Bediüzzaman, eserleriyle, hizmetiyle yaşıyor
Yeni Şafak Gazetesinde başlayan "Bilinmeyen Yönleriyle Said Nursi" yazı dizisinin bugün 5. bölümü yayınlandı...
Mustafa Çalışan-Recep Yeter-Murat Aksoy'un röportajı
Risale-i Nur'ların Batı dünyasına açılması hizmetini yerine getiren talebelerden Mehmet Fırıncı; "Üstad; "Risale-i Nur dünyayı tenvir edecek (aydınlatacak) diye müjde vermişti. Hamd olsun ben bunu görme ve yaşama şerefine eriştim" dedi.
Bediüzzaman'ın 50. vefat yıldönümünde ne söylersiniz, tanışmanız, anılarınız...
Estağfurullah. 1946 yılında biz ailece Fatih'te fırıncılık yapıyorduk. Nuruosmaniye Camii müezzini Enver Ceylan ile tanışıyorduk. Ben ona bazı zor sorular sormuştum. Oda 'Seni Nur talebeleriyle tanıştırayım mı?' dedi. Ben de kabul ettim. Böylece maceramız başladı. Üstad Gençlik Rehberi eserinin mahkemesi için İstanbul'a gelmişti. Ben de bu vesileyle tanışma fırsatı buldum. Kendisi Sirkeci'de Akşehir Palas Otelinde kalıyordu. Ben de mesleğim gereği kendisine börek yapıp götürüyordum. Bu vesile ile derslerine ve sohbetlerine katılıyordum. Bana çok tesir ediyordu. 1953 senesinde Üstad kaldığı otelde rahat edememiş. Ben de hizmetindeki zatlarla görüşerek bizim ailece kaldığımız evi kendisine tahsis etme teklifinde bulundum. Kendileri kabul ettiler. Biz yan taraftaki başka bir daireye taşındık. Bizim evimize yerleştiler. O dönemdeki tüm misafirlerini orada kabul etti. Biz ailece hizmetinde bulunduk. Daha sonra ayrıldılar. İstanbul'da matbaada ilk olarak Risale-i Nurlar'ı basmak bize nasip oldu. Hamd olsun 60 yıldır bu yolun yolcusu olduk.
Sizi en çok etkileyen ne oldu?
Üstad Hazretleri İstanbul'da bulunduğu zaman İstanbul'un fethinin 500. yıldönümü idi. Çok geniş kutlama merasimleri programı hazırlanmıştı. Mehter yeniden kurulmuştu. İstanbul'da büyük bir bayram havası vardı. Fatih Camii'nin Akdeniz kapısı tarafından büyük bir şeref tribünü kurulmuştu. 29 Mayıs 1953'de İstanbul sevinç ve şenliğin zirvesindeydi. Tören başlamadan önce emekli binbaşı Refik Bey, Üstad'ı ve arkadaşları alarak Fatih'deki merasim alanına getirdi. Çok büyük izdiham vardı. Binbaşı Refik Bey, etrafa hiddetle bağırarak açılmalarını büyük İslam Aliminin törene geldiğini ilan etti. Polisler derhal yolları açtı. Halk hayret ve hayranlıkla kenera çekildi. Ve Üstad doğru şeref tribününe, o zamanın İstanbul Valisi Fahrettin Kerim Gökay'ın sağ tarafında ayrılan yere oturtuldu. Ve oradan merasimi gayet şaşalı muhabbetli bir şekilde takip ettiler.
Nurları Batı'ya nasıl açtınız?
Amerika'da 1975'de (35 sene önce) bir gurup arkadaşla birlikte orada küçük bir matbaa tesis ettik. Prof. Hamit Algar'da, İngiliz Müslüman, California Üniversitesi hocası, Risaleleri türcüme etmeye razı oldu. 7-8 kitap tercüme edildi ve İngilizce basıldı. İlk İngilizce dergi olan 'NUR/THE LIGH' dergisini neşrettik. Daha sonra İngiltere'de doktora yapan arkadaşlarla Avrupa hizmetleri başladı. Bu esnada İngiliz asıllı Müslüman Prof. Dr. Colin Torner ve Dr. Mary Weld hizmeti tanıdılar. Mary Weld Risale-i Nur Külliyatı'nın İngilizceye çevrilmesini sağladı. Bize de onu bastık. Bu çalışmalar Batı dünyasında Nurların tanınmasına büyük vesile teşkil etti.
Son olarak 50. vefat yılı için ne söylersiniz?
Üstad; "Risale-i Nur dünyayı tenvir edecek (aydınlatacak) diye müjde vermişti. Hamd olsun ben bunu görme ve yaşama şerefine eriştim. Üstad yaşıyor! Eserleriyle yaşıyor! Hizmetiyle yaşıyor! Talebeleriyle yaşıyor. Allah gani gani rahmet etsin, hizmeti daim olsun...
MEHMET FIRINCI KiMDiR?
Mehmet Fırıncı, 1928'de Bursa'ya bağlı İnegöl'ün Yenice Müslim köyünde doğdu. Ailesi ile birlikte İstanbul'a yerleşti. Ailece Fatih'te fırıncılık yaptıkları için kendisine de "Fırıncı Abi" denilmektedir. Asıl ismi Mehmet Nuri Güleç'tir. 1946 yılında Nurları tanıdı. 1950-1960 yılları arasında bizzat Bediüzzaman Said Nursi'nin yanında hizmetinde bulundu. 1953 yılında Said Nursi'yi kendi evinde üç ay misafir etti. Daha çok İstan
bul'da Risale-i Nur'ların neşriyatı/yayını, basılması ve dağıtılması işleriyle meşgul oldu. Sözler Yayınevi, Söz Basın, Nesil Yayınları, İstanbul İlim ve Kültür Vakfı gibi hizmet eksenli çalışmaların kurucusu oldu. Risale-i Nur'ların İngilizceye çevrilmesi ve uluslararası akademik çalışmaların yaygınlaşmasında önemli rol üstlendi. Halen bu faaliyetlere devam etmektedir ve İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Mütevelli heyet başkanıdır.
60 KiŞiLiK KOĞUŞTA TEK BAŞINA
Yıl 1948. Yer Afyon Cezaevi. O zamana kadar yaşanmayan şiddetli bir kış var. Said Nursi, ısıtılamadığı için boşaltılmış 60-70 kişilik bir koşuğa tek başına konuyor. Koskoca koğuşta tek başına bir mahkum! Duvarlar sulu sepken karı çektiğinden sırılsıklam. Demir parmaklıklı pencerenin camı parmak kalınlığında buz. Altında incecik bir yatak, üstünde bir ince battaniye. Rüyaları bile üşütecek kadar soğuk, acımasız bir dünya. Ve her şey yasaktır. Bir şilte ve bir fazla battaniye bile verilmiyor. Talebelerinin koğuşa soba kurma isteğine, cezaevi yönetimi dayakla cevap veriyor. Hem yaşlı, hem hastadır. Bilerek ve isteyerek ölüme terk edilmiştir. Çünkü ölüm, ondan kurtulmanın yegane çaresi olarak görülmektedir.
"Asarsak başımıza iş açılır. Soğuktan ölmesini bekleyelim" diye düşünülmektedir.
Bediüzzaman ile görüşmek, konuşmak, avludan selamlaşmak yasaktır. Ona mektupla ulaşmaya çalışmak yasaktır. Arada bir bahçeye çıkan mahkumlar pencereye bakıp iç çekiyor. O pencereyi bile tahtalarla kapatıyorlar.
TEK İHTİYACIM KAĞIT
Her nasılsa o yalnızlıktan alınıp traşa götürüldüğü gün, genç talebelerinden Mustafa Sungur, yanına sokuluyor. Üstadın halini görünce hıçkıra hıçkıra ağlıyor. Henüz 18 yaşlarındaki talebesine, "Ağlama keçeli, ben iyiyim, sadece kağıt lazım" diyor. Mustafa Sungur, bu görüşmenin bedelini falakaya yatırılıp dövülerek ödeyecektir.
Hapishane hayatında, zindanlarda ve sürgünlerde defalarca zehirlenme girişimlerinden kurtuluyor. Öldürmeyen Allah öldürmüyor. O hizmetine devam ediyor.
TÜRK-KÜRT kardeştir
Şeyh Said Ankara hükümetine karşı Said Nursi'ye isyana katılması için mektup yazar. Nursi; "Türk-Kürt kardeştir. Türk milleti İslamiyete bayraktarlık etmiş, milyonlarca şehit vermiştir. İslam müdafilerinin torunlarına, Türk milletine kılıç çekilmez ve ben de çekmem" cevabını verir
Yıl 1924. Said Nursi Van'da Erek Dağı'nda inzivaya çekilmiş, talebe yetiştirmektedir. Ankara'da yeni Cumhuriyet ilan edilmiştir. Yeni kanunlar çıkartılmaktadır. Hilafet kaldırılmış, şapka kanunu çıkartılmıştır. Şapka kanununa karşı Sivas'ta, Erzurum'da, Rize'de, Maraş'ta direnişler, ayaklanmalar olmuş, kimi bölgelerde sıkı yönetim ilan edilmiş, İstiklal Mahkemeleri'nde başta İskilipli Atıf Hoca olmak üzere çok sayıda insan idam edilmiştir.
Şeyh Said Bitlis bölgesinde yaşıyan, dindar Nakşibendi Şeyhlerinden bir zattır. O, bu dönemde yapılanlar ve çıkarılan kanunları kabüllenmez, dinine aykırı bulur. 1924 yılı son aylarında Şark vilayetlerinin bazı bölgelerini dolaşarak, çıkan kanunların ve Hükemetin tutumunun İslam dinine ve kanunlara zıd olduğunu anlatmış, kendisine bi'at edilmesini temin etmeye çalışmıştır. Topladığı insanlardan oluşan bir heyeti de Ankara'ya temsilci olarak gönderip bu yanlışların düzeltilmesini istemektedir.
Bu süreçte Bediüzzaman'a Şeyh Said'ten bir mektup gelir. Şeyh Said bu mektubunda: "Efendim! Sizin nüfuzunuz kuvvetlidir. Bu harekatımıza iştirak buyurur yardım ederseniz, galip oluruz." diyerek Bediüzzaman'ı ayaklanmaya davet etmiştir. Mektubu okuyan Said Nursi kendisine şu cevabı yazdı: "Türk milleti asırlardan beri İslamiyetin bayraktarlığını yapmıştır. Çok veliler yetiştirmiş ve şehidler vermiştir. Böyle bir milletin torunlarına kılıç çekilmez. Biz Müslümanız, onlarla kardeşiz, kardeşi kardeşle çarpıştırmayınız. Bu şer'an caiz değildir. Kılıç harici düşmana karşı çekilir. Dahilde kılıç kullanılmaz. Bu zamanda yegane kurtuluş çaremiz, kur'an ve iman hakikatleriyle, tenvir ve irşad etmektir. En büyük düşmanımız olan cehaleti izale etmektir. Teşebbüsünüzden vazgeçiniz. Zira akim kalır. Birkaç cani yüzünden binlerce masum kadın ve erkek telef olabilir...
Türk- Kürt birdir, kardeştir. Türk milleti bin senedir İslamiyete bayraktarlık etmiş, dini uğrunda milyonlarca şehit vermiştir. Binaenaleyh kahraman ve fedekar İslam müdafilerinin torunlarına, Türk milletini kılıç çekilmez ve ben de çekmem." Bu şekildeki cevabında Şeyh Said'e hem red ve hem neticesiz mücadelelerden vazgeçmesini ifade etmiştir.
ŞEYH SAİD VAZGEÇMEZ
Diyarbakır'ın Piran Kasabası'nda (Dicle Kazası) katıldığı bir düğün merasiminde bir üsteğmenle olan tartışma sonucunda çıkan olaylar büyümüş ve Ankara Hükümeti Şeyh Said ve taraftarlarını yakalama emri vermiştir.
İlk etepta Şeyh Said kuvvetleri Elazığ, Bingöl çevresini ele geçirmiştir. Ardından 12 Nisan 1925'de Şeyh Said'i esir almıştır. Diyarbakır'da kurulan İstiklal Mahkemesinde verilen kararla 46 arkadaşı ile 29 Haziran 1925 günü karar infaz edilerek idam edilmiştir!
Neticede Bediüzzaman haklı çıkmıştır. Fakat faturayı binlerce masum insan ödemiştir. İdamlar, hapisler, sürgünler, işkenceler, yakıp yıkmalar, zülümler ve feci olayları beraberinde getirmiştir.
Şeyh Said isyanın sonunda bölgedeki nüfuslu şeyhler, ağalar, hocalar, alimler, ileri gelenler ve hiçbir şeyden haberi olmayan binlerce insan Ankara Hükemetinin verdiği kararla Batı il ve ilçelerine sürgün edilmiştir.
Ve 25 Şubat 1925'te Said Nursi Van Erek Dağı'ndaki mağarasından askerler tarafından tutuklanarak sürgün kervanına dahil edilir. Sürgün edilen binlerce insan Şubat soğuğunda atlı kızaklarla, Şarkın karlı dağ yollarını aşarak Erzurum'a, oradan Trabzon'a getirilir. Trabzon'dan de gemi ile İstanbul'a nakledilirler. Ardından İzmir ve Antalya yoluyla Burdur'a sürülür. İlk sürgün yeri olan Burdur'da Delibaba Camii'nde 7 ay kalır. Burada 'Nur'un İlk Kapısı' isimli eserini yazar. Eser elden ele dağıtılarak yayılır.
ŞER BİLDİKLERİNİZDE HAYIR VARDIR
Ankara'nın yeni bir kararı ile Said Nursi Burdur'dan da Isparta'ya sürülür. Isparta'da 20 gün tutulduktan sonra kuş uçmaz kervan geçmez, gözden ve gönülden ırak olan Isparta'nın Barla Nahiyesine sürgüne gönderilir.
Sürgün'ler hiç hesapta olmayan 'Sürgün'ler verir ve Nur Hareketi doğar.
Bediüzzaman'ın bu noktadaki yorumu ise daha da ilginçtir: "İnsanlar zülmeder kader adalet eder!" Kaderin garip bir cilvesi olarak Şeyh Said isyanı ile hiç alakası olmadığı halde ve bu harekete karşı koyup, ret edip, mani olmaya çalıştığı halde bu vesile kullanılarak kendisi sürgün edilir. Kur'an'ın yorumuyla: "Sizin şer bildiklerinizde hayır, hayır bildiklerinizde şer vardır."
Şeyh Said olayı olması idi bugün belki Risale-i Nur Külliyatı ve Hizmetinden bahsediliyor olmayacaktı! Kader ağlarını örerken insanlar sadece bu işin figüranı ve oyuncusu oluyur herhalde...
Kendine Kuran'ı Üstad seçti
PROF. DR. HAYRETTİN KARAMAN
Bediüzzaman Said Nursî merhum, Türkiye'nin maruz kaldığı cebrî kültür ve medeniyet değiştirme hareketine karşı çıkmış, İslamî-yerli değerlerimizi savunmak, yaşatmak ve geliştirmek için bir ömür harcamış, pek çok insanın tahammül edemeyeceği sürgün, hapis, işkence, takip, mecburi iskân gibi hallere katlanmış, yaşadığı hayata ve mücadeleye engel olabileceği ve belki başkalarına bu halleri yaşatma hakkı bulunmadığı düşüncesiyle evlenmemiş ve aile gailesi ile meşgul olmamış, klasik medrese usulüyle okumuş ama bunu aşarak "Kur'an-ı Kerim'i üstad edinmiş" bir İslam büyüğü, mücahidi ve âlimidir. Bediüzzaman'da üstün bir zekâ, yeterli ilim ve ilham vardır. Kur'an'a bu yetenekleriyle ve birikimiyle bakmış, onu asrın idrakine söyletmek için çalışmış ve dil problemine rağmen -bunu, kendisini takip edenlerin ihlaslı gayretleriyle ve gönül dilini öne çıkarmalarıyla aşmış- bu amacında başarılı olmuştur.
Ona ait olan Nur Risaleleri, takibat altında yaşadığı yıllarda yasaklandığı halde ihlaslı ve fedakâr öğrencilerinin elleriyle yazılmış, köylerde veya gizli mekânlarda teksir makineleriyle çoğaltılmış, ciltlenmiş, kontrol dışı yollardan veya genel yolların kontrol dışı saatlerinde uzak yakın ülke sathına gönderilerek yayılmış ve gizli olarak okunmuştur. Kitapların okunması ve tutulmasında bu -yukarıda ifade ettiğimiz- durum yanında insanımızın ve özellikle gençliğin açlığı, Hazret'in ihlası, hedefte hiçbir şahsî ve maddî menfaatin bulunmaması amil olmuştur. ... Hangi grup içinde olursa olsun Risale-i Nur hareketi Sünnî Müslümanlığı esas almış, bunun özüne aykırı olan veya özü bozma ihtimali bulunan cereyan ve hareketlere iltifat etmemiş, mensupları şahsî ve ailevî hayatlarında Sünni İslam'a bağlı kalmışlardır. Bu hareketin siyasî bir harekete dönüşmemesi de merhum Üstad'ın bu konudaki kesin duruşunun eseridir.
Yeni Şafak