhirî yara hastalıklarının mukabili, bizim bâtınî ve ruhî ve kalbî hastalıklarımız vardır. İç dışa, dış içe bir çevrilsek, Hazret-i Eyyüb'den daha ziyade yaralı ve hastalıklı görüneceğiz. Çünkü işlediğimiz herbir günah, kafamıza giren herbir şüphe, kalb ve ruhumuza yaralar açar.
Hazret-i Eyyüb Aleyhisselâmın yaraları, kısacık hayat-ı dünyeviyesini tehdit ediyordu. Bizim mânevî yaralarımız, pek uzun olan hayat-ı ebediyemizi tehdit ediyor. O münâcât-ı Eyyübiyeye, o hazretten bin defa daha ziyade muhtacız.
Bahusus, nasıl ki o hazretin yaralarından neş'et eden kurtlar kalb ve lisanına ilişmişler. Öyle de, bizleri, günahlardan gelen yaralar ve yaralardan hasıl olan vesveseler, şüpheler-neûzu billâh-mahall-i İmân olan bâtın-ı kalbe ilişip imanı zedeler ve imanın tercümanı olan lisanın zevk-i ruhanîsine ilişip zikirden nefretkârâne uzaklaştırarak susturuyorlar.
Evet, günah kalbe işleyip, siyahlandıra siyahlandıra, tâ nur-u imanı çıkarıncaya kadar katılaştırıyor. Herbir günah içinde küfre gidecek bir yol var. O günah, istiğfarla çabuk imha edilmezse, kurt değil, belki küçük bir mânevî yılan olarak kalbi ısırıyor. (Lemalar, 2. Lema)
Bediüzzaman Said Nursi
SÖZLÜK:
BÂHUSUS : Bilhassa, özellikle, bununla beraber.
BÂTIN-I KALB : Kalbin içi, mânevî tarafı.
BÂTINÎ : İçe âit, içte olan.
ENVÂ-I MERHAMET : Merhametin çok çeşitli neticeleri.
GARAZ : Maksat, niyet, kasıt; kötü niyet ve kin.
HALEL : Bozukluk, eksiklik, başkası tarafından verilen zarar.
HÂLİS : Hilesiz, katıksız, saf, duru; her işi sırf Allah rızâsı için olan.
HULÂSA : Birşeyin, bir bâhsin özü; kısaca esâsı.
İKTİBAS : İstifâde sûretiyle alma. Alıntı.
İMHÂ : Yok etme.
İSTİĞFAR : Cenâb-ı Allah'tan kusurların affedilmesini, günâhların bağışlanmasını isteme.
KEMÂL : Olgunluk, mükemmellik, eksiksizlik, tamlık.
KEMÂL-İ ÂFİYET : Tam ve mükemmel sıhhat, selâmet, iyi olma.
KISSA : İbret verici hikâye.
LİSÂN : Dil, anlatma şekli, tarzı.
MAHAL : Yer.
MAHALL-İ ÎMÂN : Îmânın bulunduğu yer; kalb.
MÂRİFET-İ İLÂHİYE : Allah'ı ilim ve fenlerle bilme.
MEŞHUR : Ünlü, bilinen.
MÜCERREB : Denenmiş, tecrübe edilmiş.
MÜNÂCÂT : Duâ, yakarış.
NEFRETKÂRÂNE : Tiksinerek, nefret ederek.
NEŞ'ET : Çıkma, doğma, meydana gelme, kaynaklanma, yetişme.
NEÛZU BİLLÂH : Allah korusun.
NÛR-U ÎMÂN : Îmândan gelen nûr, aydınlık, parlaklık.
SABR (SABIR) : Acıya ve zorluğa katlanmak. * Bir musibet ve belâya uğrayanın telâş ve feryad etmeyip sonunu bekleyip tahammül ile katlanması.
TAHAMMÜL : Sabretme, katlanma, dayanma.
TEVELLÜD : Doğma, doğum, doğmuşluk.
VAZİFE-İ UBÛDİYET : Kulluk vazifesi.
VESVESE : Şüphe, tereddüt, kuruntu, vehim, aslı olmayan ihtimaller.
ZEVK-İ RUHÂNÎ : Rûhâ âit zevk.
ZİKİR : Allah'ı çok çok anıp, büyüklüğünü düşünme.
ZİYÂDE : Fazla, çok.