Zorla örtünmek de kutuplaşma sebebi
İlahiyatçı-Yazar Peyman Ünügür, İran izlenimlerini Risale Haber okuyucuları için kaleme aldı
Risale Haber-Haber Merkezi
İlahiyatçı-Yazar Peyman Ünügür, İran izlenimlerini Risale Haber okuyucuları için kaleme aldı.
İşte İran izlenimlerinin birinci bölümü:
28 Ekim
Gece on bir buçukta İran yolculuğumuz başlıyor. İki saatlik yolculuktan sonra İmam Humeyni Havaalanına varıyoruz. Dilini doğru düzgün bilmediğimiz bir ülkeye gelmiş olmak biraz ürkütücü.
ZORLA ÖRTMEK DE YANLIŞ
Havaalanında ilk izlenimlerimiz hem olumlu hem olumsuz. İlk bakışta en azından Arap ülkelerine nispetle daha temiz bir ülkeyle karşılaşacağımızı kestirmek mümkün. Diğer yandan iner inmez gözümüze çarpan diğer bir ayrıntı da isteksiz bir edayla başlarına aldıkları örtüler oluyor. İran sınırlarında bulunan her kadının başını örtmesi buradaki yönetimin getirdiği bir mecburiyet. Yasağın farklı bir boyutuyla karşı karşıyayız yani burada da. Böylesine kişisel bir tercihin, zorunluluk şeklinde insanlara dayatılması, tercihi bu yönde olmayan insanlarda doğal bir sonuç olarak, hem yönetime hem de dine karşı bir antipati oluşmasına yol açmış. Hatta bu şekildeki dayatmalar, bu dayatmalara isteyerek uyan ve bunları mecburen yerine getiren insanlar arasında toplumsal bir kutuplaşmayı da beraberinde getirmiş. Diğer bir deyişle insanlara zorla yaptırılan şeylerin o soğuk yüzünü burada da daha ilk adımımızı atar atmaz hissediyoruz.
GELENEĞİN ŞEHRİ KUM’A GEÇİYORUZ
Bizi karşılayan, kültür müsteşarlığının buradaki temsilcisi eşliğinde Tahran’dan, geleneğin şehri olan Kum’a geçiyoruz. Kum Şia tarihinde geçmişi çok eskilere dayanan bir ilim şehri olma özelliği taşıyor. Dolayısıyla Şia’nın geçmişten günümüze birçok önemli ilim adamı bu merkezde yetişmiş ve yetişmekte. Bunlardan biri de Şia’nın Kütüb-ü Erbaa’sından birinin müellifi olan Ali b. el-Hüseyin İbn Babeveyh el-Kummî. (Kütüb-ü Erbaa Şiiler tarafından, Kütüb-ü Siteye benzer şekilde, en sahih hadis kaynakları olarak kabul ediliyor.)
Şehirdeki mevcut üniversiteler tefsir, hadis ve sair İslami ilimler üzerinde çalışmalar yapmak için kurulmuş. Şehirdeki pek çok büyük kütüphane de araştırmacıların işini oldukça kolaylaştırmakta. Bununla birlikte gittiğimiz üniversite ve kütüphanelerdeki bu alanlarda yapılmış yeni çalışmalara baktığımızda, içerik itibariyle yeni olan pek bir şeyle karşılaşamıyoruz. Sünni alemin en büyük sorunlarından biri olan, zamanın ruhuna uygun yeni ürünler ortaya koymadaki kısırlık Şiiler için de ayniyle geçerli.
FATİME-İ MASUME’NİN KABRİ
Kum’u önemli kılan bir diğer husus da, İmami’ye Şia’sının 8. imam olarak kabul ettiği İmam Ali Rıza’nın kız kardeşi Fatıma’nın kabrinin burada bulunuyor olması. Otelimize yakın olduğu için ilk gittiğimiz yer bu mescit oluyor. Kadınların mescide, ne kadar tesettürlü olurlarsa olsunlar çadur denilen çarşafı üzerlerine almaksızın girmelerine müsaade edilmiyor. Yabancı olduğumuzu söyleyince bize çarşaf giymeyi şart koşmuyorlar.
Rivayete göre Fatime-i Masume (Şiiler ona böyle hitap ediyorlar) sürgüne gönderilen abisi İmam Rıza’yı görmek için Merv’e doğru yola çıkar. Yolda hastalanır ve Kum’da vefat eder. Bunun üzerine İmam Rıza; “kim ki kız kardeşim Fatıime'nın türbesini ziyaret ederse, benim türbemi ziyaret etmiş gibi olur” demiştir. Bundan dolayı bugün Kum, Şia’nın en önemli ziyaret mekanlarından birisi durumunda ve dünyanın dört bir yanından gelen Şiiler kutsal olarak kabul ettikleri bu mekanı bir an olsun boş bırakmamaktadırlar. Ancak bu durumun, yani insanlara kutsiyet atfetme olgusunun İslam’ın ruhuna ters düşen birtakım çarpıklıkları beraberinde getirdiği söylenebilir. Fatime-i Masume’nin kabrine bağlanan çaputlar, atılan paralar ve bütün bunların yasaklanan değil normal karşılanan şeyler olması, özellikle halk tabakasındaki tevhid inancının keyfiyeti noktasında aklımızda bir takım soru işaretlerinin oluşmasına yol açıyor.
MEZHEP TAASSUBUNU BİR KEZ DAHA MÜŞAHEDE EDİYORUM
Mescide geldiğimizde öğle namazı vakti olduğu için biz de içeridekilerle beraber saf tutuyoruz. Ufak bazı farklılıklar dışında namazı eda şekilleri bizimkiyle aynı. Dikkatimizi çeken en önemli fark, secdeyi alınlarının geleceği yere koydukları bir taş üzerine yapmaları. Sonradan bunun bir taş değil, topraktan yapılma bir kalıp olduğunu öğreniyoruz. Namazdan sonra, yanına oturduğum hanımla, kırık dökük Farsçamla biraz muhabbet ediyoruz. Yabancı ve Sünni olduğumu öğrenince bütün samimiyetiyle beni ‘tek hak mezhebe’ yani Şii olmaya davet ediyor. İyice araştırdığım takdirde benim mutlak surette Şii olacağım noktasındaki inancı tam. Sünni ve Şii Müslümanlar arasındaki o derin/derinleştirilmiş ayrılıkların, bu safi niyetin altında gizli olan mezhep taassubundan kaynaklandığını böylelikle bir kez daha müşahede etmiş oluyorum.
(Devam edecek)