Şahin DOĞAN
Nakşibendilik üzerinden Nurculuk eleştirisi
Geçtiğimiz günlerde Star Gazetesi Açık Görüş sayfalarında Prof. Bedri Gencer imzalı iki yazı çıktı. (Sünnilik İle Haşhaşilik Arasından İslamcılık, Hatlar ve Saflar Ayrılırken.) Bu yazıların hasılatından yoğun bir İslamcılık, Haşhaşilik ve Nurculuk eleştirisi dikkat çekiyordu. İlgili yazıların bizim de kısmen katıldığımız İslamcılık ve Haşhaşilik bölümlerinin kritiğini başka bir zamana te’hir ederek şimdilik sadece Nurculukla alakalı iddiaları, mülahazaları hakkında birkaç kelam edeyim istiyorum. Şunu peşinen ifade edeyim: bir hareketi, akımı veya düşünceyi eleştirmek değil asıl eleştirmemek öldürür. Bu noktada eleştirmemek onlara yapılabilecek en büyük zulümdür. Eleştiriyi hazmedemeyenler tarihin tozlu sayfaları arasında unutulmaya mahkum olurlar. Zira ‘müspet eleştiri’ mukavemeti artırır, geliştirir, olgunlaştırır, özgürleştirir, özü-gürleştirir.
Her iki yazıda da mütecessis bir nazardan kaçması olanaksız görünür ve hissedilir bir Nakşibendilik müdafaası dikkati çekiyor. Hocamıza göre Ehl-i Sünnet İslam’ın kendisi, Nakşibendilik de Ehl-i Sünnet’in kendisi. Bunun mefhum-u muhalifi (tersten okunuşu) ise Nakşibendilik eşittir İslam. “Din yolu sünnet, sünnet yolu tasavvuf… tasavvuf (Nakşibendîlik) yolunu tutmayanların sünnî=doğru yolu tutma ihtimalleri düşer... Ehl-i Sünnetin çoğunluğu Nakşibendi”, hocamıza göre. Herkesin meşrep ve mezhebi kendisine mübarek olsun. İslamda mezhepli, meslekli, meşrepli olmak sorun değil, asıl sorun bağlısı bulunduğu meslek, meşrep veya mezhebi mutlaklaştırmak yani mezhepçi, meslekçi ve meşrepçi olmaktır. Fanatizm ve taassup birincisi değil ikincisi. Fanatizm, tarihin en kadim hastalıklarından biri ve sadece İslami fırkalar için değil diğer bütün dini fırkaların da maruz kaldığı bir hastalık. Her duyarlı zekaya düşen vazife onunla makul ve sahih bir zeminde mücadele etmektir. “Mesleğim en güzel demeye hakkın var ama hak yalnız benim mesleğimdir demeye hakkın yok.” İşin garip tarafı Nurcuları fanatizm ile itham eden hocamızın içine düştüğü fanatizmden bihaber olması veya öyle görünmesi. Hasılı Nakşibendilik İslam’ın en güzel yorumudur demeye hakkınız var ama tek güzel yorumudur demeye hakkınız yok. Çünkü “hak ve hakikat inhisar altına alınmaz.”
Hocamız nur camiasını eleştirirken liderin putlaştırılması gibi bir yanlıştan söz ediyor hem de merhum Cemil Meriç’ten bir alıntıyla. Fakat aynı Cemil Meriç’in tasavvuf için söylediği ağır bazı eleştirileri atlayarak ya da görmezlikten gelerek. Meriç, büyük bir zeka ve düşünce tarihimizin yüz akı isimlerinden biri ama kabul etmek gerekir ki bu vadide söz sahibi değil zira bırakın Nurcular için İslamiyet için dedikleri bazı talihsiz ve nahoş ifadeleri buraya aktaracak olursak imanından bile şüphe eden mü’minler çıkabilir. Kaldı ki bu gibi konularda açık bir bilgi zafiyeti içerisinde olduğunu kendisi de açıkça itiraf eder. Şimdi Meriç’in tasavvuf ve mistikler için dedikleri üzerinden Nakşibendiliği vurmak veya eleştirmek ne kadar yanlışsa Nurcular için dedikleri üzerinden Nurcuları vurmaya veya eleştirmeye kalkışmak o nisbette yanlıştır.
“Putlaştırma” eleştirisi yeni duyduğumuz bir şey değil. Ve itiraf etmeli ki bu tehlikeye karşı Bediüzzaman’ın yüzlerce yerde ikazına rağmen bazı lokal mahfillerde hala devam eden bir vartadır ve tabiî ki yanlıştır. Ama bu varta sadece nur cemaatlerine mahsus bir şey değil İslam camiası içinde kurumsallaşmış bütün gruplar için de aynen caridir ve vakidir. Bununda nedeni muhabbet duygusunun aklı dinleyemeyen ifratı olsa gerek. Ve hayatın içinden bakıldığında pek de garipsenecek bir tarafı yok bu duygunun. Ancak ıslah ve tadile muhtaç bir duygu bu. Bu nezih duygu için ‘putlaştırma’ ifadesi hiç hoş durmuyor, bunun yerine ‘ifrat-ı muhabbet’ (aşırı sevgi) ifadesinin kullanılması bizce daha yerinde olurdu. Hocamızın bu terkipten kastı Hıristiyanların Hz. İsa’ya ve Şia’nın Hz. Ali’ye yaptığı muamele kabilinden bir şey ise bunun nur camiası adına kabul edilebilir bir tarafının olmadığını söylemeye bile gerek yok. Hocamızın gözünde Seyyid Abdülhakim Arvasi zamanımızın birkaç kutbundan biri. Ama başka birine göre Arvasi değil, seyyid Abdülbaki, bir diğerine göre her ikisi de değil zamanımızın biricik kutbu ve müceddidi Bediüzaman. Bunların hepsi kanıtlanması imkansız hususi kanaatlerdir. Ve hepsi de doğru olabilir. Yanlış olan birisinde ısrar etmektir. Şimdi hayati soru şu: Hocamızın yürüttüğü mantık üzerinden gidersek “Seyyid Abdülhakim Arvasi zamanımızın kutbudur” derken kendi mürşidini putlaştırmıyor mu? Eğer bunun adı “putlaştırma” veya “lider kültüne iman” değilse nur talebelerinin de Bediüzzaman Said Nursi’yi müceddit olarak görüp ona muhabbet etmesi ‘putlaştırma’ olmasa gerek.
Hocamız “Nurculuğun temel problemi, “paralel” hareketleri besleyebilecek Eric Voegelin’in tabiriyle “âhirin içkinleştirildiği” gnostik felsefesidir” diyor. Eğer bu ithamı Nurculuk için yapacak olursak on mislini tasavvuf için yapmak pekala mümkündür. Hocamız Nurculuk aleyhinde sıraladığı bütün eleştirileri Nakşibendilik tarikatine yaslanarak yapıyor. Sanki nurculuğun güya açıklarını Nakşibendilik kapatıyormuş gibi. Nurculuk aleyhinde Nakşibendilik canibinden gelen bir eleştiriyle karşılamak ister istemez hayret hissi veriyor insana. Çünkü ülkemizdeki Ehl-i Sünnet olan cemaatler içinde müşterek noktaları en fazla olan iki grup Nakşiler ve Nurculardır. Kaldı ki İslam itikadiyatı açısında velev Nurculuğun bir hatası varsa Nakşibendiliğ’in yüzlerce hatası sıralanabilir. Sikke-i Tasdik-i Gaybi’de geçen bazı ifadelere “apokaliptik-mesiyanik iddialar” diyen hocamız bütün tasavvuf ekollerinde ve bilhassa Nakşibendilikte genel kabul gören, Ebdal, üçler, kırklar, rabıta, ebced, cifir, gavs, evtad, kutup, fenafişeyh, fenafiresul, fenafillah gibi başta Selefiler olmak üzere birçok Müslüman düşünür tarafından “şirk” olarak görülen inanışlara ne diyecek? Bugün Müslüman olduğu kuşku götürmeyen onlarca yazar ve çizer gözünde bunlar kelimenin en yalın anlamıyla birer sapmadır. Mutasavvıf bir akademisyene düşen birincil görev kardeş olan Nurculara saldırmak değil tasavvuf’a düşman olan bu kesimlerle mücadele etmektir.
Modern zamanlarda bu durum öyle vahim bir hal aldı ki şu an tasavvufa ve bilhassa Nakşibendiliğe karşı en dostane hisleri paylaşanlar ve hepsini dinde samimi kardeşleri olarak görenler Nurculardan başkası değil. Ve dahi Cumhuriyetin ilk dönemlerinde tasavvuf ve tarikatlere karşı gerek mezkur cenahlardan gerekse devlet cenahından gelen haksız, yersiz ve hukuksuz hücumlara karşı Telvihat-ı Tis’a gibi eserleriyle tasavvuf’u cansiperane bir tarzda müdafaa eden de merhum Bediüzzaman Said Nursi’den başkası değildi. Bu açık gerçeğe rağmen kendisini Ehl-i Sünnet’in Nakşibendilik koluna nispet eden, samimiyetinden asla şüphe etmediğimiz kardeş, dost ve değerli bir akademisyene bütün bir nur camiasını peşin bir hükümle ötekileştirmek manası taşıyan eleştiriler hiç mi hiç yakışmıyor.
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.