Emir DOĞAN
Nurcu entelektüellerimiz!
“Müslüman entelektüel” kavramı kadar şimdilerde az buçuk Risale-i Nur kültürünü “kay” düzeyinde algılamış bazı sözümona Nurcu yazarlara yakıştırılan “Nurcu entelektüel” ifadesi de kulağımı tırmalamıştır. Kavramın tırmalaması yetmezmiş gibi bu isimle anılan ve bir dönem “ağabey”, “hah işte duygularımıza tercüman!” diye tanımladıklarımızın üç alkış duyup, beş tiraj yakalayınca yazıp-edip-söyledikleri de tırmalama aşamasını geçerek kanatmaya başladı. Zira şöhret denen zehirli bal hemen hükmünü icraya başlıyor.
Kur’an’ın kainatı anlatan ve anlamlandıran muazzam kavram çerçevesine ve Risale-i Nurların buna ayinedarlık noktasındaki geniş ilmine rağmen, Müslümanların ısrarla kendi bilgi dünyalarında sınırlandırmaya çalıştıkları hikmetsiz felsefeye müracaat ederek onun kavramlarıyla kendilerini ifade etme çabası istikametlerini zedeliyor.
Nurcu entelektüel adıyla anılan bu taifenin, kendi enfüsi okumaları neticesinde belli bir seviye yakaladıklarına kanaat getirdikten sonra, yazdıkları yazılarda ve ürettikleri eserlerde Risale’nin mantığına aykırı düşünceler içerisine girdiklerini görmekteyiz. Kimi meydana gelen her hadiseye illa bir söz söyleme mecburiyeti varmış gibi misyonunu unutarak yazar, diğeri İslam’ın ilk dönem ihtilaflı mevzularını servis ederek zihinleri teşviş eder, bir diğeri “ben oldum” havasına girerek “Bediüzzaman öyle demiş ama...” der, öteki “biz Üstadın dediğini başkaları indinde nasıl açıklarız” diye pozitivist indirgemeci anlayış esiri olan ve betimsellikten öteye gidemeyen bilgi sahibi değil de oburu haline gelmiş akademik ve diğer çevreleri memnun etmek gayretine düşer. Diğeri hikmet perdesi arkasına gizlenmiş kudreti göremez ve Hz. İbrahim’in kalbinin mutmain olması gayesiyle sorduğu soruyu konu alan Bakara 260’ı kendi “cici” hayranlarını küstürmemek için tevil eder. Diğeri sonradan görme yabancı gözlüğü sevdasıyla meselelerin iç vaziyetine sirayet etmeden, hadislerin metinlerinde zikredilen mehdiyi reddeder. Diğeri Üstadın eserlerinden beslenerek onlarca kitap yazar ve sonra dönüp “ama Üstadın zikrettiği bu hadis” diye konuşmaya başlar.
Daha da vahimi yeri geldiğinde Kur’an’da son derece vazıh olan Hz. Adem (as) meselesini açıklarken okuduğu üç-beş felsefe kitabının etkisiyle materyalist ağızların kavramlarıyla açıklamalara girişenler bile var. Haddi aşarak Allah’ın “eril”liğinden girerek Hrıstiyanlıktaki “Baba” anlayışına kayarken, kainatta neşv ü nema bulan nimetleri esas alarak toprağın münbitliğinden hareketle tabiatı kadına benzeterek Tabiat Ana yakıştırmasını destekleyecek duruma geldiler. Bütün bunları da ehl-i dünya ve hikmetsiz felsefeyle donanmış zihinleri bulanıklara yaranmak için yaptılar. Yani kıymet-bahâ elmas dükkanında bulunan balonlara talip oldular.
Oysa Risale mesleği sırf ihlas ve rızay-ı ilahi çerçevesinde devam eden ve başka renkleri, hırsları, arzuları, dünyevi şan-şöhret-makam beklentileri içerisinde olarak daireye girenleri kabul etmeyen bir meslektir.
Risalelerin esas düsturu “hayat-ı dünyeviyeyi esas maksat yapmamak”tır.
Buna rağmen yukarıda saydığımız çabalar, “ümmet-i Muhammediyeyi sahil-i selamete taşıyacak sefine-i Rabbaniyede çalıştırılan hademelere” yakışacak bir çaba mıdır?
Bu yolla birilerinin yaptığı gibi kendi eserine revaç vermek için Sözler’in kıymetini tenzil etme çabasına mı giriliyor?
Risaledeki hakikatleri şerh, izah ve tanzim yoluyla almayı bekleyen bu kadar insan varken, sırf şöhret ihtirasıyla ve başkaları nazarında makbul görünme arzusunun ürünü olan bu fiillerin sebebi nedir?
Risale metinleriyle oynayarak, onu tevil yoluna gidip şahsi ihtiraslarına alet etmeye çalışanların halleri gözler önündedir. İnsanların koşar adım dünyevileşerek, iman dairesinden uzaklaştığı bir dönemde, gemideki delikleri kapatmak yerine yeni delikler açma gayreti ne ile tarif edilir?
Kendi alemlerinde merakla okudukları farklı kitaplarda elde ettikleri her fikri tartmadan-süzmeden, “batıl fikirleri tasvir safi zihinleri idlaldir” süzgecinden geçirmeden ehl-i imanın ve insanların nazarına ifsad unsuru olarak sürmenin vebali düşündürmüyor mu?
Daha da ileri giderek Kur’an’da açık şekilde ifade edilen meseleleri birilerine şirin görünmek için tevil ederek nefse tabi olmuş bir mantıksallaştırma sürecine sokmak kişiyi manevi mesuliyet altına almaz mı?
Yediden yetmişe milyonların hissesinin bulunduğu iman hakikatlerini sadece kendi penceresinden değerlendirerek yegane doğru olarak kabul edip başkalarının izahlarını yok saymak hangi iz’ana sığar?
Müellifi “Sözler benim malım değil, Kur’an’ın malıdır” diyerek onun üzerinde tasarruf yetkisi olmadığını aleme ilan ederken, biz hangi ilmimizle onu istediğimiz tarafa çekebiliyoruz? Daha da ötesi dünyevi alkışlara basamak yapacak cesareti nereden alıyoruz?
Evet. Bu mesleğin aslı acz, fakr, şevk ve şükürdür. Bu daireye girenlerde sebat, metanet ve en önemlisi kanaat hasletleri vardır. Bunun yanında eserlere ve sahibine hürmet ve sadakat beklenir.
Bu taifeye tavsiyemiz; ya bu dairenin esaslarının öngördüğü misyona dönünüz, ya da bu davayla ilginiz olmadığını ilan ederek gölgenizi bu eserlerin üzerinden çekiniz. Zira bu tavrınızla insanların imanını kurtaracak en kuvvetli davadan uzaklaştırıyorsunuz.
Bu eserlerle imanını kurtarmış ve kurtarmaya çalışanların tamamının hukukunu çiğniyorsunuz. Ve bunun hesabı mahkeme-i kübrada ağır olacaktır.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.