Nur-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebi

Nur-u Muhammedî (asm) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebi

Risale-i Nur'dan bir cümle ve izahı

Prof. Dr. Alaaddin Başar

"İ’lem Eyyühe’l-Azîz!

Şu gördüğün büyük âleme büyük bir kitab nazarıyla bakılırsa, Nur-u Muhammedî (a.s.m.) o kitabın kâtibinin kaleminin mürekkebidir. Eğer o âlem-i kebîr, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur. Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o nur onun ruhu olur. Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o nur onun aklı olur..." (1)

Nur-u Muhammedî: Hadis-i şerifte; “Allah’ın yarattığı ilk mahlûk benim nurumdur.” (2) buyuruluyor. Bu nurun mahiyetini bilemiyoruz. Ancak, Üstad Hazretleri Nur-u Muhammedî (asm) için, “kâinat kitabının mürekkebi” ifadesini kullanıyor. Buna göre, bütün varlık âlemi o nurdan yaratılmış bulunuyor. Güneş de o mürekkepten yazılmış, yıldızlar da. Melekler de o mürekkepten yazılmış, cinler de insanlar ve hayvanlar da. Keza, arş da o mürekkepten yazılmış, Kürsi de Levh-i Mahfuz da.

Bütün bu sayılanlar Allah’ın isimlerinin farklı aynaları olduğuna göre, Nur-u Muhammedî’de (asm) bütün esmâ tecellilerinin bulunması gerekiyor. Yâni bütün bu yazılanlar, o nurda mevcut olan tecellinin başka aynalara da aksetmesi gibidir.

Yine Üstad Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri buyururlar ki;

“Bu kâinatın aslı... kuru bir madde olamaz. Hem cismanî hem ruhanî bütün esasatını muhafaza edecek.”(3)

Meleklerden insanlara kadar bütün varlıkların hayatları o nurdan yazıldığına göre, o nurun da hayattar olması gerekiyor.

O nurun kendine has bir şahsiyeti ve o şahsiyete mahsus manevî bir sûreti de olacaktır. O halde, Cebraili Azrail'den ayıran farklı bir sûret olduğu gibi, bir dağı bir denizden ayıran yine ayrı bir sûret de vardır. İşte bütün bu sûretler âlemi, Nur-u Muhammedî’de (asm) tecelli eden Musavvir isminin farklı yansımaları gibidir. Misalleri çoğaltabiliriz.

Bir sonraki cümle bu cümleninin de açıklanmasında bize bir ölçü vermektedir:

“Eğer o âlem-i kebîr, bir şecere tahayyül edilirse, Nur-u Muhammedî hem çekirdeği, hem semeresi olur.”

Risalelerde kâinat bir ağaca, elementler onun dallarına, bitkiler âlemi yapraklarına, hayvanlar onun çiçeklerine, insanlar ise meyvelerine benzetilir.

Bir ağacın bütün programı çekirdeğinde genetik şifreler halinde yazılıyor. Üstad Hazretleri bu mânayı; “manevî kader kalemiyle yazılıyor” şeklinde ifade ediyor. Bu manevî kalemle genler farklı şekillerde diziliyorlar, bu farklılıklar da o varlıktaki değişik hususiyetler olarak ortaya çıkıyor.

Şu nokta çok mühimdir: Ağacın gövdesinin çekirdekteki yazılışı gövde şeklinde değildir, dallarının yazılışı da dal şeklinde değildir. Keza, insanın genetik şifresinde yer alan kemikleri sert olmadığı gibi, o şifredeki kan da kırmızı değildir. İşte Nur-u Muhammedî’de bütün varlık âleminin manen yazılmış olmasına bu hakikatin ışığında baktığımızda o nur ile madde âlemindeki çok farklı varlıklar arasında bir şekil benzerliği arama hatasına düşmeyiz.

Nitekim, bizim yazdığımız kelimelerde de bunun küçük misalini görebiliyoruz. Mesela, “güneş” kelimesi ateş saçmadığı gibi, “su” kelimesi de ıslak değildir.

Üstad hazretleri birçok risalesinde kâinat için kitap, ondaki varlıklar için de “mektûbat-ı Rabbaniye, kelimat-ı kudret, hikmetnüma bir söz” gibi tabirler kullanır. Her varlık yine Üstadın ifadesiyle; “misdar-ı kader üstünde kalem-i kudretle” yazılmıştır. Yâni, her varlık Allah’ın ezelî ilminde her şeyiyle, her sıfatıyle takdir edilir ve kudret kalemi bu takdire göre eşyaya vücud verir.

İnsanın ilminde kurduğu bir cümlenin onun kaleminin ucundan kâğıda dökülmesi bu hakikati anlamamız için bize ihsan edilen bir kabiliyettir.

İşte bütün varlık âlemi, ilk varlık olan Nur-u Muhammedî’den, tâ cennete, cehenneme kadar, Allah’ın ezelî ilminde takdir edilmiş ve kudret kalemiyle yazılarak, ilim dairesinden kudret dairesine, gayb âleminden şehadet âlemine geçirilmişlerdir. Bu kalemden dökülen bütün yazıların mürekkebi Nur-u Muhammedîdir (asm) , yâni o nurun sahip olduğu bütün esmâ tecellileridir. Buna göre, Nur-u Muhammedî bütün âlemlerde tecelli esmâ tecellilerinin mücmel bir hülasası gibi düşünülebilir.

Üstad Hazretleri, “...Semâvât ve arz bitişik idiler, biz onu ayırdık...” (Enbiya Suresi, 21/30) mealindeki âyet-i kerîme için, “Nur-u Muhammediyeden (a.s.m.) yaratılan madde-i acîniyeden, seyyarat ile şemsin o nurun mâcun ve hamurundan infisal ettirilmesine işarettir.” (4) buyururlar. Bu ifadeler Nur-u Muhammedî mefhumunun doğru anlaşılması hususunda bize yepyeni bir ufuk açıyor. Buna göre, Nur-u Muhammediyeden bir yandan melekler, ruhanîler, arş, kürsi yaratılırken; öte yandan aynı nurdan bir “madde-i acîniye” yaratılmış, gökler ve yerler, şu gördüğümüz bütün madde âlemi o macun maddeden yaratılmışlardır.

Ağaç bir çekirdekten çıkıp en sonunda yine meyvesinde çekirdek şeklinde toplandığı gibi, Resul-i Ekrem Efendimiz de (asm.) kâinat ağacının hem ilk çekirdeği hem de en mükemmel ve en son meyvesidir.

"Eğer dünya mücessem bir zîhayat farzedilirse, o Nur onun ruhu olur."

Buradaki “dünya” kelimesi sadece yer küresi değil, kâinatın tamamı demektir. Onuncu Söz’deki (Zeylin İkinci Parçası) şu ifadeler de bunu teyid eder:

“Evet, evet, evet! Eğer kâinattan Risalet-i Muhammediyenin (a.s.m.) nuru çıksa, gitse, kâinat vefat edecek.” (5)

Nur, zulmetin her çeşidini yok eder. İnsanlar iman nuruyla küfürden, tevhid nuruyla şirkten, ibâdet nuruyla isyandan, ilim nuruyla cehaletten, edeb nuruyla ahlaksızlıktan kurtulmuşlardır. Zaten kâinatın yaratılış gayesi de bu nurlardır. Bütün bu nurların kaynağı da Nur-u Muhammedî (asm)'dir. Âyet-i kerîmede haber verildiği gibi; "...Allah nurunu tamamlayacaktır." (Saf Suresi, 61/8)

Bu nurlardan mahrum kalanlar bütün yeryüzünü kapladığında yahut bu nura kavuşanlar yeryüzünde çok azınlıkta kaldığında, Cenâb-ı Hak kıyameti koparacak, dünya hayatına son verecek, ahiret hayatını başlatacaktır.

Kıyametin kâfirler üzerine kopması meselesinde Üstad Hazretleri bu ikinci görüşü benimsemiştir. Yâni, yeryüzünde Müslümanlar tamamen mağlup düşüp dünyada küfür tam hâkim olduğunda; “Cenâb-ı Hak mü’minlerin ruhlarını bir müddet önce kabzedecek ve kıyamet kâfirlerin başına kopacaktır.”

“Eğer büyük bir insan tasavvur edilirse, o Nur onun aklı olur.”

Dünyayı bir insan olarak düşünürsek, Peygamber Efendimizin (asm.) nuru, onun aklı olur. İnsan hakikati ancak Onun nuru ile İslam’ın nuru ile bulabilir.

Onuncu Söz’den naklettiğimiz yukarıdaki cümlenin devamında da şöyle buyurulur:

“… Eğer Kur'ân gitse, kâinat divane olacak ve küre-i arz kafasını, aklını kaybedecek, belki şuursuz kalmış olan başını bir seyyareye çarpacak, bir kıyameti koparacak.”(6)

Dipnotlar:
(1) Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
(2) Aclunî, Keşfu'l-Hafa, 1/265-266.
(3) Sözler, Otuz Birinci Söz, Üçüncü Esas.
(4) Mesnevi-i Nuriye, Habbe.
(5) Sözler, Onuncu Söz, Zeylin İkinci Parçası (Otuzuncu Lem'a, Beşinci Nükte)
(6) bk. age.

HABERE YORUM KAT
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.