Said Nursi: Kahraman mı kâbus mu?
Aytulu, Said Nursi'nin resmi tarih tarafından görmezden gelindiğini takipçilerinin ise efsaneleştirdiğini söyledi
Risale Haber-Haber Merkezi
Radikal yazarı Gökçe Aytulu Hür Adam'dan hareketle Said Nursi hakkında kısa bir biyografi yazdı. Filme olan ilgiye dikkat çeken Aytulu, Said Nursi'nin resmi tarih tarafından görmezden gelindiğini takipçilerinin ise efsaneleştirdiğini söyledi.
İşte Gökçe Aytulu'nun "Hür Adam: Kahraman mı kâbus mu?" yazısı:
Hür Adam filmi, resmi tarihin görmezden geldiği, takipçilerinin ise efsaneleştirdiği Said Nursi'yi bir kez daha tartışılır kıldı.
Yakın tarihin önemli figürü Said Nursi’nin hayatı, Mehmet Tanrısever’in yönetiminde sinemaya uyarlandı.
Uzayıp giden kuyrukta yerimi alıyorum. Önümdeki adam bir yandan sırayı kollarken yanındakiyle konuşuyor: “Rezervasyonlar birazdan açılacakmış, belki yer buluruz.” Aynı anda biri kuyruğu yararak öne doğru hamle yapıyor: “Pardon, ben biletimi internetten aldım. Ne yapmalıyım?” Ve gişeden bir ses yükseliyor, “Hür Adam için rezervasyonlar düşmüştür. Biletler satışta!”
Sıra bana geldiğinde salonda kalan son üç koltuktan birini seçerek Mehmet Tanrısever’in daha vizyona girmeden büyük tartışma yaratan filmini izlemek üzere yerime geçiyorum.
Tanrısever’in Hür Adam’ı yakın tarihin en tartışmalı isimlerinden Said Nursi’nin hayatını anlatıyor.
Yaşadığı dönemde, kiminin kahramanı kiminin kâbusu sayılan Said Nursi, resmi tarihin uzun süre görmezden geldiği bir şahsiyet oldu. Ta ki Türkiye’nin ünlü sosyal bilimcilerinden Şerif Mardin, Nursi’nin hayatını modernleşme çerçevesinde inceleyinceye kadar.
Herkesin kızdığı kitap
Mardin’in 20 yıl önce gerçekleştirdiği çalışma, yarattığı yankıyla eşdeğer tepki de çekti. Kemalistler, Mardin’in kitabını laikliğe ve cumhuriyete hakaret olarak değerlendirdi. Bazı pozitivistler Mardin’in böyle bir çalışmayla sosyolojiye ihanet ettiğini düşündü. Nur Cemaati’nden bir kesim de kitabın Said Nursi’yi bağlamından (Risale-i Nur) kopararak sıradan bir insanmışçasına değerlendirmesine tepki gösterdi.
Her kesimden yeterince tepki almasıyla bile Said Nursi hakkında yapılmış en orijinal çalışma olduğu söylenebilecek Mardin’in kitabı çerçevesinde bakalım: Kimdir bu Hür Adam?
Bir süre siyasetin içinde, bir süre tamamen dışında son dönemindeyse siyasetle dirsek temasında olan Said Nursi, Osmanlı’nın yıkılış, Türkiye’nin ise modern ulus devleti yaratma sürecinin önemli figürlerinden biri.
Önce dost sonra düşman
Taşradan çıkan bir din adamı olarak savaş ve sürgünlerle geçen ömrü, kendi deyimiyle ‘başta ateistler olmak üzere Avrupalı filozoflarla savaşmakla’ geçmiştir. Takipçileri ona, ‘zamanının en değerlisi’, ‘zamanının güzelliği’ anlamlarına gelen Bediüzzaman tabiriyle hitap eder.
Şerif Mardin’e göre Said Nursi’yi farklı kılan, dini normları, geleneksel Müslüman davranış ve kişisel ilişki tarzını, gelişen bir sanayi ve kitle iletişim toplumuna yeniden sokacak biçimde yenilemiş olmasıdır. Belki tam da bu yüzden yeni rejim önce ona kucak açıp daha sonra düşman bellemiştir.
Said Nursi’nin merkezi otoriteyle sorunlu ilişkileri Osmanlı dönemine kadar uzanır. 1896’da bir İstanbul ziyaretinde yaptığı reform önerileri II. Abdülhamit tarafından olumsuz karşılanır. Şerif Mardin’e göre bu reddedilişte Kürtlere özel bir yer tanınmasının yarattığı kuşku rol oynamış olabilir. 1920’lerde de bu kez yeni rejim tarafından benzer suçlamalarla karşılaşmıştır.
Pozitivizmle savaş
Said Nursi, faaliyetlerinin ilk dönemi sayılan 1890’larda bir yandan cemaatinin devlet içinde önem kaybettiği, diğer yandan ise İslam’ın Hıristiyanlık karşısında gerilediği inancıyla hareket etti. Kariyerinin Nurcu hareketin oluşmasıyla sonuçlanan ikinci evresi ise 1920’lerde başladı. Bu dönemde ‘maddeciliğin saldırılarına’ geçit vermesi durumunda Türkiye toplumunun çözüleceği korkusu temel paradigmasını belirledi.
İstanbul’un 1919’da işgal altındaki günleri bir biçimde Said Nursi’nin son derece mutlu olduğu bir döneme denk gelmektedir. Kendisine, İstanbul’da Dar ül-Hikmet il-İslamiye’de görev verilir.
Said Nursi cumhuriyetin ilanının ardından bile Jön Türkler’in izlemiş olduğu politikaya hâlâ inanıyordu. 1925’te Şeyh Sait İsyanı’na ilişkin olarak suçlandı. Yeni rejimin ilk ciddi suçlamasıyla karşılaştığında, II. Abdülhamit’e önerdiği ‘Kürtlere ayrıcalık’ talebi çoktan siciline işlenmişti. Şeyh Sait isyanı hakkındaki bütün iddiaları reddetti.
Bu tarihten sonra resmi makamlarla sürekli karşı karşıya geldiği bir dönem başladı. 1932 yılında yasak olmasına rağmen Arapça ezan okuduğu için tutuklandı. 1936’da Kastamonu’ya sürgüne yollandı. Bu sırada müritleri Risale-i Nur’un binlerce kopyasını çıkartmıştı.
Said Nursi, 1943’te tekrar tutuklandı ve Denizli’ye gönderildi. 1944’te öğrencileriyle birlikte beraat etti ancak zorunlu olarak ikamet edeceği Emirdağ’a gönderildi.
Demokrat Parti ve değişim
1948’de bu kez siyasi amaçlı gizli dernek kurmakla suçlandı. 20 ay hapse mahkûm oldu. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesiyle çıkarılan genel aftan faydalandı. Bu süreçte yeniden siyasetle dirsek temasında oldu. 2 yıl sonra yasadışı dini propaganda yaptığı gerekçesiyle hakkında tekrar dava açıldı.
Bu dava sırasında duruşması bir gösteriye dönüştü. Üzerinde siyah bir cüppe, başında yasaklanmış sarık bulunan yaşlı bir adam, öğrencilerin kollarında salona getiriliyordu. Salon her duruşmada daha kalabalık oluyor, duruşmalar gösteri alanına dönüşüyordu. Bu davadan da beraat etti. Ve Said Nursi, 1956’ya gelindiğinde takipçilerinin Demokrat Parti’yi desteklemekle yükümlü olduklarını ilan etti.
Risale-i Nur’un editörlüğünü yapıp, Latin harfleriyle yayımlamasını sağlayan Demokrat Parti adayı Tahsin Tola’ya açık destek verdi.
Bir darbe ve askeri uçak
1959’da bu destekle birlikte bir Anadolu gezisine çıktı. Bu gezi özellikle laik hassasiyeti olan basında büyük bir infial yarattı. Bu gezi sırasında ve son yazılarında sürekli fedakârlık ve bağlılığa atıfta bulundu. Ancak Şerif Mardin’in dikkat çektiği üzere bunun, toplumsal amaca dönük mü yoksa yeni doğmakta olan Nurcu harekete yönelik bir bağlılık mı olduğu belli değildi.
Said Nursi, 1960 darbesinden üç ay önce Urfa’da öldü ve aynı ilde defnedildi. Birkaç ay sonra naaşı bir askeri uçakla götürülüp Isparta dolaylarında bir dağa, bilinmeyen bir yere gömüldü. Bugün resmi tarihin görmek istemediği takipçilerinin ise efsaneleştirerek yâdettiği bir figür olarak toplumsal belleğe yerleşti.
Mehmet Tanrısever’in Hür Adam’ı, ikinci bakış açısıyla sinemaya aktarılan bir hikâye. Doğal olarak film, bu bakışı yansıtacak biçimde ‘yeni rejimin büyük bir din âlimine karşı savaşı’ çerçevesinde işlenmiş. Bu yönüyle Hür Adam, resmi tarihin film edilmeye en değer figürlerinden birini göstermek yerine klasik bir propaganda filmi olarak kalıyor.