Nur talebelerinin mesleği...

Nur talebelerinin mesleği...

Günlük Risale-i Nur dersi

Bismillahirrahmanirrahim

Kur'ân-ı Hakîmin sırr-ı hakîkatiyle ve i'câzının tılsımıyla, benim ve Risâle-i Nur'un programımız ve mesleğimiz ve bilfiil semeresini gördüğümüz ve çalıştığımız ve gâye-i hareketimiz ve hedefimiz, ölümün îdâm-ı ebedîsinden îmân-ı tahkîkî ile bîçareleri kurtarmak ve bu mübârek milleti de her nevî anarşîlikten muhâfaza etmektir. (Emirdağ Lâhikası-I, s. 27)

Mesleğimiz sırr-ı ihlasa dayanıp, hakaik-ı îmaniye olduğu için, hayat-ı dünyaya, hayat-ı içtimaiyeye mecbur olmadan karışmamak ve rekabet ve tarafgirliğe ve mübarezeye sevk eden hâlâttan tecerrüd etmeye mesleğimiz îtibariyle mecburuz. Binler teessüf ki, şimdi müthiş yılanların hücumuna maruz bîçare ehl-i ilim ve ehl-i diyanet, sineklerin ısırması gibi cüz'î kusurâtı bahane ederek, birbirini tenkitle, yılanların ve zındık münafıkların tahribatlarına ve kendilerini onların eliyle öldürmesine yardım ediyorlar. (Kastamonu Lâhikası, s.186.)

Ey kardeşlerim, sizler biliyorsunuz ki, bizim mesleğimizde, benlik, enaniyet, şan ü şeref perdesi altında makam sahibi olmaktan, öldürücü zehir gibi ondan kaçıyoruz. Onu ihsas eden hâlâttan şiddetle içtinab ediyoruz. (Kastamonu Lâhikası, s. 104.)

Çünkü asıl mesele bu zamanın cihâd-ı mânevîsidir, mânevî tahribâtına karşı sed çekmektir. Bununla dahilî âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Evet, mesleğimizde kuvvet var. Fakat bu kuvvet, âsâyişi muhâfaza etmek içindir.

“Hiçbir günahkâr, başkasının günahını yüklenmez. (Fâtır Sûresi: 18.) düsturu ile ki, "Bir câni yüzünden; onun kardeşi, hânedânı, çoluk çocuğu mesûl olamaz." İşte bunun içindir ki, bütün hayatımda bütün kuvvetimle âsâyişi muhâfazaya çalışmışım. Bu kuvvet dahile karşı değil, ancak haricî tecâvüze karşı istimâl edilebilir.

Mezkûr âyetin düsturu ile vazifemiz, dahilideki âsâyişe bütün kuvvetimizle yardım etmektir. Onun içindir ki, âlem-i İslâmda âsâyişi ihlâl edici dahilî muhârebât ancak binde bir olmuştur. O da, aradaki bir içtihad farkından ileri gelmiştir. Ve cihâd-ı mâneviyenin en büyük şartıda vazife-i İlâhiyeye karışmamaktır ki, "Bizim vazifemiz hizmettir; netice Cenâb-ı Hakka âittir; biz vazifemizi yapmakla mecbur ve mükellefız.
(Emirdağ Lâhikası-II, s. 213-214.)

Bediüzzaman Said Nursi

SÖZLÜK:
ÂSÂYİŞ : Emniyet, güvenlik.
BAHANE : Yalandan özür.
BENLİK : Ene Ben, kendini beğenmişlik.
BÎÇARE : Çaresiz, zavallı.
BİLFİİL : Bizzat kendi çalışması ile; kendi yaparak.
CANİ : Cinayet işlemiş olan. Birisini öldürmüş veya yaralamış bulunan.
CİHÂD-I MÂNEVÎ : Îman ve İslâm hakikatlerinin muhafazası için; maddi güçle, silahla olmayan, fikirle, hakikatleri ispat yoluyla, insanları ikna ederek yapılan çalışmalar.
CÜZ'Î : Azdan olan, parçaya âit olan, pek az, kıymetsiz.
DÂHİLÎ : İçe âit, içe dönük.
DÜSTUR : Kaide, prensip, ölçü, ayar.
ENÂNİYET : Benlik, gurur.
GAYE-İ HAREKET : Yapılan hareketin gayesi ve maksadı.
HAKAİK-I ÎMÂNİYE : Îmân hakîkatleri. İmanın şartları
HÂLÂT : Hâller, durumlar, keyfiyetler.
HÂNEDÂN : Soy, âile.
HARİCÎ : Dışa âit, dışarıdan gelen.
HAYAT-I İÇTİMÂİYE : Sosyal hayat, toplum hayatı.
Î'CÂZ : Mu'cizelik; âciz bırakmak, insanların benzerini yapmaktan âciz kaldıkları şeyi yapmak.
İCTİNAB : Çekinmek. Sakınmak. Uzak olmak.
İÇTİHÂD : Anlayış, kanaat; dinî bir meseleyi kitap ve sünnet gibi kaynaklardan çıkarmak için gayret gösterme.
ÎDÂM-I EBEDÎ : Dirilmemek üzere yok oluş; âhiret inancı olmadığı için ölümü ebedî yokluğa gitmek olarak görme
İHLÂL : Bozma.
İHLAS : Kalbini safi etmek. İçten, samimi, riyasız
İHSÂS : Açık anlatmadan kapalıca bahsetme, hissettirme.
ÎMÂN-I TAHKİKÎ : İnandığı şeylerin aslını, esâsını araştırarak ve bilerek ve delillere dayandırarak inanma.
İSTİMÂL : Kullanma.
KUSURÂT : Kusurlar. Noksanlar, eksikler.
MÂNEVÎ : Mânâya âit, maddî olmayan.
MÂRUZ : Birşeyin karşısında ve tesiri altında bulunan, uğrama.
MES'UL : Sorumlu.
MEZKÛR : Sözü edilen, zikredilen, bahsedilen.
MUHÂFAZA : Korumak.
MUHAREBÂT : Savaşmalar, harb etmeler.
MÜBÂREZE : Çekişme, kavga, dövüş, mücâdele, çarpışma.
MÜKELLEF : Yükümlü, vazifeli. Bir şeyi yapmaya mecbur olan.
REKABET : Rakip olma. Birbirini kontrol etme.
SEMERE : Netice, kâr, meyve.
SEVK : Önüne katıp sürme.
SIRR : Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese söylenmeyen şey.
SIRR-I İHLÂS : İhlâsın sır ve hakikati.
ŞAN : * Nam, şöhret, şan, ün.
TAHRİBÂT : Yıkımlar, bozmalar.
TARAFGİRLİK : Taraf tutmak.
TECÂVÜZ : Haddini aşma; söz veya hareketle ileri gitme, saldırma.
TECERRÜD : Sıyrılma
TEESSÜF : Üzülme, beğenmeme ve râzı olmadığını ifâde etme, eseflenme.
TENKİT : Eleştiri, kusur ve noksanları görme.
TILSIM : Herkesin bilip çözemediği gizli sır; fevkalâde kuvvet ve tesire sahip olan şey. Sihirli söz.
ZINDIK : Dinsiz, âhirete inanmayan.