Nurcular, Aleviler, Ermeniler, Kürtler takibata alındı
Gazeteci Ragıp Zarakolu, Yeni Asyadan Hasan Hüseyin Kemalin sorularını cevaplandırdı
Gazeteci Ragıp Zarakolu, Yeni Asya’dan Hasan Hüseyin Kemal’in sorularını cevaplandırdı.
Ermeni sorununu konu alan “Gerçek Bizi Özgür Kılacak” kitabı nedeniyle yargılandığınız mahkemede 301. maddeden mahkûm oldunuz. Mahkemeye konu olan düşünce neydi?
Yazar, Ermeni meselesinin neden kolay çözülmediğine dair görüşünü belirtirken 1915 Ermeni tehciri faillerinin daha sonra yeni kurulan Kemalist Cumhuriyette etkin olduğu için bu olayın kabullenilmesinin zor olacağını ifade ediyor. Ulus devlet temeline dayanan yeni kurulan cumhuriyetin anlattığı tarih efsanelerden meydana geliyor.
Yeni kurulan ‘ulus devlet’in efsaneleri neler?
Bütün resmî tarih efsanelere dayanıyor. Sorun, tarihi kendi ideolojik yaklaşımlarına göre yeniden şekillendirmelerinden kaynaklanıyor. Halbuki tarihi yazarken o dönemin koşullarına, belgelerine, söylemlerine ve farklı akımların içinden bakmak gerekiyor. İstiklâl Savaşı dediğimiz tarihi olay bir konsensüse dayanıyor. Bu konsensüsün içinde İttihatçıları, Alevileri, Kürtleri, silâh taşımaya yardım eden Ermenileri, hatta bünyede kalmak isteyen Karamanlı Rumları görürsünüz. Türkçe konuşan Rumlar, kiliselerini terk edip ayrı bir kilise kurma kararı alıyorlar. Daha sonra tehcir ve mübadele oluyor. Alevilerle devletin sorun yaşadığını bazı kesimler kabul etmiyor, ancak tekke ve zaviyelerin kapatılmasını öngören kanun Alevileri de büyük oranda etkilemiştir. Müslüman, Alevi, Hıristiyan kültür, yeni cumhuriyette kendini özgürce ifade edememişlerdir. “Bu ülkeye komünizm gelecekse biz getiririz” anlayışı hakim olmuştur. Devlet, İslâmı kendi istediği ölçüde özgür bırakmıştır. Kürtlere büyük baskılar yapılmıştır. Komünist tevfikatlarının sayısını hatırlamıyoruz.
Nurcular da, diğer Müslümanlarla birlikte büyük bir takibat altına alındı. Nurcuların yargılandığı yüzlerce dâvâ var. Evrensel İnsan Hakları İlkelerine baktığımızda bu inanç özgürlüğüne büyük bir kısıtlama olarak karşımıza çıkıyor. Herkes yaşadığı acıları bir kadercilik anlayışıyla güzel günlerin geleceğini ümit ederek kabullendi.
Ya gayri müslimler?
Önemli bir husus da, misyonerlere karşı propagandayı İslâmî kesimden çok, aşırı milliyetçi ve Kemalizan çevrelerin yaptığını görürsünüz. Bu da resmî tarih anlayışının bir parçası. Çünkü resmî tarih, misyonerliği Türkiye’yi parçalamaya yönelik bir faaliyet olarak kabul eder. Halbuki demokratik toplumlarda herkes inançlarını serbestçe ifade etme ve yaşama özgürlüğüne sahiptir. Şimdi biz Almanya’da camiler açarak misyonerlik mi yapıyoruz? Türkiye’nin güney sahiline yerleşen Almanlar kilise açmak istedi, ancak büyük bir sorun haline geldi. Bu sorunu oluşturanlar din adına hareket eden kesimler olsa bir açıdan anlaşılabilir. Ancak kargaşayı çıkaranlar sağ ve Kemalist kesim. Bu durumda Ermeni trajedisine neden olan insanların ne kadar inançlı olduğunu tartışmalı hale getiriyor. 1915 olayını yapanların jakoben, masonluğu tercih eden insanlar olduğunu biliyoruz.
Ermeni tehcirini yapanlar arasında masonlar var mıydı?
Sonuç olarak onlar bugün laisizmi getiren akımın öncüleriydi. Onlar jakoben, pozitivist insanlardı. İslâm dinine inanmayan, ancak onu ulusalcı çıkarları için kullanan kesimler vardı.
Kurtarmak isterlerken nasıl çökerttiler imparatorluğu?
İttihat Terakki’nin reforme etmeye dayalı felsefesi dağılmayı hızlandırdı, çünkü imparatorluğu oluşturan çok etnikli, dilli, dinli yapıyı dikkate almadı. İttitahçılar, merkeziyetçi bir anlayışa sahip olmasına karşılık Prens Sabahattin de dahil olduğu birçok muhalif politik yaklaşım liberal, otonomiye dayanan bir yapılanmayı getirmeye çalıştılar.
Peki bunun önündeki en büyük engel nedir?
Hâlâ resmî ideolojinin devlet felsefesi olarak dayatılmaya çalışılması. Bunun temel dayanağı da 12 Eylül Anayasası.
Planlı olarak yerleştirilen maddeler mi bunlar?
1982 Anayasası siyasetbilimcilerin deyimiyle ‘millî güvenlik devleti yapılanması’nın anayasasıdır. Bu felsefe topluma militarist bir gözle bakar ve militarist şemayla toplumu şekillendirmeye çalışır. Türkiye’nin üçüncü meşrûtiyete ihtiyacı var. İkinci meşrûtiyet başarılı olamadı. 1876’dan bu yana ‘anayasa problemlerimizi çözer’ demişiz, ancak herkesi kucaklayan bir anayasa yapmayı başaramamışız.
Ergenekon gibi yapıların nasıl bir direnç oluşturmaya çalıştıklarını hep beraber müşahede ettik?
Bunlar son çırpınışlar olduğu için çok sert oluyorlar. Türkiye’nin bilgi, kültür ve ekonomik düzeyi artık hurafelerle idare edilmeyecek kadar zengin.
III. Meşrûtiyet’ten bahsederken ne kast ettiniz?
Eşitlik, kardeşlik, hürriyet ve adalet arayışıyla yola çıkan ‘ikinci meşrûtiyet’ tamamlanamamış demokratik devrimdir. III. Meşrûtiyet’le anlatmak istediğim Türkiye’nin demokratik bir anayasa ihtiyacı. Eğer bunu çözemezse bir ilerleme sağlayamayacak.